Hasan Karakaya
Öyle bir seyahat ki... Anlatılmaz, yaşanır
Hem "Beytullah"a yüz sürüp, "tavaf" ve "say" yapmayı, yani "umre" yapmayı hem de Medine-i Münevvere"de Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav)"in kabrini ziyaret etmeyi nasip ettiği için Cenab-ı Allah"a sonsuz şükürler ediyorum... Tabiî, bu mukaddes yolculuğu kazasız-belâsız tamamlayıp, sizlere yeniden kavuşturduğu için de hamd-ü senalar ediyorum... Dilerim ki; Cenab-ı Allah, gidemeyenlere de nasip etsin, hem "Umre" yapmayı, hem de "Hacc"a gitmeyi... Gidenlere de, yeniden gitmeyi nasip etsin.
TEBRİK VE TEŞEKKÜRLER
Malûm, 31 Mart akşamı çıktığımız "mukaddes yolculuk"ta, "260 civarında okurumuz" ile birlikte hem "umre"ler yaptık, hem de "sohbet" etme imkânı bulduk.
Öncelikle şunu söyleyeyim: Gazetem Vakit ile bir defa daha gurur duydum... Öylesine "mükemmel bir organizasyon"du ki; en ufak bir aksaklık, en ufak bir kırgınlık ve en ufak bir şikâyet olmadan tamamladık "14 günlük" yolculuğu... "Ziyaret"lerin mükemmel, "ibadet"lerin kolay olmasında, elbette "otel" seçiminin büyük rolü var... Bu seçimde güzel bir tercih yapan, gerek "yemek"lerin kaliteli, gerek "ulaşım"ın kolay olmasını sağlayan "Sıla Turizm"in değerli yönetici ve çalışanlarına; başta Besim Kaplan olmak üzere Harun Yurdakul"a, Musa Örgen, Hüseyin Akkaya, Eyüp Çakmaktaş, Murat Baran ve Ali Kutlu"ya teşekkür ediyorum... Gerçekten, canla-başla çalıştılar... Hele Eyüp Hoca; gerek "dua"ları gerek duygu yüklü konuşmalarıyla, herkesi gözyaşına boğdu...
Canla-başla çalışmak dedim de; İlyas Say"ın adını anmadan geçmek olmaz... Vakit"in Adana ve Trabzon Bölge Temsilcisi olan İlyas Say, Umre seyahatinin organizasyonunda Vakit adına görev aldı ve her aksaklığa anında müdahale edip, okurlarımızın rahat etmesini sağladı. Kendisini tebrik ediyorum.
SİBEL ERASLAN VE ENGİN NOYAN
Biliyorsunuz, bu mukaddes yolculuk esnasında, gazetemizin müessese müdürü Nuri Karahasanoğlu, yazarlarımız Sibel Eraslan ve Engin Noyan ile beraberdik...
Sibel Hanım; "tavaf" ve "say" akşamında, bir "kadın" gözüyle "Hz. Hacer Validemiz"i öyle bir anlattı, öyle bir "Hz. Hacer" portresi çizdi ki; "kadının İslâm"daki yeri"ni tartışanların o konuşmayı dinlemesini isterdim...
Öyle ya; Hz. Hacer Validemiz, binlerce yıldır, milyarlarca mü"min tarafından rahmetle, saygıyla ve gözyaşlarıyla anılıyor.
Hz. Hacer"le birlikte Hz. Hatice, Hz. Fatıma ve Hz. Zeynep gibi, daha nice "anne"mizin de rahmetle ve saygıyla anıldığı gibi...
Bu vesileyle, Münib Engin Noyan Bey"in sözlerine de değinmek istiyorum... Malûmlarınız olduğu üzre, Engin Bey; "bir film projesi" dolayısıyla Vakit"teki yazılarına ara vermişti...
Bu mukaddes yolculukta, kendisi ve eşi de aramızdaydı... "Vakit okurları"na hitap ederken; "Benim için" dedi; "Vakit gazetesi, bugüne kadar şerefli bir gazete idi... Ama bundan sonra, bu şerefli gazete için bir sıfat daha ekliyor ve Vakit için aynı zamanda vefalı gazete diyorum... Evet, Vakit; benim için hem şerefli, hem de vefalı bir gazetedir... Zira; uzun zamandır Vakit"te yazmadığım halde, beni bu topraklara davet etme inceliğini gösterdiler."
SON DERECE UYUMLU BİR TOPLULUK
"Teşekkür" faslına geçmişken; izninizle birkaç kişi ve kuruluşa daha teşekkür etmek istiyorum... Mekke"de faaliyet gösteren "Hıra Dergisi" yöneticilerine, Medine Hurma Bahçesi"nde bizlere güzel bir gün yaşatan Hayrullah Aşık ortağı ve çalışanlarına, içten duaları ve merhum Akif"ten okuduğu şiirlerle herkesin gönlünü fetheden Emekli Müftü Mustafa Dal"a, seyahatin en başından en sonuna kadar, bana adeta "yakın korumalık" yapan Sait Bozkurt"a, Tevfik Çevren"e, Yusuf Kenan Acar"a ve sağlığımla yakından ilgilenen Dr. Hasan Dinçer"e de teşekkür ediyorum.
Hayır, sadece adını andıklarım değil, "Vakit kafilesi"nde yer alan bütün okurlarımıza teşekkür ediyorum... Ne yalan söyleyeyim; böylesine "uyumlu" ve böylesine "diğergâm" bir grubu, daha önce hiç görmemiştim.
Herkes "güleryüzlü"ydü, herkes "birbirine saygılı" ve herkes "fedakârlık"ta birbiriyle yarışıyordu... "Fedakârlık"ta ve birbirine "ikram"da yarışan böyle bir toplulukla birlikte olduğum için son derece mutluyum.
Kafilenin en küçük ferdi, Ahmet Yasin bebekti... Malatya"dan Hakan Yılmaz ve Zülfüye Çiçekli çiftinin bebekleri olan minik Ahmet Yasin, o kadar sevimliydi ki, kucaktan kucağa dolaştı...
Ahmet Yasin gibi "bebek"lerin yanı sıra, Recep Tayyip gibi "çocuk"lar, "genç"ler ve elbette birkaç da "yaşlı"mız vardı... Ama, şu bir gerçekti ki; bu dönem "Umre" yapanlardan, yaş ortalaması en düşük olan "Vakit kafilesi"ydi... Kısacası, "en genç kafile" idik... Öylesine "genç"ler vardı ki; bir güne "iki-üç umre" sığdıranlar oldu.
Kafilenin dikkat çeken bir özelliği de, "Türkiye"nin dört bir yanından" insanların bu seyahatte buluşmuş olmasıydı... Öyle bir "kur"a" çekilmiş ki; İzmir"den Erzurum"a, Trabzon"dan Diyarbakır ve Antalya"ya kadar hemen her şehirden insan "Vakit kampanyası"na katılmış ve bu seyahatte buluşmuş...
Şu an, hepsinin yüzü gözlerimin önünde... Ancak, hepsinden tek tek söz etmem imkânsız... İnşaallah yarın vereceğimiz haberde, isimleri zikretme imkânı olur... Ama şunu söyleyeyim: Ben, bu grubu çok sevdim... İnşallah bundan böyle de görüşmeye devam ederiz.
GÖZYAŞI, HIÇKIRIK VE SARSILMA!
Diyeceksiniz ki;
"Teşekkür"ler, "tebrik"ler tamam da, "yaşadıklarınız"dan niye bahsetmiyorsun?..
Derim ki;
Orası bir "hâl"dir ki, ancak ve ancak yaşanır... Ama, asla anlatılamaz!..
Bir yanardağ gibi patlayıveren "coşku"ların, yanardağın püskürttüğü "lâv"lar misali dökülen "gözyaşları"nın nesi anlatılır ki?..
Nasıl anlatılır ki?.
O an, hiç kimse "kendinde" değildir... Yalvarmakta, yakarmakta, dualar edip, aflar dilemektedir...
Bir an gelir ki;
"Frekans"ı yakalamıştır... İşte o an, "duygusal patlama" anıdır!..
Gözyaşları, hıçkırıklar, sarsılmalar ve şükürler birbirine karışır ki, işte bu an anlatılmaz...
Anlatılamaz...
Sadece yaşanır.
Cenab-ı Allah, bu "duygu"ları, bu "coşku"ları yaşamayı sizlere de nasip etsin...
Dilerim ki;
Hem yaşar, hem yaşatırsınız...
Bir defa daha diyorum ki;
Allah "Umre"lerini kabul etsin.
Nice "Umre"lerde buluşmak dileğiyle...
Eşitlik, adalet, özgürlük!
Bir "Umre" değil, adeta "Hac" dönemindeki kadar kalabalıktı Kâbe... O kadar izdiham vardı ki; zaman zaman "Beytullah"ın etrafı" iğne atsan yere düşmeyecek kadar onbinlerce insanla doluydu...
Hani, "beşeri sistem"lerden söz edip "adalet"ten, "eşitlik"ten dem vuranlar vardır ya; gitsinler de adaletin, eşitliğin ne olduğunu "Beytullah"ta görsünler, "Mescid-i Nebevi"de görsünler...
Otursunlar bir kenara ve önlerinden geçen insanlara baksınlar... O insanlar ki; ırk ırk, renk renk, ülke ülke, dil dil, lehçe lehçe önünden geçerler.
Evet; "deri"leri farklıdır, "dil"leri farklıdır ama, "Allahüekber" derken, "Lebbeyk" derken, "Rabbena atina..." derken, "Salavat" getirirken bütün renkler birleşir, bütün diller aynı kelâmda buluşur...
Oralarda "farklılık" yoktur, oralarda "ayrıcalık" ve "ayrımcılık" da yoktur... Orada herkes "eşit" ve herkes "özgür"dür!..
Orada "dil ve ırk" farkı yoktur...
Orada herkes "insan", orada herkes "Müslüman"dır...
Sözün özü; eşitlik de, özgürlük de İslâm"dadır...