Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Rüzgâra karşı tükürürseniz..

Rüzgâra karşı tükürürseniz, o tükürük sonunda sizin suratınıza yapışır. İşte aynen öyle de havaya, toprağa, suya verdiğimiz zarar, fıtratı zorlayan her adımımız dönüp bizim alnımıza yapışıyor.

Biz kirlendik ve kirli ellerimizle tabiatı kirletiyoruz ve tabiattaki kir bize yansıyor.

Biz insanoğlu olarak birbirimize merhamet etmiyoruz ki, tabiata merhamet edelim.

2 gün ayrıkotunu yazdım. Tarım konusunu nereden tutsanız elinizde kalır. Felaket bir durumdayız. Yönetim, meslek odaları, üniversiteler, iş dünyası bu konuya nasıl bu kadar yabani kalabilirler. Gözleri WHO, FAO, FDA’dan başka bir şey görmüyor sanki. Tarım birilerinin gözünde pazar ve paradan ibaret.

Pestisitlerin %47’lik kısmı herbisitlerden oluşur. Herbisit toksitesi hava, su, toprakta, bitki, hayvan ve insana, daha doğrusu her canlıya zarar vermekle kalmaz, gelecek nesiller için tehdit oluşturur. Bu zehirli maddelerin %0.015-6’sı hedef alınan canlı üzerine ulaşmakta, geri kalan %94-99.9’luk kısım ise tarım eko sisteminde hedef olmayan organizmalara ve toprağa ulaşmakta, çevredeki tabii ekosistemlere zarar vermesinin ötesinde, buharlaşarak ya da bulaşık savrulması ile havaya ve akıntı nedeniyle kimyasal kirleticiler olarak sulara karışmakta, toprakta kimyasal tortular bırakmaktadır.

Arılar, kuşlar ve balıklar, mikroorganizmalar ve omurgasızlar gibi canlılarda bu zehirleme faaliyeti kitlesel ölümlere sebeb olmaktadır. Bu zehirler, bu canlılarda kısırlaşma ve verimlilik kaybı, hastalık riskini artırmakta, bu riskler bir şekilde hava, su, toprak, bitki ve hayvanlardan insanlara geçmektedir. Bu zehirlerin tabiattaki bulaşıkları sanıldığından daha uzun ömürlü olmaktadır. Bakın, solucanların, uğur böceklerinin, arıların, balıkların ve kuşların başına gelenler bizim de başımıza gelecek. Size bir başka tehlikeden daha söz edeyim: Tarımdaki bugünkü başıboşluk kansere davetiye çıkarıyor.

Fenoksi tipi herbisitlere maruz kalanlarda sıklıkla lenf kanseri görülmektedir. Triazinler göğüs kanserine sebeb olabilmektedir. Terbuthylazine’in akciğer kanserine sebeb olduğu biliniyor. Buğday ekim alanlarında kullanılan herbisitler %60-90 oranında kısırlık ve çocuklarda doğuştan gelen anomolilere sebeb olduğu rapor edilmiştir.  Bu tür toksik maddeler genel olarak canlıların bağışıklık ve sinir sistemlerini tahrip etmekte, çocuklarda Otizme sebeb olmakla, insan ve hayvanların hücre sistemine zarar vermektedir. Bu durum beyin hücrelerinde tahribata yol açabilmekte ve ileri yaşlarda Alzheimer’a sebeb olabilmektedir. 

Dünyadaki tarım ilaçları arasında herbisitler ve insektisitler %70’lik bir paya sahip. Türkiye’de tarım ilacı tüketimi 40.000 ton civarında. Bu miktarın %47’sini insektisitler, %24’ünü herbisitler, %16’sını fungisitler, %13’ünü de diğer gruplar oluşturmaktadır. Bu pestisitlerin yıllık bütçesi yaklaşık 300 milyon dolardır. Yani kendimizi zehirlemek için yılda 200 milyon dolara yakın para harcıyoruz. Alternatif ve geleneksel çözüm yollarına başvurmuyoruz.

Esasen denge bozuldu. Tek başına geleneksel yöntemle zararlılara karşı mücadele eskisi kadar başarılı olunamayabilir. Çünkü zararlının tabiatı değişti. Mutasyona uğradı. Onun için bu yeni yöntemlerden de zaman zaman destek alınabilir, ama bunun sıkı bir şekilde denetlenerek kullanılması gerekir. Bu şekilde devam edilirse, üründen elde ettiğimiz kâr, sağlık için ödediğimiz masrafı karşılamaz. Yani makro ekonomik dengeler açısından gelirimiz giderimizi karşılamaz hale gelir. Zaten tarım ve hayvancılığımız sadece zararlı otlar ve böcekler sebebi ile değil, kullandığımız hormon,  fenni gübrelerle de tabiat ciddi bir şekilde tahrip edilmektedir. Bakın damağımızın tad algısı değiştirildi. Mide salgılarımız ve bağırsak florası da değişti. Ciddi bir probiotik sorunumuz var.

Tohumlarımız sorunlu. Geni ile oynanmış hibrit tohumlar, kanser sebebi de olabiliyor, kısırlaşma sebebi de oluyor, genetik hastalıklara, insan fıtratına yabancı olduğu için alerji sebebi de oluyor.

Asidik gübreler yüzünden toprağımız toz oldu. Canavar tohumlar ekiyoruz, o “şişko patatesler” toprağımızı sömürüyor. Toprağın mineral yapısı bozuldu. Biyolojik yapısı bozuldu.

Bakın, yakın gelecekte, tarımda, suyu ve havayı filitre edip kullanacağız. Bu suyla toprağı yıkayacağız. Artık yağmurlarımız bile temiz değil, asid yağıyor tepemizden. Bu asid yağmurları bitkiyi de toprağı da zehirliyor. Ve daha fazla bu şekilde devam edemeyiz. Kapitalist iştaha, sadece insanı değil, havayı, suyu, toprağı, geçmişi, geleceği her şeyi sömürüyor. Din, ahlak ve gelenekle savaşıyor.

İnsanlığın sonunu getirmek için, sağlık, hayvanlık ve tarım sektörü el birliği ile çalışıyorlar. Bunlar mahşerin 3 atlısı! Mitolojiye göre Promete Pandora’nın kutusunu açmış ve kötülük yeryüzüne dağılmıştı. Bugün birileri Pandora’nın kutusunu değil cehennemin kapısını açmak için zorluyor. Hava, su, toprak kirlenince, kapısını zorladıkları cehennemin ateşi onları yakmak için bekliyor.

Neyse tarımı ve sağlığı, FAO’ya WHO’ya, ilaç ve tohum lobisine, FDA’ya, eğitimi Fulbright’e, ekonomiyi IMF’ye, Dünya Bankasına, LIBOR’a, OECD’ye, kültürü LBGT’ci UNESCO’ya, güvenliğimiz NATO’ya emanetse, cehennem ateşi yakmak için kimi bekliyor aceba!. Selâm ve dua ile.

Not: Emekli bir din görevlisi çocukluğunda çobanlık yaparken, ayrıkotu yiyen kedi ve köpekleri görünce, babasına sorar kedi-köpek ot yer mi diye.. Kedi - köpek, ağrılı, sancılı bir hastalığa yakalanınca arar-bulur ayrıkotu yer ve kısa sürede şifasını bulurmuş!. Ahmet Ulu Aydın’dan gönderdi bu bilgi notunu. Rahvan atı olan bir çiftçi, Serik’ten bir arkadaşının tavsiyesi üzerine atına ayrıkotu vermiş. “At’ım daha canlı ve sağlıklı şimdi, inanmak zor ama böyle” diyor! Ayrıkotu, yerli ve milli!

Bu yazı toplam 740 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar