Abdurrahman Dilipak
Metodik Kemalizm
Herkes Kemalist oldu. Bunlar “Çakma Kemalist” olduğu için “Kamalizm”in ne olduğunu, ne anlama geldiğini bile bilmezler. Bizim “Yeşil Kemalistler” de gerçekten Kemalist olduklarını sanmıyorum. Mustafa Kemal, Heyeti Temsiliye adına nasıl “Halife ve Hakan efendimiz” diye Vahdeddin’e mektup yazıyorsa, bizimkiler de Mustafa Kemal’e aynı şekilde davranıyorlar.
Milletvekilleri, belediye başkanları ve malum zevat 19 Mayıs’ta yine döktürdü.
Kim Mustafa Kemal’in hangi resmini kullanıyor ona bakın. Fötr şapkalı, başı açık, kalpaklı, kasketli, ne ararsan var. Sosyalistler Mustafa Kemal’in Bursa nutkundan yola çıkar, bizimkiler Balıkesir hutbesinden yola çıkarlar. Herkes Mustafa Kemal’den kendine uygun bir açık kapı bulur.
Bizimkilerin Kemalistliği tam çakma, akıllarınca “Reel Politik” yapıyorlar. Oportünistçe yaklaşıyorlar. Pragmatik açıdan yaklaşıyorlar. Hani icabında bizim Yeşil Kemalistler başörtülerinin üstüne fötr şapka bile takabilirler. Onlar böyle davranınca bir takım gençler de bunu sahici zannediyorlar. Yarın iş işten geçtikten sonra onları kim nasıl geri dönmeye ikna edecek. Anlayacağınız bizimkiler dönüştürelim derken dönüşüyorlar. Akıllarında bir yandan Kemalistlerin şerrinden emin olacaklar, öte yandan Kemalizm etiketinin altını İslam’la dolduracaklar. Haydar Baş, Mustafa Kemal’i Ehli Beyt geleneğinden gelen hafız bile yaptı.
Bu ayıp, aynı zamanda Atatürkçülerin ayıbı. İnsanları zorla Atatürkçü yaparsan işte böyle olur. Buradan ne İslam çıkar ne Atatürk. “Türk’ün yeni Amentüsü”nden söz edenlerle, Mustafa Kemal’i yarım ilah ilan edenlerle, dinde reformcularla “İslamcı”lar nereye kadar gidebilir ki.
Cumhuriyet gazetesi bir dönem “İslamcılık” yaptı ne oldu. Bunlar “Politik münafıklık” olarak zihinlerde acı bir hatıra olarak kalır. 1953’te Cumhuriyet gazetesi fethin 500. yılı dolayısı ile yayınladığı eklerinde “Ayasofya”yı cami ilan etmişti. “Ravzayı murad’da bir gül-i Muhammedi açtı” diye manşet atmışlardı. “Türk İstanbul’un üstünde İslam’ın Mührü Camilerimiz”, “Türbe ziyaret adabı”. Ne günlermiş o günler. Düşünebiliyor musunuz, tarikatlara göre sarık nasıl sarılır, kimin cübbesi nasıldır, hangi şeyh nasıl bir asa kullanır. Hangi camide hangi tarikatın zikir halkaları var.
Önce Hitlerci olacaksın, sonra sosyalist, ardından Amerikancı, derken Şeriatçı, sonra da kalkıp “Ben Atatürkçü Değilim” diye yazacaksın! Atilla İlhan da o zaman sorar tabi “Hangi Atatürk” diye!
Cumhuriyet böyle yapıyorsa, bizimkiler niye yapmasın ki! Dün Hitlerin doğum günü partisine heyet gönderenler, faşist Mussolini diktatörlüğünü “Terbiye diktatörlüğü” diye selamlayanlar, bugün kalkmış Demokrasicilik oynuyorlar. Öte yandan; “Tek Adam”, “Tek Parti”, tek kişinin hazırladığı aday listesi ile girilen seçimler. Açık oy, gizli tasnif. Mecliste tercüme yasalar gerekçesiz olarak getirilip, müzakeresiz bir biçimde oy birliği ile kabul edildiği, muhalefet edenlerin İstiklal Mahkemesi’nde soluğu aldığı bir “Demokrasi” bu! Mahkeme, bırakın hukuku, kanuna bile bağlı kalmak zorunluluğu yok. Kararı kanun sayılıyor. Savcı yok, avukat yok, temyiz yok. Tek celsede yargılama yapılıyor, kâğıt, kalem, mürekkep kalmayınca sözlü karar tefhim ediliyor ve infaz gerçekleştirildikten sonra, karar daha sonra kaleme alınıyor.
Kemalist geçinen birileri bu manzara karşısında sadistçe bir zevk mi alıyor ya da midesi mi bulanıyor bu manzara karşısında. Utanç verici bir durum bu. Bu çağdaşlık filan değil. Bu durumun kimseye faydası yok.
Mustafa Kemal 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktı diyorlar. Yunan İzmir’e çıkıyor, Mustafa Kemal Samsun’a oradan Erzurum’a, Sivas’a gidiyor. Mustafa Kemal Samsun’a çıkmadan bir ay evvel, Konfederatif, Başkanlıkla yönetilen, Anayasası, parası, pulu, meclisi olan Kars İslam Cumhuriyeti, İngilizler tarafından yıkılıyor. Mustafa Kemal’in okul sınıfında 30-40 kişi ile yaptığı müşavere tarih oluyor, Kars İslam Cumhuriyetinden haber yok. Mustafa Kemal, İstanbul’dan elinde Vahdeddin’in atama kararı ile biner kendine tahsis edilen gemiye, bir gruh subayla birlikte. Mustafa Sagir de var gemide. İstanbul’dan ayrılırken, İngiliz işgal kuvvetleri gemiye çıkar sayım yapılır, kayıtlar kontrol edilir ve seyir defteri mühürlenir. Bre insafsızlar o gemiyi ne yaptınız. Kim, niçin hurdaya çıkarttınız o gemiyi. Kime sattınız, parası nerede! Hadi bu haltı yediniz, geminin seyir defteri nerede!
Bu dünyada kim kimle beraberse ahirette de onunla hasrolunacak. Bu dünyada tartışıp durduğumuz şeylerin hakikati o gün bize gösterilecek, ama çok geç kalacağız! Ne diyeyim. Rıza Nur’un hatıratı ağır gelir de, Kazım Karabekir’in hatıratını okusanız biraz da.
Sahi Mustafa Kemal’in Selanik’te gittiği bize Şemsi Efendi Mektebi diye öğretilen Şimon Zwi Mektebi nasıl bir mektepti, o mektebin sahibi kimdi.
Yok, yok.. En iyisi siz Cumhuriyetin 10. Yıl albümünü bulabilirseniz, ona bir bakın, 15. Yıl albümü de olur. Keşke Türk Tarih Kurumu ya da CHP, tek parti döneminin bilgi ve belgelerini, yayınlarını bir toplasa da, bu tartışma bitse. Bizim Yeşil Kemalistlere gelince, kime benzerseniz onlardan olursunuz. Dönüştürelim derken dönüşürsünüz. Gayeye giden her yol meşru değildir. Kem alat ile Kemalat olmaz. Böyle davranarak, Allah’ı sizin emellerinize destek vermesini zorlayamazsınız. Herkes için bir uyarı: Haddinden fazla şiddet gayedeki hikmeti yok eder. Selam ve dua ile.