Ahmet Taşgetiren

Ahmet Taşgetiren

“Türk çağı Kızılelma”

'Mahvolursunuz… Önümüze çıkana bedel ödetiriz… Bedel ödemeye hazır olan gelsin…'

Üç ayrı gazetenin manşeti böyleydi dün. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şu sözlerinden hareketle oluşmuştu bu manşetler: 

“Türkiye’nin artık sabrı sınanacak, kararlılığı, imkanları ve cesareti test edilecek bir ülke olmadığını herkesin görmesini istiyoruz. Yaparız diyorsak yaparız ve bedelini de öderiz. Varsa bedel ödeme pahasına karşımıza çıkmak isteyen buyursun gelsin, yoksa çekilsinler önümüzden biz kendi işimize bakalım.” 

“Korkunun ecele faydası yoktur. Türkiye, Akdeniz’de de, Ege’de de, Karadeniz’de de hakkı olanı alacaktır. Biz nasıl kimsenin toprağına, egemenliğine, çıkarına göz dikmiyorsak, kendimize ait olanlardan da asla taviz vermeyeceğiz. Bunun için siyasi, ekonomik, askeri bakımdan ne gerekiyorsa yapmakta kararlıyız. Muhataplarımızı kendilerine çekidüzen vermeye, mahvolmalarına yol açacak yanlışlardan uzak durmaya davet ediyoruz”

Ege’de, Doğu Akdeniz’de bir hak mücadelesi var ve bu sözler bunun için ekonomik, siyasi askeri her türlü mücadeleyi göze almış olduğumuzu ifade ediyor. 

Nitekim bir yandan diplomatik görüşmeler devam ederken diğer yandan da sahadaki askeri hareketlilik sürüyor. En gergin alan Türkiye ile Yunanistan arasında. Ancak Doğu Akdeniz dendiğinde çok daha geniş bir ülkeler topluluğunun taraf haline geldiği açık. İttifaklar oluşuyor ve bu ittifakların işin askeri safhasında nasıl rol üstleneceğini öngörmek kolay değil. Cumhurbaşkanı’nın sözleri karşı cenahta konumlanacak herkese yönelik: “Mahvolmak isteyen buyursun gelsin!” 

Özgüvenin tavan yaptığı, doğrusu içerde her boyutu ile heyecan uyandıracak bir söylem. Bir anlamda “7 Düvel”“Yüreğiniz yetiyorsa hadi gelin” diyorsunuz. Müthiş. 

Yavuz Sultan Selim “Bu dünya bir adama çok, iki adama az” demiş. Kanuni, Fransa Kralı’na “Ben ki… Sen ki…” diye öyle bir mektup yazmış ki, Osmanlı’nın haşmetini haykırır. Ağustos’ta, yani “Zaferler ayı”ndayız.  Malazgirtimiz var, Dumlupınar Meydan Muharebemiz var. Atını denize süren Fatihimiz var. “Ya Rabbi önüme bu denizleri çıkarmasaydın, senin Nam-ı Celilini çok daha uzaklara götürecektim” diyen Ukbe bin Nafi gibi İslam komutanlarımız var. Gemileri yakan Tarık bin Ziyadlarımız var. 

Ben konferanslarımda bir hasret çağrısı olarak Mehmet Akif’in “Donanma ordu yürürken muzafferen ileri – Üzengi öpmeye hasretti Garb’ın elçileri” mısralarını çok okumuşumdur. 

Diriliş Ertuğrul’un, Sultan Abdülhamid’in toplumumuzu farklı bir duygu iklimine taşıdığı açık. Bu dizilerle zaaf dönemlerini unuttuğumuz yeni bir tarih okuması yapıyoruz. En Tepe’den “Kızıl elma” duyguları dillendiriliyor. Cumhurbaşkanı’nın da Fetih Suresinden ayetlerle katıldığı klip tüyleri ürpertecek ölçüde heyecanlı. Klipte yer alan sözler de heyecanlı; birkaç kıtasını okuyalım birlikte: 

“Canlar canının yolunda ancak - Kızıl elma hedefine ulaşılacak - Vadedilmiş olan ilahi nur Hâk - Ebedi mutlak hakim olacak 

Kızıl elmanın fethiyle ancak - Yeryüzü sükun huzur bulacak - Geliyoruz ey şanlı al bayrak - Vatan aşkıyla her köşe bucak 

Arşa yükselsin tekbir sesleri - Allah-u Ekber arş ileri - Türk’ün askeri candır siperi - Kahraman yurdumun onur izzeti 

Haydi Türkiyem Allah aşkına - Tarihe bir daha damga vurmaya - Ey aziz millet vatan namına - Yeniden nesillere ilham olmaya 
Nesebinden geliyor yine aynı kan - Dirilişle yeniden yazıyor destan - İ’lâ-yi Kelimetullah bekliyor cihan - İstikamet kızıl elma vermeyiz aman 

Malazgirt’te şahlanan Alparslan gibi - Zaferlerle tarih yazan ecdadım gibi - Çağ kapatıp çağ açan ceddimiz gibi - Hedefimiz kızıl elma marş ileri” 

Osmanlı’nın son günlerindeki marşları hatırlamak olmaz şimdi. Ama ben Mehmet Akif’in yukarda paylaştığım haşmet çağı mısralarından sonra hasret mısralarını da paylaşırdım konferanslarımda: 

“Bir zamanlar biz de millet hem nasıl milletmişiz. Gelmişiz dünyaya insanlık nedir öğretmişiz.” “Bir zamanlar” yani… 

“Türk çağı olsun 21’inci yüzyıl.” Yani “Nizam-ı âlem”i biz inşa edelim. Yani “Ne Doğu ne Batı eksen biz olalım.” 

Nasıl olsun bu? 

Heyecanlardan arındıktan sonraki soru bu değil mi? Ben Akif’in “Hasret” mısralarını  “Eğitim – Türkiye’nin geleceğini inşa” başlıklı konferanslarımda paylaşıyordum. “Dünyanın en iyi 10 ya da 100 üniversitesi içinde kaç üniversiteniz var?” sorusuyla alakalı bir konu değil mi bu? Daha böyle onlarca soru ile alakalı değil mi? Yunan’a söyleyeceğimizi diyelim, ama gene de maddi – manevi tüm gücümüzü ifade eden “özgül ağırlığımız” üzerinde çalışalım. Mesela adaletimiz üzerinde çalışalım. Ekonomimiz üzerinde, sistem sancımız üzerinde duralım. 

Bu yazı toplam 1073 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar