Selâhaddin Çakırgil
Pazar Yârenliği.. / ‘Yareme yâre açan yâr elidir..'
Okuyucuların görüş ve eleştirileri etrafında sohbet etmeyi, daha önce yazdığım mevkutelerde de uzuuun yıllar sürdürmüştüm.
Bu yöntemin faydasız olmayacağı kanaatiyle, buyrunuz, bir ‘Pazar Yârenliği’ne daha:
Geçen haftanın en ateşli tartışma konusu, herhalde, İçişleri Bakanı’nın istifası idi. İçişleri Bakanı, 10 Nisan gecesi saat 22.00’ye doğru, bütün dünyayı kasıp kavuran ‘Coronavirus Salgını’ dolayısiyle, saat 24.00’den itibaren, 48 saatlik bir ‘Sokağa Çıkma Yasağı’ uygulanacağını açıklayınca, büyük şehirlerin özellikle de ‘kanaat’ nedir bilmeyen semtlerinde patlayıveren kargaşa üzerine, ‘sosyal medya’ denilen iletişim alanında kendisine yönelik ağır eleştiriler ve hattâ hakaret furyası sergilenmişti.
O da, 12 Nisan Pazar akşamı geç saatlerde, ‘hatanın kendisine aid olduğunu’ beyan ile, istifa ettiğini açıklayınca, bu kez de aynı ‘sosyal medya’da bir başka furya başlayıp, 1 saat içinde, ‘bu istifanın kabul edilmemesi’ yönünde dilekler dile getirildi ve C. Başkanı Erdoğan’ın ‘istifayı kabul etmediği’nin açıklanmasıyla o furya yatıştı.
Elbette, o istifanın, kamuoyuna açıklamasının şık olmayan tarafı vardı. Çünkü, o Bakan, üstelik de çok önemli bir siperde nöbet tutan birisiydi ve kendisini oraya diken Komutan’ın bilgisi dışında, siperi terketmemesi gerekirdi. Ama, bu durum yine de, ağır eleştiri ve hattâ hakaretlere karşı bir ‘hissî boşalma tepkisi’ olarak değerlendirilebilirdi.
Ama, ‘Fakir’, bu istifayı değerlendirmeye çalıştığı 15 Nisan Çarşamba günkü yazıdan dolayı, bazı ‘dost’ların bile serzenişlerine maruz kaldı. Çünkü, o yazıda, o istifadan dolayı, ‘mâlum terör odakları ve sempatizanları’nın sevindiklerine de değiniliyordu. Bundan dolayı, bazı dostlar, ‘Biz de sevindik o istifaya; yani, şimdi biz de mi, ’terör odaklarının sempatizanıyız?’ dediler; ısrarla.. Bu tepkiyi anlamakta zorlandım ve üzüldüm; bir şarkı düştü dudaklarıma: ‘Yareme yare açan, yâr elidir;/ Yâr elinden yüreğim yarelidir..’
Halbuki, bir siyasetçinin kararlarına sevinenler de olur, eleştirenler de.. Hattâ, kendi partisi içindekiler bile olabilirdi.
Nitekim, bu ‘istifa’nın geleceğin liderliğine oynamak taktiği olduğunu keşfeden, ‘kalb ve niyet okuma’ uzmanları bile görüldü, ekranlarda.
Açıktır ki, bir takım taktik veya entrika yoluyla elde edilen liderlikler de vardır. Ama, kanaatim odur ki, Tayyib Erdoğan, taktik ve entrikalar yoluyla değil, kaderin sevkıyle ve doğru olduğuna inandığı yolda yürümesiyle, halkın yüzde 50’den fazlasının itimâdına -bir eksilme olmadan- lâyık görülmektedir.
Bu vesileyle ekliyeyim ki, yeni kurulan partilerden birinin Gen. Başkanı ve de bir takım kabiliyetlerinin olduğunu düşündüğüm ve bunun için en üst seviyeli sorumluluk makamlarına getirilen bir siyasetçi, geçen hafta yaptığı açıklamaya göre, meğer, o vazifeleri, ülkenin o günkü şartlarda buhranlı bir duruma düşmemesi için kabul etmiş ve o vazifeleri son âna kadar da hakkıyle yerine getirmiş..’ imiş..
Hele de bugün, ‘İçinde kıvrandığın ‘enâniyet girdabından bize masal okuma..’ diyenleri duyar gibi oldum.
Geçelim.
15 Nisan tarihli yazımda, 1977 seçim çalışmalarında, Trabzon’da 10 gün kadar yakın irtibatımın olduğunu söylediğim ve sonralarda da bir ‘resmî mezar’a ‘abdestsiz yaklaşılamıyacağını’ bile söylemek noktasına gelebilen ve geçen hafta vefat eden kişi hakkında, ‘Allah’u Teâlâ’nın kulları üzerindeki her tasarrufunda bir ‘rahmet’ olduğu’na dair son cümlem üzerine, ‘Yani, ne demek istiyorsun?’ diyenler oldu.
Allah’u Teâlâ’nın kulları hakkındaki tasarrufunu kim bilebilir? Ama, Allah’ın mükâfatı gibi mücâzâtında da bir ‘rahmet’ olduğuna inanırım; o kadar..