Ahmet Taşgetiren
İmam Hatipleri konuşurken…
Programda olsaydım “Çok yanlış bir söz söylediniz Erol bey, derdim. Siz bütün İmam Hatip camiasını çamurlayan böyle bir cümleyi nasıl kurarsınız, derdim. Ben de bir İmam Hatipliyim. Ne diyeceksiniz bana? Bu ülkeyi şu anda İmam Hatip mezunu bir kişi yönetiyor” derdim.
Eminim Erol Mütercimler sözlerinin vahametini anlar ve hemen orada özür dilerdi. Sözlere programda itiraz gelmedi ve Erol Mütercimler yaptığı vahim hata ile kamuoyu girdabına düştü.
Türkiye’de bir İmam Hatip camiası vardır ve Mütercimler’e tepki gelmesi kaçınılmazdı. Çabuk özür diledi ama söz o kadar kötü idi ki, özür tepkileri kesmedi. Peş peşe bildiriler ve suç duyuruları geldi. Tansiyona bakıldığında tepkiler devam edecek gibi de görünüyor.
Alanda bazı simalar vardır, İmam Hatip dendiğinde derin bir gayz yansır dünyasından. Öyle birisi olsaydı Mütercimler, -ne yazık ki sözleri o nitelikte- bütün tepkiyi hak ediyor denebilirdi. Ama takip edebildiğim kadarıyla söylüyorum, Mütercimler öyle bir noktada değil. Okumuş, yazmış adam. Strateji bilir. Sözün nereye gideceğini bilir. İmam Hatip konusunda hiçbir şey bilmese, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İmam Hatip hassasiyetini bilir. Ve içi “gayz” ile kaynıyor olsa bile konuşmaz. Ama konuştu işte. Herhalde şu anda “hayatının gafı”nı yaptığı konusunda tereddüdü yoktur. Ama olan oldu bir kere. Ve bu tv ekranında olmuşsa onun getirisi kadar götürüsü de dev boyuttadır.
Mütercimler için bunları yazdıktan sonra bir de tepkiler bahsine geçmek isterim. Tepki gösterilmeliydi, bunda şüphe yok. Ama nasıl?
Düşünüyorum da işin bir “Mütercimler bu sözü nasıl söyledi?” boyutu var gibi geliyor bana. “Acaba bu kanaat başka hangi muhitlerde kabul görüyor, gibi bir boyutu var. Bu kanaat nasıl oluştu? Bu kanaat kategorik bir düşmanlığın ürünü mü yoksa yanlış bilgilenmenin ürünü mü? Bir adam nasıl olur da boş bulunup büyük bir camiaya hakaret niteliği taşıyan bir sözü ağzından kaçırır?” gibi bir boyutu var.
Bütün bunlar, “Toplumda pek çok çevre, ‘Dini alan’ı ne kadar biliyor?” diye bir soru etrafında da ele alınabilir.
Bütün bu sorular kanaatimce “Dinin doğru algılanması” ve bunun “Dindar çevrelere yüklediği sorumluluk” gibi bir hassasiyeti bulunan çevrelere işin farklı boyutlarını dikkate alma sorumluluğu yüklüyor.
Mesela Diyanet İşleri Başkanlığı, diyorum, mesela İmam Hatiplerin de sorumluluğunu üzerinde taşıyan Din Öğretimi Genel Müdürlüğü diyorum, mesela, Önder – Ensar gibi İmam Hatiplerle doğrudan bağlantılı sivil toplum kuruluşları diyorum, böyle bir durumla karşılaşıldığında ne yaparlar.
1. Tabii ki bu sözün çok yanlış olduğuna dair açıklama yaparlar.
2. İmam Hatipleri anlatırlar. Bu okulların İslam dünyasında bu ülkenin nev’i şahsına münhasır özgün bir eğitim kuruluşu olduğunu anlatırlar.
3. Din Öğretimi Genel Müdürü Nazif Yılmaz, Mütercimler’i davet eder, birlikte birkaç İmam Hatip gezilir, öğrencilerle buluşturulur ve Mütercimler’e “Şimdi düşüncenizi açıklayın” denir.
4. İHL’den yetişmiş farklı alanlardaki insanları tanıtırlar.
Bir “duyarlılık alanı”na işaret etmek istiyorum. Kamplaşma. Dini konuların da bu kamplaşma çerçevesine girmesi ve insanların “Din ile ilişki”yi nasıl düzenleyeceklerine dair “ruh karmaşası” içine sürüklenme tehlikesi. Bu ülkede en mesafeli insanın bile din ile bir “kültür iklimi buluşması” var. Onu koparmamak lazım, derim ben. Kamplaşma ise, kategorik tavır alışlara, kopuşlara, cephe seçimine yol açıyor.
Bu arada ortaya çıkan manzara “güç kullanımı” dili haline geliyorsa, “Biz güçlendik, karşımıza çıkanı döveriz, siyaset de yargı da bizden yana, üstelik medyamız da var” üslubu algılanmaya başlanıyorsa bu işten din kazanmaz, demek istiyorum.
Başkalarının dedikleri bir yana İmam Hatip camiasının da kendi sorunları üzerinde düşünmesi gerekiyor. “Sayı arttı, kalite de arttı mı?” sorularının “içerden” sorulduğu bir zamanı yaşıyoruz. “Birim çocuğumuz İHL’de ya da tüm eğitim alanında yeterli özeni görebiliyor mu?” sorusunun sorulması gereken zamanı yaşıyoruz. Biraz daha sekinet lütfen.