Selâhaddin Çakırgil
Diktatörlük sapkınlığına karşı hamlelere destek vermek..
Önce, uzak diyarlardan, Orta Amerika"dan gelen bir açıklamaya kulak verelim..
Çünkü, bu açıklamadaki mantık bizi de yakından ilgilendiriyor..
*
Kuba Devlet Başkanı (ve Kuba"nın 1959-2008 arasındaki 50 yıllık lideri Fidel Castro"nun kardeşi ve halefi) Raul Castro, 29 Ocak günü, Partido Comunista De Cuba / Kuba Komünist Partisi kongresinde yaptığı konuşmada, "tek parti yönetiminin devamı gerekliliğini savunmuş ve siyasî sisteme başka partileri dahil etmenin, Küba'nın bağımsızlığını ve 1959 Devrimi"yle kurulan komünist sistemi tehlikeye düşüreceğini, bu yüzden devrimin inşa ettiği siyasî yapıda değişim bekleyenleri ve tek parti yönetiminin değişeceğini umanları" suçlayarak, "Tek parti prensibinden vazgeçmek, bu topraklara emperyalizmin partilerini davet etmektir" demiş..
Castro, Küba'nın çok partili sisteme geçmesi gerektiğini düşünenlerin, geçmiş 50 yıllık "devrim tarihi' ni ve öncesini görmezden geldiklerini de söylüyor..
*
Bu açıklamalarda ortaya çıkan mantığı biz uzak bir yerlerden değil, kendi ülkemizden de tanıyor değil miyiz?
Türkiye"de de, kemalistler, kurdukları tekparti diktatörlüğünün başta malûm ilke ve devrimler ve de laiklik olmak üzere, diğer bütün temel çizgileri, anayasalara dercolunarak korunmakla birlikte; hâlâ da ülkenin yönetiminde kendilerine ortak başka parti, lider veya kadroların devreye girmiş olmasını bir türlü kabullenemedikleri görülmüyor mu?
Müslüman halkımızın maddî ve manevî bütün değerlerini tahrib eden tek adam, tek şef ve tekparti diktatörlüğü günleri, kemalist-laiklerce hâlâ da, emsalsiz bir huzur ve refahın, emperyalist güçlere meydan okuyan bağımsızlık siyasetinin bir yitik cenneti gibi sunulmaya çalışılmıyor mu? Ve üstelik çoğu partiler kendi "tekparti"lerinden bölünme yoluyla üreyerek sahneye çıktığı halde, başka siyasî partilerin devreye girmesini, hep, kendilerini bertaraf etmek isteyen emperyalistlerin bir entrikası ve dayatması olarak göstermiyorlar mı?
Açıktır ki, dünya sahnesinde var olan ve varlığını sürdürmek isteyen ve hele de emperyalist güç konumunda olan devletlerin, kendi hedef ve maslahatları için dünyadaki her gelişmeye karşı yığınla planlar- projeler hazırladıkları gerçeğini reddetmek, esasen safdillik olur..
Bu bakımdan, kendilerine dünyada hiçbir gücün müdahale edemediği, karışamadığı gibi iddialarla yığınları oyalayan "tek şef" ve "tek parti diktatörlüğü" durumundaki kemalist- laik rejim kadrolarının, hele de emperyalistlerin dayattıkları laiklik ve benzeri yönetim proje ve mekanizmalarını da bağımsızlık yaldızlamasıyla ve halkın iradesiyleymiş gibi göstermeye kalkışmalarının doğru kabul edilmesi, daha bir safdillik olur..
Kemalist-laiklerin bir kısmının 1938"e kadar olan 15 yıllık ilk bölümü öve öve bitiremeyişleri, M. Kemal"in ölümünden sonra, ŞEFliğin İsmet İnönü"ye geçmesiyle tılsımın bozulduğunu, o dönemin kendileri için bugün bir yitik cennet olduğunu iddia etmeleri; bir kısmının ise, 1950"de (gerçekte CHP"den ayrılmış kimselerce yönetilen) Demokrat Parti"nin iktidara gelmesinden sonraki zaman dilimini emperyalizmin emrine giriş olarak göstermeye kalkışıp, kemalist cumhuriyet saltanatının ilk 27 yılını laik zorbalığın saadet asrı olarak görmeleri- göstermeleri ve jakobenist/ tepeden inmeci dayatmalar demeti olan kemalist ilke ve devrimlerin faydalarını, halkın bilemiyeceğini, halk için her şeyin en iyisinin kendilerince belirlenebileceğini, "halka rağmen, halk için.." sloğanıyla formüle ederek tahakkümlerini sürdürmelerini ve sonraki bütün askerî darbeleri de hep o ilk dönemdeki görünür ve derin devlet iktidarlarını korumak için yaptırmalarını gözönüne alırsak, aslında, onların bu hassasiyetlerinyle Raul Castro"nun tesbitleri arasında bir ayniyet, bir paralellik olduğunu görürüz..
Elbette, Castro"nun çok partili hayatın sistemin, emperyalizme davet çıkarmak olduğu şeklindeki görüşleri tamamen boş değildir.. Ama, aynı durumun "tek parti" için de olamıyacağının ne gibi bir garantisi vardır? Nitekim, bizdeki uygulama, bu açıdan, Kuba"daki duruma da benzemiyecek şekilde, emperyalizmin Lozan"daki diktelerine göre, o güçlerin kuklalarınca oluşturulmuş ve kendileri dışında kimsenin iktidara ortak olmaya teşebbüs etmemesi için, bütün diktatör yapılarda görülen reflektif hassasiyetleri gösterdiğini 90 yıla yakın zamandır hep yaşadık..
*
O dayatmacı, zorba kemalist-laik tahakkümcü odaklar, ellerine geçirdikleri devlet kurumlarını ve milletin silahlarını ve diğer bütün imkanlarını millete karşı kullanmaktan, işte bu devrimcilik hecmesiyle kaçınmamaktadırlar..
Ki, onlar kurallarını kendilerinin belirledikleri seçimlerde bile, hiçbir zaman, milletin teveccühüne, itimadına mazhar olamayıp, hiç bir seçimi kazanamamışken; milletin teveccüh ve iradesine mazhar olan kadroların bile, milletin taleblerine uygun uygulama içinde olmaya kalkışması halinde, Silahlı Cumhuriyet diktası devreye hemen darbe teraneleri ve dârağaçlarını hatırlatma yöntemleriyle girmekte.. Bu yöntemle nice kadroları korkuttular.. Ama, o korkuların bir işe yaramıyacağını gören birileri de, artık korkmamak noktasına gelmiş gibidir, bugün.. Yine de, ortaya ne gibi korkutmalarla diretme ve dayatmalarla çıkılmaya çalışıldığı ortadadır..
Diktatörlük düzenlerine karşı çıkanları dârağaçlarında sallandırarak kitleleri boyun eğmeye zorlayan bu anlayışın, "İhtimal ki, bazı kelleler koparılacaktır.." şeklindeki kemalist söylemin bugünkü şartlara uyarlanmış ifadeler olduğu ortadadır..
Suriye"li şair Nizar Qabbanî"nin "Horoz" isimli ünlü şiirinde arab rejimlerinin tepelerinde oturan diktatörleri anlatırken, onların soytarılıklarını yansıtabilmek için kullandığı ifadeler, gerçekte, bizim tepemizdeki işbu kemalist diktatörler için de aynen geçerli değil midir?
"(...) Mahallemizde/ Tan ağarırken bağıran bir horoz var/ Güçlü Samson gibi/ Salar kızıl sakalını../ Gece gündüz tepemize biner / Aramızda nutuk çeker / Aramızda marş okur / Aramızda pezoluk eder .. / Tektir o.. Ölümsüzdür../ İktidar sahibi zorbadır, o../ Mahallemizde / Zâlim, faşist, nazi kafalı/ Bir horoz var işte../ Tankla çaldı iktidarı../ Pençesini özgürlüğüe ve özgürlükçülere attı../ Bir vatanı ilga etti,,/ Bir halkı ilga etti../ Bir dili ilga etti../ Tarihin getirdiklerini ilga etti../ Çocukların doğumlarını ilga etti../ Çiçeklerin adlarını ilga etti.. / (...) Nasıl gelsin bize rahmet yağmuru? / Nasıl yetişsin buğday?/ Üzerimize hayır nasıl inip de berekete boğsun bizi?/ Allah"ın yönetmediği/ Horozların hüküm sürdüğü bir yurt iken burası../ Ülkemizde/ Horozun biri gider, biri gelir../ Tuğyan aynı tuğyandır../ Leninci yönetim düşer,/ Amerikancı yönetim saldırır/ ezilen hep insandır.. (...)"
*
Evet, Qabbanî"nin arab rejimleri için dile getirdiği bu alçaltıcı durum, bizim için de aynen sözkonusu değil miydi? Ama, bugün, üççeyrek yüzyıldır kimsenin dokunamadığı, etkili şekilde dile getiremediği konulara artık etkili şekilde dokunulmaya başlandığının yığınla işaretleri, emareleri var.. Bazıları hâlâ, bir çok kusurları, noksanları sıralamakla vakit geçirebilirler, ama, bir asra yakın zamandır milletimizin ensesine çökmüş olan bu zorbaların diktelerine, dayatmalarına karşı çıkışlar ve düzeltme hamleleri karşısında, sadece eleştirmekle vakit geçirmek, ne kadar sağlıklı bir tutumdur; bunun da hesabı yapılmalıdır..
Dersim ve diğer cinayetlere el atılırken... Askerî darbelerin sorumluları hakkında iddianameler ve yargılamalar başlatılmışken.. Bir yara halinde, nesilleri militarist/ kemalist bir çizgide yetiştirmek için dayatılmış olan Millî Güvenlik Dersleri bir hamlede kaldırılabilirken.. Kan içicilikte daha bir sivrilmiş olan M. Muğlalı gibi zorba generallerin isimleri kışlalardan kaldırılırken.. "Adımız andımızdır.. Türke durmak yaraşmaz, türk önde, türk ileri..." gibi kavmiyetçi /şovenist ve diğerlerini dışlayıcı, aşağılayıcı marşlar ve de sabahları milyonlarca körpe dimağa zorla şırıngalanan, "Türküm, doğruyum.. Varlığım türk varlığına armağan olsun, ey yüce Atatürk.." gibi sözlerin tekrarlandığı ilkel tapınma törenlerine artık bir son verilmesi veya laik- ideolojik eğitimin amentüsü gibi devamlı tekrarlatılan "Gençliğe Hitabe" levhalarının kaldırılması gündeme gelmiş, tartışılırken..
Siyasî liderlerin kanunla sevdirilmeye çalışılmasının akıldışılığı ve komikliğine, son yıllarda 6 yıl kadar M. Eğitim Bakanlığı yapmış ve bugünkü iktidar partisinin etkili bir ismince karşı çıkılırken.."Gençliğe Hitabe"nin, "Âyet mi bu?" diyerek kaldırılmasının kamuoyunda tartışılmasını gündeme getirirken..
Evet, bu gibi, geçmişte, gerçekleşmesi hayal bile edilemiyecek hayırlı gelişmeler olurken..
Diktatörlüğün, sapkınlığın temellerine yavaşça da olsa darbeler indirilmeye çalışılırken..
Üzerimize düşen, sadece seyirci kalmak veya sadece eleştiriler yapmak mı olmalı, yoksa "Yetmez, ama, destekliyoruz?." demek mi olmalıdır?
haksöz