ODTÜ’nün köpekleri ve... Sen misin Erdoğan’ı seven!

Birkaç gün önce Zaman’ın Ankara Temsilcisi Mustafa Ünal’la sohbet ediyorduk... “ODTÜ’deki olaydan haberin var mı?” diye sordu... Haberim var ama o günlerde yurtdışında olduğum için ayrıntısını bilmiyorum” dedim...

“Bak sana anlatayım, o gün ODTÜ’de neler olduğunu” deyip, başladı anlatmaya:
“ODTÜ’yü kazanan bir öğrenci kayıt yaptırmak için okulun yolunu tutuyor. Yanında velisi ve daha önce tanıştığı iki ODTÜ’lü ile birlikte. Kayıt için içeri girdiğinde, başörtülü arkadaşlarının bulunduğu yere saldırgan bir grup ellerinde dövizler ve kamerayla geliyorlar... Önce sözlü ve fiziki taciz, itiş kakış yaşanıyor. Başörtülü öğrenciler geri çekildikçe üzerlerine üzerlerine gidiyorlar. Zorla aralarına girerek oturuyorlar. Ve daha önce yazılmış sloganların yer aldığı dövizleri kameraya karşı tutuyorlar.
Yaşananlar anbean kayda alınıyor. Olay başörtüsü tahammülsüzlüğü...
Başka izahı yok.
O görüntüleri servis edenler de kendileri. Olduğu gibi değil, kırparak yayına veriyorlar. Tepkiden çekinmiş olmalılar. Tartaklama bölümleri siliniyor. Sözlü sataşmanın ardından şikayet için iç hizmetlerin bulunduğu binaya geçiliyor.
Yarım saate yakın güvenlik şefi bekleniyor... O da olayın yaşandığı bölgede. Ama nedense olayı uzaktan izliyor. İki gruptan birer temsilci olanları anlatıyor. Orada yaşananlar kayda geçiyor. Güvenlik sorumlusu başörtülü öğrencilere ‘Sizin güvenliğinizi garanti edemem, bir an önce kampüsten ayrılın’ diyor. Onlar önden, saldırganlar arkadan bir süre kovalamaca yaşanıyor. Başörtülülerin okuldan ayrılmasıyla olay noktalanıyor. Yaşananlar ana hatlarıyla böyle. Yeni öğrenci yaşadıkları karşısında şaşkın ve tedirgin. Kampüsten ağlayarak ayrılıyor.”

BAŞÖRTÜSÜNE TAHAMMÜLSÜZLÜK!

Mustafa’nın özetle anlattığı bu olayda, “açılan bir pankart” var... “Başörtülü öğrenciler”in adeta gözüne sokulan o pankartta, “Dikkat Cemaat var” ifadesi yer alıyor.
Mustafa’ya sordum; “Olayın Cemaat’le bir ilgisi var mı?”
Dedi ki;
“Şurası kesin: ODTÜ’de başörtülü öğrencilere karşı tahammülsüzlük var. Hem yönetimde, hem de bir grup öğrencide...
Sayıca az ama sesleri çok çıkan ideolojik bir grup bu.
Oradaki tartışma yurt meselesi falan değil. Stand hiç değil. Yurt kelimesinin geçtiği bir konuşma yok. O başörtülü öğrenciler 4 yıl ODTÜ yurtlarında kalmış. Tek şikayetleri başörtüsüne karşı tavır... Yurtlarda çok zorluk çekmişler.
Olaylar o gün kendiliğinden gelişmiş değil, planlı bir saldırı söz konusu. Kamera getirilmiş, dövizler hazırlanmış, roller paylaşılmış. Kimin ne yapacağı belli. Bir senaryo söz konusu. İlk kez de yaşanmıyor. Kayıt dönemlerinde sık tekrarlanan bir görüntü. Saldırganların sicili oldukça kabarık. Onca sataşmaya rağmen okul yönetimi bugüne kadar hiçbir tedbir almamış. ‘Orada yurtları kötülediler o yüzden tartışma çıktı’ veya ‘Cemaat yurtları için stand açtılar’ iddiası kuyruklu yalan.”
Mustafa’nın bu anlattıklarından sonra, Akit’in geçen hafta Pazar günü attığı “ODTÜ’de köpekler serbest” başlığının ne kadar isabetli olduğunu bir daha anlıyorum.
Gerçekten de;
“Taşları bağlamışlar
Ama köpekler serbest!”

YA SOKAKTAKİ KÖPEKLER?

Mustafa Ünal’ın da dediği gibi; “ODTÜ’deki olayların temelinde başörtüsüne tahammülsüzlük” var...
Peki, “başörtüsüne tahammülsüzlük” sadece ODTÜ’de mi var?..
Yani “sokakta” yok mu?..
ODTÜ’nün köpekleri “eğitimli” köpekler!.. Onlar, “okullu köpekler!”
Ya “sokak köpekleri?”
İnternethaber sitesinde Süleyman Özışık’ın bir yazısını okudum... Süleyman Özışık, önceki günkü, “Sen misin Erdoğan’ı seven” başlıklı yazısında, “tahammülsüz köpekler”in işi nerelere vardırabileceğini “çarpıcı bir olay”la gözler önüne sermiş...
Buyrun, birlikte okuyalım:
“Bu ülkede herşeyi, ama herşeyi savunabilirsiniz. Ensesti, ahlâksızlığı, namussuzluğu ve hatta terörü göğsünüzü gere gere savunabilirsiniz. Ama başörtüsünü ve başörtülülerin eğitim hakkını savunamazsınız.
Bu ülkede herkesi, ama herkesi sevebilirsiniz. Öcalan’ı, darbeci Sisi’yi, katliamcı Esed’i darbeci paşaları, darbeye çanak tutan holding sahiplerini, gazetecileri ve 200 TL karşılığında ayaklanan vandalları ve daha nicelerini..
Ama Recep Tayyip Erdoğan’ı sevemezsiniz!
Bu ülkede her partiye oy verebilir, oy verdiğinizi de göğsünüzü gere gere söyleyebilirsiniz. Darbe ve ayaklanmaların koşulsuz destekçisi CHP’yi, PKK’nın emir eri görevini yürüten BDP’yi, Perinçek’in İşçi Partisi’ni, MHP’yi, ÖDP’yi ve daha aklınıza hangisi gelirse.. Ama AK Parti’ye oy veremez, verdiyseniz de söyleyemezsiniz.
Bunları yapıyorsanız hainsiniz ve bu hainliğin bir cezası vardır. Kimi “Kömürcü, makarnacı, Bidon kafalı, göbeğini kaşıyan adam, koyun sürüsü” diyerek psikolojik işkencelerden geçirir, kimi ise işkenceyi bizzat fiziki olarak uygular.
Bu fiziki işkenceye maruz kalanlardan biri de Nedret Gökçe...
Nedret Nine tam 75 yaşında... 
Önceki gün evinden çıktığında sonu tüyler ürperten bir yolculuğa çıkacağından habersizdi.
Hemen kapısının önünden geçen bir taksiye bindi ve gideceği adresi söyledi. Yolculuk daha başlarken ters giden birşeyler olduğu belliydi. Sürücü koltuğundaki adam, radyoda haberleri dinliyordu ve o sırada Fethullah Gülen ile ilgili bir haber yayındaydı.
Sürücü, dikiz aynasından bakarak; “Bu adamı seviyor musun? Ne düşünüyorsun bunun hakkında?” diye sordu. Nedret nine ansızın gelen bu soruyu, “Seviyorum evladım bana bir zararı yok” diye geçiştirdi. 
Biraz sonra haberlerde bu kez Başbakan Erdoğan hakkında bir haber çıktı. Sürücü, bir kez daha dikiz aynasından bakarak, bu kez daha nezaketsiz bir şekilde “Sen şimdi bunu da seversin!” diye sordu. Tavırlarında, tuzağı kurup avını bekleyen bir avcının kurnazlığı vardı. Nedret nine bir kez daha aynı cevabı verdi: “Ülkeye hizmet ediyor. Seviyorum niye sevmeyeyim. Allah ondan razı olsun...”
Bu istenmeyen cevap, biraz sonra yaşlı kadının hayatında kavrayamayacağı kadar büyük, onaramayacağı kadar derin yaralar açacaktı.
Direksiyondaki insan kılıklı adam bir anda çileden çıkıp “Bu o.. çocuğunun nesini seviyorsun. Ülkeyi ne hale getirdi” diyerek ağzına gelen galiz küfürleri sıralamaya başladı. Yaşlı kadın kısa bir süre dili tutulmuş gibi öylece izledi. Bu şoktan yararlanan mahlûk, işi o kadar ilerletti ki, ağzını her açtığında dudaklarının arasında iğrenç bir küfür savruluyordu.
Erdoğan’ı ve Fethullah Gülen’i geçip bu kez yaşlı kadına kâğıda kaleme gelmez, yakası açılmamış küfürler savurmaya başladı.
Beti benzi solan kadın çaresizlik içinde sadece, “Seni polise şikayet ederim. Beni burada indir” demekle yetindi.
Gelen cevap kan donduracak cinstendi:
“Seni indireceğim. Öyle bir indireceğim ki, asla unutmayacaksın!”
Olanlar karşısında yaşlı kadının yüzü adeta kireç kesmişti. İtiraz etmesine fırsat dahi verilmeden araba kuytu bir sokağa girdi ve sağa çekip parketti.
Dakikaların yıl olduğu, korkunç işkencenin başladığı anlar... Sürücü, oturduğu koltukta ters dönerek yüzünü arkaya döndü ve sarkarak arka koltuktaki cılız, çelimsiz bedenin sahibine gözünü kan bürümüşcesine yumruklar savurmaya başladı.
Yaşlı kadın, kıstırıldığı arka koltukta gözü dönmüş bir şehir korsanının yaşattığı işkenceyi tüm dehşeti, bütün acısıyla yaşıyor ve civardaki esnaf, olanları sadece ama sadece izliyor, bu vahşete aile kavgası olduğu gerekçesiyle müdahale etmiyordu.
“Sen Tayyip Erdoğan’ı seversin ha?..” sözleri eşliğinde atılan her bir yumruğu bir diğeri izliyordu. Ta ki, suratı kanlar içinde kalıncaya kadar. Nedret ninenin yapabildiği tek şey dermansız bir fısıltıyla “Yapma, vurma!” demek oldu.
Yüzünü koruyacak mecali bile yoktu ve yumruklardan kaçamayacak kadar bitkin düşmüştü...

ASIL DİKTATÖR KENDİLERİ

Arabadan atıldığında kendinde değildi. Biraz önce kendisini izleyen esnaf tarafından apar topar hastaneye kaldırıldı. Kuyruğunun yarısını kapanda bırakmış fare gibi kaçan sürücünün kullandığı arabanın plakası alındı ve polise bildirildi. Bu aşağılık yaratık, gözaltına alındı ama ifade verdikten sonra serbest bırakıldı. Serbest bırakıldı çünkü Nedret nineyi öldürmeyi başaramadı.
Siz bu satırları okurken belki de İstanbul’un bir ilçesinde polisle çatışıyor.
Neden?
Tayyip Erdoğan diktatör ya, ondan!
Biz, bu hastalıklı zihniyeti 1 Haziran tarihinden beri meydanlarda görüyor, izliyoruz.
Uzunca zamandır “Eylül ayı, eylem ayı” diyorduk.
İşte yeniden azdılar.
Amaçları diktatörü devirmek!
Kara lordların paralı askerleri olarak diktatörü devirirken diktatörlük nasıl yapılır dersleri veriyorlar milyonlara. TV başında maç seyredip çekirdek çitleyenlerin kendilerini enayi yerine koyduklarının bile farkında değiller.
Dün Hatay’da polise kiremit atmaya çalışırken düşen Ahmet Atakan’ın Facebook ve twitter sayfasını inceleme şansı buldum.
Mısır’da keskin nişancıların kurşunuyla kırılıp yere düşen Esma için, “B.k çuvalı gibi yere yığıldı” diyerek kahkahalar atmış.
“Kahraman Esad seni seviyoruz” diyerek katledilen 100 binin üzerindeki masuma acımadığını yazmış. Boşuna dememişler, “Kimse yaşattığını yaşamadan bu dünyadan ayrılmaz” diye...
“Bu ülkenin gençleri ölüyor” diye yas tutuyorsunuz ya hani... Haydi şimdi bize şu soruların cevaplarını verin minik diktatörler!
Mısır ve Suriye’deki ölümlere sevinen, ölen Esma’nın arkasından, “Acaba bakire mi gitti?” diyerek dalga geçen, Türkiye’de asker ve polisle çatışırken çatıdan düşüp can veren Ahmet Atakan için ağlayalım mı?
Gücünü ve kudretini yaşlı bir kadının üzerinde deneyen mahlûk, yarın birgün bir eylemde polisle çatışırken öldürülürse, üzülelim mi?
Cevap mı istiyorsunuz?
Emin olun; şu haksızlıklarınıza maruz kalan masum halk sizden fazla üzülüyor, ağlıyor. En azından hiç kimse sizin kadar Ethem Sarısülük’ün, Ali İsmail Korkmaz’ın, Ahmet Atakan’ın ve diğerlerinin ölmesine sevinmiyor.”
Süleyman Özışık’ın 75 yaşındaki Nedret Gökçe adlı yaşlı kadının yaşadıklarını anlattığı bu yazı; “köpekliğin hangi raddelere geldiğini” göstermesi açısından bir ibret vesikasıdır!..
Bu “vandallık”ların, bu “hayvanlık”ların, bu “köpeklik”lerin olmadığını iddia edenler, “ayna”nın karşısına geçip, şöyle bir baksınlar...
Orada “kendilerini” görürler!


Genelkurmay’dan “Kuleli” açıklaması

Hatırlarsınız 4 Eylül tarihli sürmanşetimizde; “Kuleli’de 28 Şubat mı hortlatılıyor” diye sormuş, ertesi gün ve daha sonraki gün, “Genelkurmay bu olaya el koymalı” demiştik.
Olay şuydu: Kuleli Askeri Lisesi’nden mezun olan “dindar öğrenciler”in Harp Akademileri Komutanlığı’na geçmesi engelleniyor!.. Bu iddiayı gündeme getiren “20 civarında dindar öğrenci” vardı ve okuldan atılmışlardı. “Genelkurmay el koymalı” demiştik ya; Genelkurmay Basın ve Halkla İlişkiler Daire Başkanlığı’ndan, “haberlerimiz”le ilgili bir “açıklama” gönderildi...
Açıklamada; sözkonusu “komutan”larla, “öğrenciler” ve “aileleri” ile tek tek görüşüldüğü, öğrencilerden bazılarının “olayı abartarak anlattıkları” kanaatine varıldığı bildiriliyor...
Ama, yine de “olayın bütün yönleriyle araştırıldığı ve bir yanlışlık varsa gerekenin yapılacağı” bildiriliyor ki; şahsen ben Kara Kuvvetleri Komutanı Sayın Org. Hulusi Akar’ın duyarlı davranacağına, bir “haksızlık” varsa bunu gidereceğine inanıyorum.
Umuyorum, bu mesele, en kısa sürede tatlıya bağlanır ve “şikâyetler” ortadan kalkar.


İzninizle
Yaz geldi, geçiyor... “Gezi olayları” bitsin, “evdeki tadilat” sona ersin, ondan sonra Salihli’ye giderim diye düşünürken, neredeyse “kış” gelecek!..
Eğer izin verirseniz, bir süreliğine de olsa Salihli’ye gitmek; “komşularımla, akrabalarımla ve arkadaşlarımla” hasret gidermek istiyorum. Tabiî, “anne, baba, nine, dede ve amcamın kabirleri”ni de ziyaret edip dualar etmek istiyorum...
Gelince görüşmek üzere...
Şimdilik Allahaısmarladık...

yeniakit

Bu yazı toplam 1818 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar