Selâhaddin Çakırgil
‘Erdoğan Türkiyesi’nin Suriye siyaseti yanlış mıydı?’
Birkaç ay önce, bu sütunda, ‘Suriye konusunda siyaseti değişmeyen iki ülke olduğu’ndan bahisle, hele de enperyalist devletlerin siyasetlerinin sık-sık değiştiği ifade edilmişti.
Bu iki ülkeden birisi İran, diğeri Türkiye idi.
Bu iki ülkenin ise, Suriye Buhranı karşısındaki siyaseti temelden birbirinin tam zıddı..
Ayrıca, bu sütunlarda defalarca anlatılmaya çalışıldı ki, Suriye Buhranı’nın geleceğini -görünürdeki beşerî ölçülerle-, bu iki ülke de belirlemek durumunda değildir ve bu coğrafyada 6. yılına giren korkunç ve her şeyi viran eden mücadelenin aslî yönlendiricileri, hâlâ da ve ne yazık ki, uluslararası emperyalist- şeytanî güçlerdir.
***
Kaptan Köşkü’nde 14 yıldır Tayyîb Erdoğan’ın bulunduğu Türkiye’de, dış siyasette Ahmet Davutoğlu’nun önce Başdanışman, sonra Dışişleri Bakanı ve son 20 aydır da, Başbakan olarak en etkili isim olduğu gözden ırak tutulamaz. Ama, bazı mahfillerde, Suriye siyasetinin başsorumlusu olarak Davutoğlu’nun gösterilmeye çalışılması, ahlâkî de değildir. Çünkü, Türkiye’nin son 14 senesinin her ânından, beşer planındaki baş etken ve sorumlu, Tayyîb Erdoğan’dır.
Suriye’deki baş sorumlu da, 1963 yılından beri yönetimi elinde tutan Baas Partisi rejimi, bu rejimin 1967 yılından beri başında bulunup Nusayrîlik diye bilinen küçük bir inanç grubuna dayanarak kanlı bir diktatörlük süren (Baba-Oğul) Hâfız ve Beşşâr liderliğindeki Esed Hanedanı’dır. Ve tabiatiyle onları destekleyen dış güçler..
Onların da başında İran rejimi ile USA emperyalizmi ve müttefikleri ve de Rusya vardı.
***
Son günlerde -üstelik de AK Parti taraftarı kabul edilen- bazı yayın organlarında, ‘Türkiye’nin Suriye siyasetinin çöktüğü’ gibi bir takım tartışmalar gündeme getirilmeye çalışılıyor.
Önce, ‘başarı’ nedir?
Her ne pahasına olursa olsun, karşı tarafı yenilgiye uğratmak mıdır?
Ve unutmayalım ki, yenilmek bir kusur sayılsaydı, Hz. Peygamber’in (S) Uhud’da yenilmemesi gerekirdi. Ama; aslolan, netice her nasıl olursa olsun, her durumda haklı olabilmektir.
***
Arab diyarlarından Tunus, Mısır, Libya ve Yemen’de, ömürleri 25 ilâ 42 sene arasında değişen diktatörlüklerin, 2011 Baharı’nda başgösteren ‘halk patlamaları’ dalgasıyla devrilmesinin Suriye’ye de ulaşması karşısında Erdoğan, 100 yıl öncesine kadar 400 yıl birlikteliği olan Suriye’deki bu yangına, 900 km.lik ortak sınır dolayısiyle, elbette ilgisiz kalamazdı. Nitekim, başlangıçta yardımcı olmaya çalıştı, ama, Beşşar tavsiyeleri dinlemeyip, sivil kitlelerin üzerine bile hava bombardımanlarıyla ölüm kusmaya başlayınca; irtibat koptu. Bu noktada Beşşar Esed’in üç sene önce bir İstanbul gazetesi olan Cumhuriyet’te 4 gün boyu yayımlanan röportajındaki ifadesi ilginçti: ‘Erdoğan’la, aile boyu bile dost olmuştuk. Ama, o İkhwan kafası taşıyordu. Hep, onların sosyal plana çekilip kazanılmasını istiyordu. Biz bunu yapamazdık. Çünkü biz, Ortadoğu’da sekülerizmin bekçisi idik.’
***
USA Başkanı Obama’nın 18 Mart 2016 tarihli Atlantic dergisindeki röportajında söyledikleri de hatırlanmalıdır. O, Erdoğan’ın, Doğu ile Batı kültürleri arasında bir ılımlı lider olabileceğini umduklarını, ama onun gerçekleşmediğini ve ayrıca; Suriye Buhranı konusunda da, ‘Türkiye’nin güçlü kara ordusunu istediğimiz halde Suriye’ye sokmamakla bu buhranın bugünkü noktaya gelmesinde rolü olduğu’nu söylüyordu.
Çünkü Erdoğan, her şeyden önce Türkiye- Suriye sınırı boyunca bir tampon bölge oluşturulmasını ve bu bölge üzerinde uçuş yasağı konulmasını şart koşmuş; kabul görmeyince de, ‘Evet’ dememişti.
Erdoğan’ın haklılığının görülemediğini, şimdi, -o yıllarda USA Dışbakanı olan- Hillary Clinton bile itiraf ile etmektedir.
stargazete