Ahmet Taşgetiren
“İşkillenme virüsü”
Onun için salgın hastalık gibi zor dönemlerde yaygın psikolojik travmaların önlenmesi de arzulanan şeylerdendir.
“Koronadan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” deniyor ya, aslında o da bu süreçte farklı sendromların devreye gireceğini ve olağanüstü süreçte yer edinebileceği ihtimalini ortaya koyuyor.
“İşkillenme” diye bir söz girdi mesela bu süreçte devreye. İçişleri Bakanı Soylu, CHP’li belediyelerin davranışlarından “işkillendiğini” açıkladı. CHP’li belediyeler “Devlet içinde devlet olma” hesabı içindeler miydi? İşkillendi ve yaptırım uygulamaya başladı. O yaptırımlar kimi zaman “Ekmek dağıtımını önlemek” boyutuna uzanacak biçimde bir şekilde devam ediyor.
Benim sevgili hemşehrim Mahir Ünal CHP’li belediyelerin yaptığı işleri “paralel” bilim kurulu, “paralel” ekmek dağıtımı ve “paralel” hastane tesisi gibi sundu. “Devlet içinde devlet” tanımlamasının başka versiyonu.
Bu yaklaşımın burada kalmayacağı anlaşılıyor. Sayın Cumhurbaşkanı “muhalefette ve medyada virüsten daha tehlikeli virüsler bulunduğu”nu açıklayınca durumdan vazife çıkaranların hemen devreye gireceği zaten beklenirdi.
Nitekim gecikmedi.
RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin öyle bir açıklama yaptı ki, “işkillenme”nin hangi mantıkla nerelere kadar uzanacağını ve nasıl sonuçlar doğuracağını ibretle görmüş olduk.
Açıklamanın girişinde RTÜK Başkanı, devletin salgınla mücadelede başarılı hizmetlerini anlatıyor, sonra “Bu süreç devletin milletiyle beraber olduğu bir seferberlik halidir. Halkımızın bu süreçte devletimizin tüm imkânlarıyla yanında olduğunu hissetmesi ve süreci daha az endişeyle geçirmesi açısından göz ardı edilemeyecek en önemli husus, alınan önlemlerin ve bu kapsamda hayata geçirilen eylemlerin kamuoyuna en doğru, sağlıklı ve şeffaf bir şekilde anlatılmasıdır. Bu görev de süreçteki en önemli aktörlerden olan medyamıza düşmektedir” dedikten sonra sıra medyanın bu konudaki tavrına geliyor.
RTÜK Başkanına göre “birçok yayıncı kuruluş pandemiyle mücadele sürecinin ne kadar öngörülü ve özverili olarak yürütüldüğünü vatandaşlarımıza hassasiyetle anlatmaya gayret göstermiş”, “ama maalesef bazı yayıncılarımız ise bu süreci sorumlu yayıncılık anlayışıyla karşılayamamış ve süreci aksine siyasi fırsatçılık yapmak için uygun bir ortam olarak görmüşlerdir.” “Ayrıca söz konusu yayıncılar alınan önlemleri ve verilen kararları daha vicdanlı bir tutumla değerlendirmemişlerdir.”
RTÜK Başkanı, “söz konusu yayıncı kuruluşlara ilk etapta sözlü uyarılarda bulunduklarını, defalarca uyarıya rağmen bazı yayıncıların bunları dikkate almadığını” belirtip, işlenen cürmün asıl niteliğini ortaya koyuyor:
İşlenen cürüm şu: Devleti milletiyle ayrıştırmak. Üstelik bunu bir alışkanlık haline getirmek.
RTÜK Başkanı bu gerekçe ile bazı kanallara cezai müeyyide uyguladıklarını ortaya koyduktan sonra “Buna rağmen bazı yayıncılarımızın halen bu sorumluluğu sahiplenmeyip aynı tutum içerisinde olduklarını ne yazık ki görmekteyiz” diyor ve son sözünü söylüyor: “Geldiğimiz bu süreçte bunların devam etmesi halinde RTÜK’ün yasadan kaynaklanan diğer yetkilerini de kullanmakta tereddüt etmeyeceğini bir kez daha ifade etmek isteriz.”
Siz de RTÜK Başkanı’nın açıklamasında o “işkillenme” sürecinin adım adım her alana sirayet ettiği düşüncesine kapıldınız mı?
“Devlet içinde devlet olma. Devleti milleti ile ayrıştırma. Ekmek dağıtarak paralel yapı kurma.”
Belediyelerden medyaya, genel söylemle veya uygulama ile farklılaşan her şeye “tehlike” gözüyle bakma.
“Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü” duyarlılığını bu alanlara taşıyarak tehdit değerlendirmeleri üretme…
Hatırlıyorum, dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, 28 Şubat’lı dönemde “Halkı kin ve düşmanlığa yöneltme”yi düzenleyen TCK 312’inci maddenin “maksadını aşan biçimde kullanıldığı”nı ifade etmişti. Tayyip Bey’in Siirt’te okuduğu şiirdeki “Süngüler minare, kubbeler miğfer” ifadeleri ve Erbakan Hoca’nın Bingöl konuşmasında söylediği “Siz ‘Ne mutlu Türküm diyene’ derseniz birileri de çıkar ‘Ne mutlu Kürdüm diyene’ der” şeklindeki sözleri de 312 kapsamına sokulmuştu. Benim yine 28 Şubat günlerinde Malatya’da söylediğim “Ankara’yı yeniden inşa etmek lazım” şeklindeki sözlerim de “Sanık Ankara’yı yıkmayı kastetmiştir” denilerek 312’den yargılanmıştı.
“Devlet” adına işkilleniyoruz, “Devlet” adına başka devlet arayışları olduğundan kuşkulanıyoruz, “Devlet” adına birilerinin bizden ayrıştığını düşünüyoruz. “Devlet olduk” ya, sivil alana karşı teyakkuzda olmak lazım. Bu psikolojiye geldik. Elimizde yaptırım imkanları da var. Ekmek dağıttırmayız. Hastane açtırmayız. Yayınını keseriz. Üstelik tüm medya denetimimize girdiği için kimsenin feryadına da imkan vermeyiz.
Ne zamandan beri böyleyiz biz? Sakın işkillenme virüsü de yayılıyor olmasın!