Ahmet Taşgetiren

Ahmet Taşgetiren

Sağlık üzerinden hesaplaşma

Sağlıkta iyiyiz. Dünyada bir numara değilsek bile en önlerdeyiz. Bu alana iyi – doğru yatırımlar yapıldı. Şehir hastanelerinin hazine garantili kamu – özel iş birliği sistemi kimi problemler taşıyor olsa da, sağlık yatırımı olarak Türkiye’nin farkını oluşturan unsurlar arasında.

Genel sağlık sigortası Türkiye gibi gelir düzeyi sınırlı -fukarası çok- ülkeler için gerçekten hayat kurtarıcı bir mahiyet taşıyor. “Amerika’da herhangi bir sigortan yoksa hasta olmayacaksın, hatta salgında sigortalı bile olsan hastaneye yatmayacaksın” deniyor. Türkiye’de deyim yerindeyse en kimsesizin bir kimsesi var. 

Ben sağlık konusuna yapılan yatırımın heyecan verici niteliğini ilk önce Diyarbakır Palu’dan ambulans helikopterle hamile bir kadının şehre getirilip doğumunun sağlanması olayında yazmıştım. Benzeri şekilde kardan yolları kapanmış köylerden paletli ambulanslarla hastaların getirilmesi ve tedavi edilmesi de heyecan verici idi. Hamilelik süreçleri takip edilen anne adayları doğuma yakın şehre getirilip, orada doğuma hazırlanması da büyük bir sağlık başarısı idi Türkiye’nin. (En son İsveç’ten ambulans uçakla getirilen hasta olayı.) 

Şu anda salgınla mücadele de iyi gidiyor. Çok iyi gidiyor. Sağlık Bakanı dahil, sağlık çalışanlarının dili tam bir “Tabib dili.” Şefkatse şefkat, bilgi ise bilgi, sorumluluk ise sorumluluk, fedakarlıksa fedakârlık. Sağlık bakanı, “Hastam” diyorsa her vakaya, o dildeki şefkati hissediyorsunuz. 

Yürekten kutlamayı hak ediyorlar.

Cumhurbaşkanlığı dahil üst yönetim de Bakanlığa (Bilim kurulu ile birlikte) bu inisiyatifi vermekle doğru – sağlıklı bir işletim gerçekleştiriyor. 

Türkiye’nin sağlık alanındaki başarısı dünyadan da görülüyor. Birçok “Gelişmiş ülke”ye katkıda bulundu Türkiye. Kimi zaman bağış şeklinde, kimi zaman acil ihtiyacı temin ederek. Öyle durum olur ki, hayat kurtaracak bir malzemeyi altınla satın almak için bulamazsınız. Amerika’da bilimsel çalışmalarını yürüten Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil Amerika’nın test yapmak için gerekli ucunda pamuk olan çubuğu tedarikte zorlandığını ifade etmişti bir mülakatta. Türkiye iyi hazırlık yaptı, kimi malzemeleri sür’atle üretti ve ihtiyacı olan ülkelere gönderdi. 

Bunlar dar zamanlarda not edilecek unutulmaz işler. 

Burada bir şerhi “İktidara yakın medya dili” için düşmek gerekiyor. 

Şöyle bir söylem işliyor: 

-Bakın işte, her durumda afra tafra yapan Batı ülkeleri iflasını ilan etti. Amerika perişan, İngiltere perişan. Fransa, İspanya, İtalya perişan. Bunlar burunlarından kıl aldırmazlardı, halleri görülüyor! Türkiye’ye muhtaç hale geldiler. Demek ki Batı efsanesi boş bir iddiadan ibaretmiş. 

Hakikaten önce İtalya, ardından sayılan ülkeler ciddi travma yaşadılar. Diyelim, Türkiye’ye de muhtaç hale geldiler. Diyelim biz de onlara yardıma koştuk. 

Soru:

-Peki ama bunları sayıp dökmek bizim ahlâk ölçülerimize uyar mı? Üstelik tam da Ramazan’da. 

Benim “Devlet dili” olarak hissettiğim şu: 

Türkiye, kimi Batı ülkelerinin içine girdiği salgın türbülansında imkânı ölçüsünde yardıma koşarak bir iletişim geliştirmeye çalışıyor. 

Bana göre çok da iyi yapıyor. “Komşu komşunun külüne muhtaç” sözü bize ait. Salgınla mücadelenin o kadar çok boyutu var ki. Bugün siz falanca ülkeye sargı bezi gönderirsiniz, yarın ondan aşı formülü alırsınız. Bilgi dolaşıyor, herkes herkesin yayınına bakıyor, bir ışık görürse oradan yola çıkıp farklı bir formülle farklı bir buluş gerçekleştiriyor. Virüse yakalanan bir tıp profesörü ölümle burun buruna geldiği sırada “Bir makalede okuduğum ilaç imdadıma yetişti” demişti. 

Adı üstünde küresel salgın bu. Çin’den ilim alıyorsunuz, Amerika da sizden alır, yarın siz oradan alırsınız. Üstelik bilim alanındaki fark halen çok bariz. Ve o alanı yakalamak gibi bir hedef hala önümüzde duruyor. 

Batı ile hesaplaşma alanı ayrı. Ya da en azından sağlık alanı değil.  Savaşta bile yaralı ya da hayatını kaybetmiş askerlerin cepheden toplanması için ateş-kes uygulanır. 

Bize karşı “Düşmanlık” varsa, onları bir yerlere not edelim, ama dünyanın herhangi bir halkında ülkemize karşı muhabbet tohumları ekebilme fırsatları doğmuşsa onu da değerlendirelim. Düşmanlıkları ortadan kaldırma fırsatı varsa onu da değerlendirelim. “Bir düşman çok bin dost az” denilmemiş mi? Başa kakmayalım. Nefsimizi tatmin etmeyelim. “Komşusu açken tok sabahlayan bizden değildir” sözü bizim yüreklerimize işlenmiştir. Komşuluğu küresel boyutta düşünmenin manisi yok. 

Diyet var ya Diyet, hani Ömer Seyfettin’in hikayesi… Başkası bize yaptığında hoşlanmayacağımız şeyi biz başkasına yapmayalım. Bırakalım Türkiye bu zor günlerde “İyilik hareketleri” ile yer kürenin hafızasına yazılsın.  

Hesaplaşma başka zamana, başka ortamlara… 

Bu yazı toplam 1165 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar