İmam Humeyni Ve Sinema
Muhsin Mahmelbaf'ın filmlerini bulursanız seyredin, arşivinize koyun!
Üstat Bediüzzaman Hazretleri II.Meşrutiyet günlerine ait İstanbul hatıralarını anlatırken bir ara sinemaya gittiğinden söz eder. İzlediği filmden hareketle, analoji yoluyla dünya hayatının bir rüya olduğu benzetmesine varır ve rüya ile sinema arasında bir bağ kurar. Daha sonra Sadık Yalsızuçanlar ve Ayşe Şasa tarafından bir sinema kuramına (poetika) kaynaklık edecek olan bu analoji, Sezai Karakoç'un Edebiyat Üzerine Yazılar'ında da vardır. Hatta hatırlıyorum, bu konuda Necip Tosun ile Sadık Yalsızuçanlar arasında bir tartışma da olmuştu Yeni Şafak'ın ilk zamanlarında.
Necip Tosun bu kuramın kaynağını Sezai Karakoç'a bağlıyor ve Sadık Yalsuzuçanlar'ın bunu bilmezden gelerek kuramı kendine mal etmesini eleştiriyordu; Sadık Yalsızucanlar da valla, billa Sezai Bey'den okumadım, diyordu. Sinema üzerine kafa yoran çok az adamımız olduğu için gayet normal bir tartışma. Saymaya kalksak bir elin parmağını geçmez. Saymayı deneyelim: Rahmetli Yücel Çakmaklı, Mesut Uçakan, Salih Diriklik, İhsan Kabil, İsmail Güneş, Ayşe Şasa, eğer samimi arayışlarından bahsedeceksek biraz Metin Erksan, biraz Halit Refiğ. İsmet Özel'in bazı şairler için kullandığı "kuramı kılgısından kuvvetli" sözü buraya da uygun. Çünkü çok söz söylemişiz ama film yapamamışız. Ahmet Uluçay, Reha Erdem, Mahmut Fazıl Coşkun'un parıltıları ile idare ediyoruz. Oysa Üstat Necip Fazıl bu işin ta başından beri farkında idi ve özel olarak Senaryo Romanları'nı onlarca tiyatro eserini bunun için yazmıştı.
İmam Humeyni ve sinema kuramı!
Sinemanın kuramsız olmayacağının farkına varanlardan biri de İmam Humeyni'dir. İmam Humeyni, daha Şah zamanında ve Fransa'da sürgünde iken üniversite gençlerine özel olarak sinema dergisi çıkarmalarını öğütlüyor ve bu yönlendirmenin sonucunu da alıyor yıllar sonra. Bugün herkes kabul ediyor ki dünyada artık bir İran Sineması var. Aslında bu konunun uzmanı, bilindiği gibi Cihan Aktaş'tır. Şu kadarını söyleyelim ki İran Sineması, Türkçede atasözü için kullandığımız az sözle çok mesaj'ı az söz çok görüntü şekline getirmiş ve bir görüntü sanatı olan sinemada gerçekten bir görüntü dili yakalamıştır. Öyküyü az sözle ve görüntü ile anlatmak için kameraya yön veren bir bakıştan çok öncelikle sinemadan ne anladığımızı belirten bir kuramımız, poetikamız olmalı. Metin Erksan'ın Sevmek Zamanı ile yakaladığı bu perspektif ne yazık ki daha sonra sürdürülemedi. Bundan dolayı bir sinemamız yok. Pekiyi sinemamız yok da televizyonumuz var mı? Bir adım daha götürelim soruyu. Şu kadar özel televizyonumuz, neden İran Sinemasının bu nitelikli filmlerini değil de döne döne Kemal Sunal, Malkoçoğlu, Ferdi Tayfur filmleri oynatır? Geçelim.
Ahmedinejat'a benziyor!
Şimdi artık internet, DVD dönemine gelmiş bulunuyoruz. Madem özel televizyonlar hâlâ işin oyununda oynaşında biz de kendi imkanlarımızla yola çıkarız. İşte bu bağlamda size Muhsin Mahmelbaf'ın filmlerinden bahsedeceğim. Kutsanmışların Düğünü'ndeki (1989) Hacı karakteri ile İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejat arasında benzerlik ilgisi kuruldu diyeyim de gerisini siz anlayın. Muhsin Mahmelbaf bu filmde İran-Irak Savaşının insanlarda ve toplumda açtığı yaraları ele alırken; Boykot'ta İran şahının siyasi olaylarını, Marksist bir kişinin iç hesaplaşmasını konu ediniyor. Bisikletçi'de ise Afganlı bir göçmenin hayata tutunuş mücadelesi var.
Biliyorsunuz, bu sitede, beraber izledikleri filmi, tekrar birbirine anlatan Türklerden bahsediyordu Bilge Kağan. Ben o duruma düşmek istemediğimden ve de filmin esas noktasını öykü değil görüntü dili oluşturduğundan, filmlerin içine daha fazla girmeyeceğim ve sözü şöyle bitireceğim.
MUHSİN MAHMELBAF'ın fimlerini -bulursanız -seyredin, arşivinize koyun!
Kamil Yeşil tavsiye etti
dunyabizim