Selâhaddin Çakırgil
Depremler sadece fizikî âlemde değil, beyin ve vicdanlarda da!
20 yıl geçmiş, Büyük Marmara Depremi’nden..
O sırada Almanya’ya yeni geçmiştim. Bir gece, kaldığım yere gecenin 03.00 civarında dönünce, ‘Önemli bir haber var mı?’ diye, yatmadan önce televizyonu açtım. Alman kanallarının hemen hepsinde, Türkiye’de korkunç bir deprem meydana geldiğinin haber ve görüntüleri vardı.
***
Sabahleyin, 07.30 civarında, Türkiyeli Müslümanların kahvaltı yaptıkları bir mekâna gittiğimde, henüz kimsenin haberin yok gibiydi.
‘Kardeşler, Marmara bölgesinde, bu gece çok büyük bir deprem meydana gelmiş..’ dedim.
10-15 kişilik bir grubun başında ve hoca olduğu havasındaki yaşlıca bir kişi, hemen hükmünü verdi: ‘O kadar günahlara batarlarsa, işte öyle cezalandırılırlar!’
Zihnim alt-üst olmuştu. Öylelerine söz anlatmak o kadar zor ki.. Yine de, ‘Ben bir büyük felâketten söz ediyorum, siz ise hemen, Allah adına ceza kesiyorsunuz!’ dedim.. O da sustu, ben de..
Bu anekdotu 20 yıl sonra niye mi anlatıyorum?
Bir kısım insanların, hele de kendilerine dokunmayan felâketler karşısında, hemen ve de İslâm adına yetkili imişler gibi bir edâ ile konuşmalarından dolayı..
***
Elbette bazı sapkın ve azgın toplumların, bazı tabiî âfetlerle ikaz edildikleri ve cezalandırıldıkları da ‘ilâhî vahye dayalı bütün dinler’de olduğu gibi Kur’an-ı Kerîm’de de vardır. Ama, her hadiseyi mutlaka ve sadece bir ilahî cezalandırma olarak izaha kalkışmaya ne demeli? Hele de, felaketlere karşı alınması gereken aklî tedbirleri ve bir felakete mâruz kalanlara nasıl yardım yapılabileceğini den düşünmeyip, böyle izahlara sarılmak, sorumluluktan kaçınıp, vahy-i ilahî’ye bühtan değil midir?
Ateizmin,/tanrı tanımazlığın bu kadar azgınlaştığı bir zaman diliminde, yetkisiz ve bilgisiz kimselerin ilahî vahye dayalı bir din adına, kendilerine göre -sözde- izahlar yapmaya kalkışmaları, bir de İslâm’a saldırmak isteyenlere kozlar veriyor. Böyle zamanlarda felâket dellâllığına kalkışmanın tahribatı o felâketlerden daha az olmuyor.
Merhûm Muhammed İqbâl, ‘Günümüzün nice mollası, ulemâsı var ki, ‘kâfir üreten mü’min’durumundadır.’ derken, haksız mıydı?
***
Hatırımdadır, o günlerde, Almanya’ya gelen ve halen de sözde vaazlarıyla bir kısım insanları irşad adına ifsâd eden bir kişi, Duisburg şehrindeki Hacı Bayram Camii’nde, binden fazla müslümana hitab ederken, ‘…Filan efendi hz.leri, rüyâlarında görmüştür ki, Deprem bölgesinden son üç hafta içinde Âhiret’e intikal edenlerden 20 bin kadar kişiden bir kişi bile Cennet’e gidememiştir..’ diyordu.
İnsan, içinden gayz duygularıyla bir ‘Yuhhh!’ çekmekten kendisini alamıyordu. O kişi, daha sonra da, ‘Evlerinizin depremde yıkılmaması ve yıkılırsa, içinde ölmemeniz için ayrı ayrı dua risalelerimiz var, dışarıda 5’er Mark’a satılacaktır. (O zaman para birimi olarak henüz, Mark kullanılıyordu.)Fotokopisini çıkarıp dağıtırsanız, hakkımı helâl etmem!’ diyordu.
Aynı günlerde, bir ‘yazar’ımız ise, depremin fay hattının Marmara altından geçip Avcılarsemtini vurması karşısında, ‘Zâten Avcılar’da son zamanlarda fesâdın arttığına dair haberler geliyordu..’ diye yazabilmişti!!!
Tabiî âfetlerin sadece günahlarla izaha kalkışılması hemen her toplumda vardır. 8-10 sene öncelerde New Jersey’de meydana gelen su baskınlarında, yüzlerce insanın timsahlara yem olduğu dehşetli felaketi sadece ilahî ceza ile izah etmeye çalışan kardinal ve hahamlar vardı. Ama, bu durum bir Müslüman topluma yakışmıyor
Tabiî âfet ve felâketler karşısında Allah’a inanan bir insanın vazifesi, herşeyden önce, Allah’ın zor duruma düşen yaratıklarına, kullarına insan olarak yardım elini uzatmaktır. Bu incelik ve hassasiyetten mahrum kalmak da, beyin ve vicdanlarımızda meydana gelen bir başka deprem felaketi değil midir?
***
17 Ağustos 1999 Depremi’nde can verenleri bir daha rahmetle anarak..