Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Sadece Yunanistan'la değil; Bütün emperial dünya ve kuklalarıyla..

Bugünlerde Yunanistan’la bir savaşın eşiğinde gibi bir hava var.

Acaba öyle mi?

***

İstanbul’da, Eyyûb Sultan’da, türbeye giriş kapısının solunda, tepesinde metal bir ayyıldız sembolü bulunan beyaz bir mermer kabir vardır.

Üzerindeki yazılar çoğumuzun dikkatini çekmez..

Bu mezarda yatan kişi, Müşir (mareşal) Gazi Edhem Paşa’dır.

O, 1897’de Yunanistan’ın Osmanlı’ya saldırması üzerine, harekete geçen Osmanlı Ordusu’nun başkomutanı olarak 1 ay içinde Atina’ya dayanan bir muzaffer kumandandır. Ama, o zafer sonunda, bütün Avrupa ‘Yunan’ı yedirmeyiz!’ dercesine ayağa kalkmıştı.

O günlerin Avrupa matbuatına bir göz atıldığında, durum daha iyi anlaşılır. Nitekim, sonunda, sadece saldırgan cezalandırılmış ve amma, savaş sonrası müzakere masasından, hiçbir şey elde edilemeden kalkılmıştı.

***

Ve amma, , İttihad-Terakkî Cemiyeti /Partisi’nin ve ‘Abdulhamid olmasın da ne olursa olsun..’ diyen sözde münevverlerin /aydınların ve maalesef, onlarla kolkola olan bir kısım seçkin Müslüman şahsiyetlerin işbirliğiyle, 2. Abdulhamîd’in 1909’da tahttan indirilmesinden 2 yıl sonra, Balkan Harbi’ni başlatan devletlerin başında Yunanistan yer alacak, ve 450 yıllık Osmanlı-müslüman şehri Selanik 1913’de Yunanistan’ın eline geçecekti. O günlerde 100’e yakın câmiin bulunduğu Selanik’te bugün tek bir Müslüman mâbedi bile kalmamış, hepsi yokedilmiştir.

***

Ve 1914-1918 arası süren Birinci Dünya Savaşı’nda, Osmanlı Devleti ağır bir yenilgiye alıp payitaht/ başkent İstanbul bile, İngiltere ve diğer galib devletlerin işgaline uğrayınca; Yunanistan, 15 Mayıs 1919’da başta İngiltere olmak üzere Avrupalıların iteklemesiyle İzmir’e çıkacak, Bursa, Kütahya, (Afyon) Karahisar, Eskişehir’e kadar bütün Batı Anadolu’yu işgal eden Yunan orduları hattâ Polatlı önlerine kadar ilerleyecekti.

Osmanlı Devleti uluslararası hukuk açısından henüz de mevcudiyetini sürdürüyordu. İstanbul’da hareket ve hükûmet etmek imkânı bir hayli sınırlandırılmış olan Padişah M. Vahdeddin yine de devletin başındaydı ve komutanları vazifelendiriyor, onlara gizlice imkânlar sağlıyor ve bir çıkış yolu arıyordu.

Bu kumandanlardan birisi de Mustafa Kemâl Paşa idi ve, onu da Samsun yöresindeki karışıklıkları önlemek gerekçesiyle ve amma, bütün 9. Ordu bölgesinin tam yetkili müfettişi olarak (sonraki dönemde uyduruk tarih yazıcılarının iddia ettiği gibi gizlice değil, resmen ve emrinde onlarca subay, astsubay ve erler, para ve diğer imkânlar olmak üzere) Anadolu’ya gönderiyordu.

O savaşlar 3 sene sürdü ve Yunan Kralı’nın, bir hayvanat bahçesi’nde gezerken bir kuduz maymun tarafından ısırılıp ölmesiyle, Yunanistan bir siyasî istikrarsızlığa düştü ve Anadolu’nun Müslüman halkı, canla-başla çetin bir mücadele verince, Yunanistan, ‘Küçük Asya Faciası’ dedikleri yenilgiyle karşılaştı. Ve amma, emperial güçler savaşta yapamadıklarını Lozan Andlaşması’yla yaptılar.

Artık, 1890’lardan beri ateşli bir helen nasyonalisti olarak Girit’te sivrilmeye başlayan ve Atina’ya gelip iktidara geçen Elefterios Venizelos isimli ünlü Yunan lider de, Osmanlı’nın enkazı üzerine kurulan Ankara Hükûmeti’nin liderleriyle birlikte ‘Büyük Venizelos’ diye anılmaya başlanacaktı.

Ondan sonrası, bizim iç durumumuz daha bir farklıdır. Hele de Lozan’da dayatılan emperial planların, iç siyasette nasıl ve hangi yöntemlerle, ‘İhtimal ki, bazı kelleler koparılacaktır..’ sözünün fiilen sahnelenişi ise, merhûm Necîb Fâzıl’ın, ‘Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu..’ mısraındaki gibi olmuştur.

O konuyu şimdilik geçelim..

***

Biraz da geçmişe bakalım:

Resmî adı yunanca ‘Hellas’, ve bugün latin dillerinde Greek/ Greece / Grѐce, /Griechenland diye anılan Yunanistan, Sultan 2 . Bâyezid ve Fâtih Sultan Mehmed zamanında Osmanlı hâkimiyetine girmiş; 400 yıla yakın bir süre devam eden bu durum, 1821-29 arasındaki Yunan İsyanı sonunda, Yunanistan’ın bağımsızlığının Osmanlı Devleti tarafından tanımasıyla noktalanmıştı.

Osmanlı Devleti, Rûmeli’ye, Balkanlar’a geçtiği 1356’larda, Yunanistan’a, Sırb ve Yunanlıların Kralı olarak anılan Stefan Duşan hükmediyordu.

Ancak, taa Horasan diyarından gelen Timur’un 1402’de Ankara Savaşı’nda Yıldırım Bâyezid’i ağır bir yenilgiye uğratmasıyla fetret /dağınıklık sırasında Selânik, Bizans’ın eline geçmişti. Ama, Fatih’in babası Sultan 2. Murad, 1430’da Selanik'i geri almıştı. Atina ve çevresi ise, Floransa Kralı’nın elindeydi, 1387’den beri.. Halk Ortodoks Hristiyan olduğu halde, Antik Yunan’dan kalma Parthenon TapınağıKatolik Katedrali’ne dönüştürülmüştü.

İstanbul’un fethinden kısa süre sonra ise, Osmanlı ordusu Atina’yı da fethetti ve Fâtih, 1458’de Atina’yı ziyâret etti. Rûmcayı iyi derecede bilen genç sultan, Atina’yı, ‘Medine-t-ul’Hukemâ / hikmet sahibleri, filozoflar şehri’ olarak övdü.

Fâtih ve 2. Bayezid döneminde, Mora Yarımadası da ele geçirildi. Bu durum, 1821-Yunan İsyânı’na kadar devam etti.

1805-1807 yılları arasında Paris’ten Beyt-ul’Muqaddes’e, Jerusalem’e kadar bir yolculuk yapan ünlü Fransız yazarı Chatoubriand, bu yolculuğu sırasında -Batı medeniyetinin anavatanı- olarak bilinen Grѐce diyarını gezer ve Osmanlı Valisi’nin yönetimindeki Helen/ yunan halkının uyuşukluğundan, esefle söz eder. Onun anlattığı o uyuşuk halkın 15 sene sonralarda, 1821’de Mora Yarımadası’nda başlayan Yunan İsyanı’ merhalesine nasıl ulaştığını izah kolay olmasa gerek..

Bu arada, büyük İngiliz şairi Lord Byron’un da, Yunan İsyanı sırasında, sadece şiir desteğiyle yetinmeyip, Yunan İsyanı’na katıldığını ve o çatışmalar sırasında öldüğünü hatırlamakta da fayda var. Çünkü İngiltere, Fransa ve Rusya Yunanistan’ın doğuşuna ebelik yapmışlardır ve 1829’da Navarin’deki Osmanlı Donanması’na baskın yapan ve Osmanlı Donanması’nı yakan Rusya, 1830’da da Yunanistan’ı devlet olarak tanıyan Edirne Andlaşmasını İngiltere ve Fransa’yla birlikte imzalamış ve Yunanistan Krallığı’na da bir Alman getirilmişti.

***

Tarih, iyi okunmazsa, tekerrür eder.. Ve durumun sadece hamâsetle geçiştirilemiyeceği de açıktır.

Bugün de , karşımızdaki sadece Yunanistan değil, bütün emperial güçlerdir ve hattâ Müslüman toplumların başına oturtulmuş bir kısım rejimlerdir.

Ama, biz dün olduğu gibi, bugün de yine varız. Ama, dünlerde içimizdeki uşakların sergilediği teslimiyetçi oyunlara inşaallah tekrar düşmemek dikkatiyle..

Bu yazı toplam 832 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar