Ahmet Taşgetiren
Kim bilir nerde nasıl...
Cahit Sıtkı’nın içimize yazılmış mısraları: “Kim bilir nerde nasıl kaç yaşında, bir namazlık saltanatın olacak, taht misali o musalla taşında…”
Deprem oldu, 69 can gitti. Beklenmiyordu ölüm elbet, ama deprem olur, salgın olur, trafik kazası olur, beklenmeyen zamanda gelir ölüm. Ölüm insan için. Depremden kaçarsınız, bir başka yerde ilk sarsıntıda un ufak olacak ve altına torunlarınızı alacak bina yaparsınız. Ölüm bu, gelir.
Ölüme hazırlıklı olmak… Bu dini bir uyarı. Ölüm ötesinde yeni bir dünya var. Orada ebedi yaşanacak. Ama ebedi hayat, bir dünya muhasebesinden sonra olacak. Ve dünya muhasebesi, ebedi hayatın kalitesini belirleyecek. Oradaki muhasebenin en belirgin özelliği ak ile karayı, yalan ile doğruyu, gerçek ile sahteyi ayrıştıracak olması. Ne ilginç değil mi, dil itiraf etmese, eller, ayaklar, deriler konuşacak. Ben ona “mahşer aydınlığı” diyorum.
Buna benzer bir konuşmayı Cumhurbaşkanı Erdoğan eski başbakanlardan Mesut Yılmaz’ın cenazesinde yaptı. Şunları söyledi:
“Her nefis ölümü tadacaktır. Nasıl ki Mesut Bey’i ebediyete gönderiyorsak bizler için de aynı akıbet gerçekleşecektir. Rabbim bizleri bu musallaya hazırlıklı olarak gelmeyi nasip etsin. Farklı dönemden geçiyoruz. İzmir’de meydana gelen olay malum. 1000’e yakın yaralımız var, 50’ye yakın vefatımız var. Nerede nasıl olacak belli değil. Bütün mesele hazırlıklı olmak.” dedi. Sonra rahmet diledi “Mekânı cennet olsun” dedi. Bu dilekler de dini âdâb içerisinde.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dini kültürü var, onun için bu sözler ona yabancı değil.
Cumhurbaşkanı Samsun’da, partisinin il kongresinde konuşurken de ölüm ve hayat tema’sına işaret etti. Merhum Abbdurrahim Karakoçun mısralarıyla:
“Fil çoğalsın, ebabilden umut kesilmez,
Firavun azsa da Nil’den umut kesilmez,
Zalimler ölmüyor diye ye’se kapılma,
Sabret hele, Azrail’den umut kesilmez”
Cumhurbaşkanı kendini mazlum ve çaresiz hissedenlere sesleniyor bir bakıma ve diyor ki: “Azrail gelir bir gün ümidini kesme, zalimleri de alır götürür ve zalimlerin âhirette çetin bir hesabı vardır.”
Politikacılara ölümü, ahireti, mahşer hesaplaşmasını hatırlatmak zordur. Hele onların kendi kendilerine hatırlatması daha da zordur. Halife Ömer r.a. bu uyarıya kendini hazırlayan ender devlet başkanlarındandır. Yüzüğüne “Kefa b’il mevti vâizan - Uyarıcı olarak ölüm yeter” cümlesini yazdırdığı, sakalları ağarıncaya kadar da bir kişinin kendisine “Ey Ömer ölüm var” hatırlatmasında bulunduğu rivayet edilir.
Devleti yönetenler, her an birçok insanın hayatına etki ettikleri için “Vebal”den tedirgindirler. “Dicle kenarında bir kurt bir koyunu kapsa adl-i İlahi onu Ömerden sorar” tedirginliğidir bu.
Süleyman Demirel ya da Mesut Yılmaz, yaşadılar ve gittiler. Siyaset dosyaları oluştu. Dünyada iken kendi konumlarını meşrulaştırdılar. Demirel’in 12 Eylül sonrasında yaptığı sistem eleştirileri var mesela. Çok çarpıcıdır. Ama 28 Şubat’taki operasyondaki rolü de var. Ona sorulduğunda “ülkeyi darbeden koruduğunu” söyler.
Mesut Yılmaz da 28 Şubat sürecinde bir rol üstlenmiştir. İmam Hatipler, Kur’an Kursları operasyonuna imzayı atan odur. Ya da Asker iradesi onun siyasi sorumlulğunda hayata geçmiştir. “Siyasi hayatım pahasına da olsa…” sözü ona aittir. “Siyasi hayat” dünyevi bir bedeldir. Oysa haksızlığa uğrayanların vebali ayrı bir bedeli gerektiriyor. Mesut Yılmaz da tıpkı Demirel gibi o dönemde üstlendiği sorumluluğu “Ülkeyi çok ciddi bir badireden kurtardık, çok ciddi dönemeçten geçirdik” diye meşrulaştırmaya çalışmıştır.
Her ikisi de ebedi aleme göçtü, işin gerçek mahiyeti orada ortaya çıkacak.
Ben Türkiye’nin siyasi serencamını anlattığım konferanslarımda Mesut Yılmaz’ın “Türkiye’de çok partili hayata geçilmiş, ancak her siyasi partinin CHP gibi olması istenmiştir” cümlesini kullandım birçok kez. Bunu söyleyen insan, “Turgut Özal’ın Anavatan Partisini CHP’lileştirmek” gibi bir misyonu nasıl üstlenmiştir, bu ortaya çıkacak orada.
Başına bir İmam Hatip kökenli ismi (Ömer Kayır) getirdiği Başbakanlık Takip Kurulunu askeri oyalamak için mi kurdu yoksa BÇG’nin misyonunu sürdürmek için mi, orada ortaya çıkacak.
Velhasıl orası herkesin saçlarının önüne döküleceği yer.
Şu an Türkiye, en çok “Adalet”i konuşuyor. Herkes çığlık atıyor. Kimi uygulamaları “Zulüm” olarak niteliyor. Uygulayıcılar, duyuyor, duymuyor… Ne yapsın zulme uğradığını düşünenler? “Ruz-i mahşer” yazıları yazıyorum zaman zaman, “Kimi sarsar bu yazılar ki?” gibi yankıları oluyor. Kimi sarsar bilmem, ama ölüm geliyor. Nerde, nasıl, kaç yaşında… bilinmez. Ben kendi kendime de herkese de şunu söylerim: Eller temiz gitmek lazım ebedi aleme…