Abdurrahman Dilipak
Kader, rızık, ecel ve korona
Bu dünya hayatında her şey bir imtinadır. Hayır ya da şer, her şey Allah’tan gelir ve olan her şey bir kaderdir. Herkesin bir rızgı ve bir eceli vardır. Hiç kimse ecelinden önce ya da sonra ölmeyecek ve hiç kimse rızgından az ya da çok yemeyecek! O zaman ne gam! Tedbir takdire mani değildir, fakat tedbir bizim sorumluluğumuzdur. Yoksa Allah takdirinin esbabını da kendi yaratır. İnsanoğlu bazan kaçtığımızı sandığımız şeye doğru koşar. Bize hayır gibi gelen şeylerde Allah “şer”, “şer” gibi gelen şeylerde “Hayır” murat etmiş olabilir. “Bu dünyada tartışıp durduğumuz şeylerin hakikatinin biz gösterileceği bir gün” var. Ve herkese yaptıklarının ve yapmaları gerekirken yapmadıklarının, söylediklerinin ve söylemeleri gerekirken söylemediklerinin kendilerine gösterildiği bir gün!
Bazı şeyleri, sürekli roman okuyan, sürekli dizi film seyreden “akletme”yi akılcılık zanneden, her şeyi sebeb-sonuç ilişkisi ile açıklamaya çalışan, Aklı putlaştıran rasyonalist, determinist, egosantrik anlamda, “rıza”ya dayalı “manevi fayda”yı hesaba katmayan, seküler anlamda pragmatik bir nesil yetiştirdiler. Eğitimin, siyasetin dili, iktisadın dili, medianın dili bu. Bu materyalist bir dil. Bu labirentin sonu maddedicilik’tir. Oradan da kapitalizme, komünizme, liberalizme ve faşizme aralanan bir kapıya ulaşırsınız. Orada Allah yoktur. Varsa da dünyayı yaratmış, kurallar koymuş sonra da ya unutmuş, ya uyumuş ya da başka işlerle uğraşmaktadır. Bıkmış da olabilir. “Ne haliniz varsa görün” demektedir. Haşa! Biz böyle bir Allah’a inanmıyoruz. O mitolojilerdeki Tanrı anlayışıdır. Ve bugün toplum modern bir şirk toplumuna dönüşmektedir giderek. Din bu anlamda Marks’ın da içinde yaşadığı toplumda Pagan geleneğin yeniden yapılandırılmış şekli olan kiliseye bakıp, dinin zonklayan vicdanları teskin etmek için kullanılan bir “afyon” olduğunu söylemiştir; ki Marks yaşarken “afyon” ağrı kesici ve teskin edici olarak kullanılan bir “ilâç”tı.
Biz, gören, duyan, bilen, hüküm sahibi, “ol” deyince olduran, “öl” deyince öldüren, kadere, rızga ve ecele hükmeden bir Allah’a inanıyoruz.
Eğitim sistemi, birilerinin “Tanrıyı kıyamete zorlaması” gibi biz de Tanrıyı başarıya zorlayan bir eğitim sistemi geliştirdik. İktidarlar da bunu yapmaya aday. Promete gibi onlar Tanrının elinden bilgiyi ve ekmeği çalıp halka verecektir. Bu bir “Yahudi aklıdır”. Tanrısı ile güreşecek ve Tanrı yenilmez olduğu halde, yarattığı insanın zekasını görüp, yenilmeyi kabul edip yarattığı insanı başarı ile ödüllendirecekti. Bu rayından çıkmış, sentetik bir ahlaka indirgenmiş, ahlak yerine ikame edilmeye çalışılan “Değerler eğitimi” denilen, din, gelenek, siyasetle sentezlenmiş, başarıya odaklanmış bir anlayışla yetiştirilen gençlik, formatlanan zihinleri ile hakikate giderek uzaklaşmaktadır. Onun için kurgulanmış bir gerçeklik içinde rol kapmak “ideal” haline gelmiştir.
Mesela korona örneğinden bakacaksak, biz üzerimize düşeni yapacağız. Burada def-i mazarrat celbi menafiden önce olacak. Bir iş yaparken kendimize, başkalarına, çevreye zarar vermeyeceğiz. “Mazarrat” ve “Menafi” konusunda istişare ve şûra yapacağız. Hak ve adalete dikkat edeceğiz. Görevlendirme yaparken “ehliyet ve liyakat”a dikkat edeceğiz. Bakın, siz bunları yaparken “atı alan Üsküdar’ı geçiyor” olabilir. “At binenin, kılıç kuşananın” derler ya. Siz bunları düşünürken, biri “adamını bulup, işi ayarlamış” olabilir. Torpil, rüşvet, helal-haram gözetmeden o servete ve makama ulaşmış, rakiplerini tasfiye etmiş olabilir. O haram olanı seçmiştir. O dünya metaını istedi ve Allah ona, onu verdi. Ama onun hesabının sorulacağı bir gün var. Siz “kaybettiniz” gibi gözükse de “mana alemi”nde kazanan sizsiniz. Allah’a ve ahiret gününe iman bunu gerektirir.
Hz. Ali ya da Ebu Zer bu anlamda kazananlardan mı idi, kaybedenlerden mi? Hz. Hasan, Hz. Hüseyin savaşa katılmasa idi ölmeyecekler mi idi? Dikkat: şöyle olmasaydı böyle olmazdı / ya da olurdu demek Şeytandandır. Sahi babam kız olsaydı, ben kim olurdum. Bu akıl müfsid bir akıldır. Daha doğrusu akılsızlıktır. Kader geriye dönük sorgulanmaz zira! Bu Şeytandandır! Hayır ya da şer, Allah’ın takdiridir. Olandan gelecek için esbaba dayalı dersler çıkarmak aklın muktezasıdır. Aynı yanlışın tekrarlanmaması gerekir. Bu bir ibret dersidir. Onun için Allah cahil ve zalim, fasık, münkir, münafık, müfsid kişilere ve topluluklara hidayet nasib etmeyecektir. Onların uzun yaşamaları, servet ve makam sahibi olmaları, görünen dünyevi başarıları, rütbeleri, onlara verilen bir ikram değil, Şeytana verilen mühlet gibi, azgınlıklarını artıracakları için daha çok gazaba uğramaları açısından verilen bir imkandır.
Hani derler ya, “sakınan göze çöp batar” diye! “Korkunun ecele faydası” yoktur. Elbette tedbir alacağız, meşru kurallara uyacak, esbaba tevessül edeceğiz.. Bu aklın gereğidir ve Rabbin rızası, hükmü de o yöndedir. Ecel gelmişse, rızgımız kemale ermişse kader de gerçekleşecektir. Ne tedbir alırsanız alın, hüküm saati gelmişse Allah başka bir sebeb halkeder. Eğer tayin edilen zaman gelmemişse, ne yaparsanız yapın o şey gerçekleşmeyecektir. Bir de şu: Din ve devlet büyüklerini İlah ve Rab edinmeyelim. Bu şirktir. Kurtarıcı yok. Herkes için ancak yaptığının karşılığı vardır. Ve de kaybedilen savaşların kahramanları olduğu gibi, kazanılan savaşların hainleri de vardır. Halid b. Velid’i ve onun azil sebebini hatırlayalım. Korku yok, panik yok. Hastalık hastası olmak yok, koronafobi yok. Tedbir var tevekkül var, sabır var, rızayı aramak var. Selâm ve dua ile.