Abdurrahman Dilipak
İnnemel mû’minûne ihvetun
“Muhakkak ki Müslümanlar ancak kardeştir” (Hucurat 10). Biz hepimiz Hz. Adem’in çocuklarıyız. Adem de topraktandır. “Biz ya din’de kardeş, ya ten’de bir eşiz.” Öte yandan, “bir topluluğa olan düşmanlığımızın bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevketmemesi gerek.”
Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalimlere karşı olacağız. Ehliyet, liyakat ve adalet asla taviz vermememiz gereken konular olacak.
Eğer müminsek, ilkesel olarak bunu kabul etmemiz gerek.. Müminler, mezhep, tarikat, ideoloji, siyaset, felsefi ve vicdani kanaat farklılıkları, etnik aidiyetlerinden bağımsız olarak kardeştir. Aynı Allah’a, resulüne, kitaba iman edenler kardeştir. Bizler tek bir millet, tek bir ümmet ve tek bir cemaatiz. Aramızdaki işler “istişare” ve “şura” yolu ile olacaktır. İttifak ettiğimiz zaman birlikte hareket edecek, ihtilaf ettiğimizde birbirimizi mazur göreceğiz. Bu şartlarda kim ki, ikinci bir cemaatten söz ediyorsa, (haşa) kendine ya yeni bir ilah, ya yeni bir resul ya da yeni bir kitap uydurmuş olacaktır.
Birileri, Müslüman olmasa bile, eğer beş temel emniyete yönelik bir tehdit oluşturmadığı takdirde, biz onlarla, erdemli işler konusunda, mazlum ve muhtaçlara yardım konusunda ittifak oluşturabiliriz. Biz herkesle adalet, barış ve özgürlük üzerine ve 5 temel emniyete aykırı olmamak üzere sözleşme de yapabiliriz. Esasen değer üreten herkesle nimet ve külfet dengesine dayalı itilaflar oluşturabiliriz.. İttihad, ittifak ve itilaf.. Yeryüzünde adalet, barış, hürriyetten yana bir düzenin inşası için, 5 temel emniyeti (mal-emek, can, namus, akıl-inanç ve nesil emniyeti) korumak temeli üzerinde herkesle işbirliği yapabiliriz.
Durup dururken bunları niye yazdım? Hürriyet’te Ertuğrul Özkök, benim bir röportajımla ilgili bir yazı yazmış. Diyor ki: SENİN ‘MUHAFAZAKÂR VİCDANIN’ BENİM ‘SEKÜLER VİCDANIM OLSUN’ YETER. Akit Gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak benimle hangi durumda kardeş olabileceğini, hangi durumda özgürce yoluma gidebileceğimi açıklamış. Medya Radar sitesi yazarı Alev Gürsoy Cimin’e verdiği mülakatta şöyle diyor: “Namaz kılsın, işretten vazgeçsin kardeş olalım...” Namaz kılmıyorum... İçkiye gelince, sağlığım el verdiğince kararında içmeye devam edeceğim. Bu durumda onunla kardeş olamayacağız. Peki bu durumda onun gözünde nerede olacağım: Abdurrahman Dilipak onun gözündeki statümü şöyle açıklıyor: “Bugün sadece yurttaş. Başkalarının temel haklarına açık ve yakın bir tehlike oluşturmadığı sürece yoluna gidebilir.” Anlaştık, buna razıyım... O zaman şunu konuşalım. O ve ben, hepimiz birlikte nasıl yaşayacağız. Dilipak kendi konumunu şöyle anlatıyor: “Ben adaletten, barıştan, hürriyetten yana, tarih, kültür, gelenek merkezli, katılımcı, çoğulcu, şeffaf, insan haklarına saygılı bir hukuk devleti hayal ediyorum.” “Bak kardeşim” diyeceğim ama o kardeş kabul etmediği için, “Bak arkadaş” diyor ve devam ediyorum: “Şu söylediklerin var ya, Allah önünde yemin ediyorum ben de aynısını istiyorum.” Yani diyeceğim. İlle de kardeş olmamız gerekmiyor. Aynı ülkenin vatandaşları olarak bu duygularla yaşayalım. Senin “muhafazakâr vicdanın”, benim de “seküler vicdanım” olsun yeter.. Kardeş olmasak bile kardeşmiş gibi yaşar gideriz.”
Evet, şunu söylemeliyim. Biz karşılıklı hak ve hukukumuza dikkat ederek, farklılıklarımıza rağmen barış içinde bir arada yaşayabiliriz. Bu anlamda benim için “Hılful fudul” ve “Medine Sözleşmesi” önemli bir referanstır. Benim “hoş görmeyeceğim” bir çok şey var, ama karşılıklı bir “tahammül anlayışı”, “sabır ahlakı” çok önemli.. Belki uzlaşı için tearüf-bilişmeyi öğrenmemiz gerekiyor.. Birilerinin bana uzaklığı, benim olarak uzaklığıma eşittir. Birbirimizi anlamak bu konuda önemli. Çatışma eşiğinde “def-i mazarrat, celbi menafiden evla” tutulmalı. Hak hürriyet’ten, “vehbi” olan, “kesbi” olandan öncelikli olmalı. Birileri için mutlak-zaruri olan, başkası için mütemmim olanlar öncelikli olmalı. Birbirimizi anlamak zorundayız. Sonuçta kederler paylaşıldıkça azalır ve mutluluklar paylaşıldıkça çoğalır. “Barış daha iyidir”. Birbirimizi anlamak ve kalbini kazanmak (müellefetül kulub) üzere bir bakış, inattan daha iyidir.. Bu anlamda kendimiz için istemediğimiz bir şeyi, başkaları için istememeyi de öğrenmemiz gerek.
Özkök’le ilgili 3 küçük notum daha var. Bir, ben “Muhafazakâr” değilim. “İki günü birbirine eş olan aldanmıştır” diyen bir peygamberin ümmeti muhafazakâr olamaz diye düşünüyorum. İki, vatan-vatandaş, yerine yurt-yurttaş kelimesini tercih ederim. Etimolojik bir arka plan söz konusu. Mesela, “Memleket” de önemli. “Yurt” Türkçe, “Vatan” Arapça aslında. Üç, “ibadet yapmayacağım ve işrete devam edeceğim” ifadesi ya da bu anlama gelen ifadeler, eğer inkâr kastı içermiyorsa, en hafif şekli ile “masiyet” ve “fısk” alametidir. Kardeşlik hukuku imanla mukayyettir. Ben müminlerin kardeşiyim.. Bu da benim kitabımın bana emrettiği bir konudur.. Bir mümin günahkâr da olsa benim kardeşimdir, ama ben o kardeşimin günahının ortağı değilim, bir gayrimüslime haksızlık yaparsa ben haklıdan yana olacağım, mazlumdan yana olacağım, hatta zalim baba, mazlum düşmanım da olsa. Bu bana zaten dinimin emri. İşi ehline vereceğim. O konuda adil şahidlerden olacağım, inşallah.
Özkök benimle kardeşlik hukuku tesis etmek istiyorsa, aramızda ortak bir gelişmeye gelecek ya da zaten ben öyleyim diyecek. Bunun ifade biçimi de “La ilahe ilallah, Muhammedun resulullah” Yani, Yaradan’ın yaratılana vahyettiği, içinde eksiği ve fazlası olmayan, Allah’ın açıklanmış rızasını ve hakikatin bilgisini beyan eden kitaba, onu getiren resule ve bir bütün olarak o kitabın içindekilere iman ettim”dir.. Bu beyanda bulunanlar, benim ek bir beyanıma gerek kalmaksızın doğrudan benim kardeşimdir. Bu beyana aykırı beyanı olanlar, kim olursa olsun, benimle arasında kardeşlik hukuku yoktur ve olamaz. Benim kimseyi kardeş kabul etmem ya da kardeşliği reddetmem söz konusu değil. Kitabın çizdiği çerçeve bütün Müslümanlar için geçerli bir kuraldır ve ben o kurala tabiyim.
Bu konu burada bitmeyecek, yarın da devam edelim. Selam ve dua ile..
yeniakit