Ahmet Taşgetiren
Müdürün yüreğini anlamak
O dedi ki:
"Dağda ölene ağlamayana insan denmez. Eli silahlı teröriste mani olamayana da devlet denmez."
Kıyameti koparan bu sözün ilk kısmı.
Bir kesim, "Teröriste ağlanır mı" diye tepki gösteriyor, diğer kesim ise, "Emniyet müdürü, oğlu-kızı dağda ölenlerle duygu paylaşımı (empati) yapıyor" diyerek, söze olumlu bakıyor.
Ben de dünkü yazımda Emniyet Müdürü'nün sözlerine olumlu baktığımı ifade ettim.
Tartışmaya Başbakan da katıldı ve grup konuşmasında "Biz dağda ölene ağlamayız, siyaseti siyasetçi yapsın, herkes işine baksın" dedi.
Konunun tartışmaya açık olduğu muhakkak.
Ben, öncelikle emniyet müdürünün niyetinin doğru anlaşılması gerektiğini düşünüyorum.
Emniyet müdürü Diyarbakır'a Siirt'ten geldi ve tabii ki hükümetin kararıyla geldi.
Hükümet, Siirt'te başarılı olmayan birisini Diyarbakır gibi, Siirt'ten çok daha hassas bir şehre emniyet müdürü yapmaz.
Recep Güven'in bir farklılığı olmalı ki hükümet onu oraya getirsin.
Nasıl bir şey o farklılık?
Bence o bölgede çalışmanın gerektirdiği bir farklılık.
O bölgede, bir yandan terörle mücadele etmeniz gerekiyor, bir yandan da mesela dağa çıkışı önlemek, halkın terör örgütüne sempatisini ortadan kaldırmak, halkın ayrışma duygusuna sürüklenmesini önlemek gerekiyor. Yani halkı kazanmak ya da kaybetmemek.
Tayyip Erdoğan'la benzeşme
Şunu herkes biliyor:
1984'ten bu yana 40 bine yakın insan hayatını kaybetmiş. Bir kısmı asker, polis ve sivil insanlardan oluşuyor bu büyük kaybın. Önemli bir kısmı ise terör örgütü mensuplarından.
Terör örgütü mensuplarının bir aile çevresi var. Ölümlerin bu aile çevrelerini etkilememesi düşünülemez. O da, yeniden yeniden dağa çıkışlar için bir toplumsal zemin oluşturuyor. Daha kötüsü, duygu kopuşlarına yol açıyor.
Soru şu: Bu duygu kopuşları nereye kadar giderse gitsin mi -ki bunu en çok terör örgütü istiyor- yoksa devlet adına birileri, bunu önlemenin çaresini bulsun mu?
Aslında Tayyip Erdoğan'ın bugüne kadar geçen herhangi bir devlet yöneticisinden farkı da, bölge insanı ile kurduğu kalbi alakadan oluşuyor.
Devlet, öteden beri demir yumruğunu hissettirmiş zaten.
AK Parti hükümetleri, devletin öteki yüzü diyebileceğimiz olan şeyi, yani "Devlet, millet için var, devletin bir de şefkatli yüzü var" mesajını götürmeye çalışmış. Bunda başarılı olduğu ölçüde karşılık görmüş bölge insanından.
Bana göre Recep Güven, tam da bu politikayı seslendirmiş Diyarbakır'a geldiğinde.
Peki, "Ya şehitleri ne yapacağız, şehit yakınlarının gözyaşını?"
Haklı bir soru tabii ki.
İki tür anne var bu ülkede.
Şehitlerin annesi, dağda ölenlerin annesi.
Türkiye, bu iki anneyi el ele tutuşturup, terörü ve dolayısıyla ölümleri sona erdirmenin çaresini arıyor.
Kurban vermeyelim
Dağa çıkanların önemli bir kısmının lise çağında gençler olduğu biliniyor. Kız ve erkek liseliler. Kandırılıp götürülüyorlar.
Dağdaki ömürleri 3-6 yıl arasında. Sonrası ölüm.
Emniyet müdürü diyor ki:
"Bunların dağa çıkışını önleyemediğimiz için ağlamalıyız."
Devlet bunların dağa çıkışını önleyebilseydi, örgüt tükenir biter, şehit cenazeleri de gelmezdi köylere kentlere...
Hatta bölgede dağa çıkışı önleyebilirseniz, askerlere kalleşçe pusu kurulmasının da önünü alırsınız.
Bunlar iç içe işler.
Diyarbakır'a gönderdiğimiz emniyet müdürünün her şehit cenazesi için yürekten ağladığı konusunda benim en küçük bir şüphem yok.
Polemiklerle birbirimizi açık düşürmenin anlamı yok.
Sonuçta ölen her genç, bu ülkenin genç nüfusundan verilen fire anlamına geliyor.
Yıllardır şu veya bu örgüte genç kurbanlar veriyor bu ülke. Dağda ölüyor, sokakta ölüyor, darağacında ölüyor, hapishanelerde çürüyor gençler.
Analar ağlıyor.
Teröristin anası da ağlıyor, polisin anası da, askerin anası da...
Devlet örgütleri bitirsin, gençleri ve ana yüreklerini kurtarsın.
Başka ne söylenebilir?
Son söz: Diyarbakır Emniyet Müdürü'nü daha işin başında kurban vermeyelim.
bugün