Selahaddin Altıntaş
İnsan bir misafirdir
Hepimiz bir çok kez misafir olmuş ve bir çok kez de misafir kabul etmişizdir amma, acaba hiç misafirin özelliklerini düşündük mü?
Yıllarca çalışıp cabalayıp, nice masraflar ederek bir ev alırız, nice masraflar ederek içini döşeriz; aynı şekilde araba alırız. Ayrıca misafire ikram edilen yiyecek ve içecekler, elden ne geliyorsa. Dikkat ediyor musunuz? Misafir hiçbir masrafa karışmadığı halde evimizden de, arabamızdan da, getirdiğimiz yiyecek ve içeceklerden de istifade ediyor.
Evimizde kalıyor, yiyecek içecek, elektrik, su; her şeyden istifade ediyor amma, hiçbir masrafa karışmıyor. Hatta evin, arabanın hiçbir problemi de onu ilgilendirmiyor. Kısaca, her şeyin keyfini sürüyor, fakat hiçbir şeyin derdi onu ilgilendirmiyor. Bu arada, giderken de hiçbir şeyi götüremiyor tabii.. Misafir bu"
Evet, misafir olarak keyf sürmesinin bir tek şartı var; ev sahibinin izni dairesinde hareket etmek. Tuvalete çıkacağı zaman bile izin alacak. Onun dediğini yapacak, yasak ettiği şeyleri yapmayacak. Mesela, izin almadan adamın yatak odasına girse, yani yasak olan bir şeyi yapsa, derhal misafirlikten çıkar ve tokadı da hak eder. Neticede istifadesine sınırlar getirilir, değeri düşer ve gerekirse ceza da verilir.
Aynen bunun gibi; insanoğlu dünyaya bir misafir olarak gelmiştir. Bu alemde hiçbir şey onun değildir amma, güneşten ay"a, havadan suya; bitkilerden hayvanlara, aklınıza ne gelirse, onlardan istifade ediyor. Hiçbir masrafa karışmadığı halde, her şeyden güzel bir şekilde istifade edebilmesi için bir tek şart vardır; bu mülkün sahibinin emir ve izni dairesinde hareket etmek! İzni dairesinde hareket eden misafirine ev sahibi, elinden gelen ikramı seve seve yaptığı gibi; eğer insan da bu mülkün sahibi olan Cenab-ı Hakk"ın emir ve izni dairesinde hareket ederse, akıl almaz nimetlere mahzar olur. Evet, sadece güneşin yanması için bir günde dünyalar büyüklüğünde yakıtın gerekmesi insanı hiç ilgilendirmez. O, sadece onun keyfini sürer. Evet, bu keyfi sürmenin bir tek şartı vardır; bu mülkün sahibinin izni dairesinde hareket etmek. O"nun izin verdiği şeyleri ne bileceğiz dersen, Peygamberimiz Hz.Muhammed sav"i dinleyerek öğreneceksin. Yoksa nereden bileceksin" Demek Kur"an"a göre hayatlarını tanzim edenler ve sünnet-i seniyyeye uyanlar bu kâinatın sahibinin izni dairesinde hareket edenlerdir. İşte bunlar bu dünyanın keyfini sürmektedirler ve ne zaman sorsan hallerinden de memnudurlar.
Emir yasak bilmeyenler ise, misafirin izinsiz yatak odasına girmesi gibi, gözden düşmekte, bütün kıymetlerini kaybetmekte ve cezayı da hak etmektedirler. İşte, emir yasak bilmeyen ve canlarının istediği gibi yaşayanlar, izinsiz davranan misafir misali, cezayı hak ettiklerinden başlarına bir sürü belâ gelmekte, sıkıntı içinde bir hayat sürmektedirler. Bunu da ne zaman sorsan hallerinden şikayet ederek dile getirmektedirler.
Madem bu kâinat sahibinin misafiriyiz ve madem misafir hane sahibinin izni dairesinde hareket eder, öyleyse bizler de hem nimetlerden istifade edebilmek, hem de cezaya çarptırılmamak için Rabbimizin emir ve yasaklarına göre hayatımızı düzenlemeliyiz. Eğer O"nun izni dairesinde hareket edersek; bu alemin hiçbir problemi bizi etkilemeyeceği gibi, bütün nimetlerden de istifade edebiliriz. Hane sahibimiz bizden memnun kalacağından gittiğimiz diğer alemde de ayrıca ikramlarına mahzar oluruz.
Eğer, O"nun izni dairesinde hareket etmezsek istifademiz sınırlandırılır ve başımız sıkıntıdan kurtulmaz. Bunlar yetmiyormuş gibi, gittiğimiz alemde de suçlu muamelesi görürüz.
Evet, hepimiz misafirlik yapmışızdır. Misafirlikte, kendimiz gibi bir insanın izni dairesinde hareket ettiğimiz halde, şu dünya hayatında hakiki sahibimiz olan ve bu alemin yegane sahibi ve mutasarrıfı olan Rabbimizin izni dairesinde hareket etmezsek, bize insan denir mi? Aklı olan misafirliğini bilir, ona göre davranır; misafirlik bitince de arkasına bakmadan çıkar gider.
Bediüzzaman Hz.leri Mektubat adlı eserinde konuyu "Görüyorum ki, şu dünya hayatında en bahtiyar odur ki, dünyayı bir misafirhane-i askerî telâkki etsin ve öyle de iz'an etsin ve ona göre hareket etsin. Ve o telâkki ile, en büyük mertebe olan mertebe-i rızâyı çabuk elde edebilir" şeklinde özetlemiştir.( 9. Mektub)