Selâhaddin Çakırgil
Sahi, Müslümanlar işgal altındaki Filistin’e gitmemeli mi?
Kudüs ve Filistin meselesi bugünlerde daha bir yoğun şekilde gündemde.. Çünkü USA emperyalizmi ve onun Ortadoğu’daki uzantısı İsrail rejimi, 1967’den beri, silah ve sair maddî güçler yoluyla elde ettikleri bir üstünlüğü, artık, ‘iki devletli çözüm’ gibi diplomatik oyunlara gerek duymayacak şekilde noktaladılar. Bu bilinen ve beklenen kararı şimdi yeni duymuşçasına hamâsî nutukların atıldığı tepkiler veriyoruz. Elbette bu protesto gösterileri de yerinde ve gerekli; ama, bu protestolara katılmakla vazifemizi yaptığımız gibi bir duyguya kapılmamak daha bir gerekli.. Eğer, coşkun gösteriler, marşlar, hamâsî nutuklar çare olsaydı; 70 seneden sonra, ortada İsrail diye bir ‘kanser uru’nun kalmaması gerekirdi.
O halde, bu zamana kadar verilen mücadelelerin metodlarını yeniden gözden geçirmek gerekiyor.
Şimdi, kısa vâdede büyük hayallere kapılmadan, ama, Müslümanları gasbedilen kendi topraklarını kurtarıp hür ve müstakil olarak yaşama iradesini sürdürmeleri için uzun soluklu bir mücadeleden başka bir yol kalmadığı daha bir net olarak gözüküyor. Tekrar hatırlayalım ki, Yahudiler 2 bin yıl sürdürdüler mücadelelerini.. Onların silahlarından birisi de bu ‘sabır’ idi. O halde, bu silahı da kuşanmak gerekiyor. Biz Müslümanlar haksızlığa ve zulme karşı inşan hak ve haysiyetini, şerefini korumak için üzerimize düşeni yerine getirmekle ve de zaferle değil, seferle mükellefiz.
Ve hatırlayalım ki, dünyanın her bir yanındaki Yahudiler, İsrail rejiminin tabiî vatandaşıdırlar. Onlar, dünyanın her yerinde, İsrail rejiminin görünmez askeri, fedaîsi, gizli ajanı, ekonomik destekçisi ve propagandacısı durumundalar..
***
Bu arada, BM Güvenlik Konseyi’nin bu konuyla ilgili olarak yaptığı son toplantının ne sonuç vereceği önceden belliydi. Çünkü, USA emperyalizminin istemediği her kararı veto etmek yetkisi var, diğer 4 üyeyle birlikte… Böyleyken, yine de havanda su dövülmesi geleneği tekrarlandı.
USA temsilcisi, 8 Aralık günü yaptığı konuşmada, bir de, ‘Filistin konusunu çözecek anlaşmanın da Washington’da, Beyaz Saray’ın bahçesinde imzalanacağını’ söyledi. Anlaşılıyor ki, dayatmaları, ‘Oldu-bitti’leri sürdürecekler! Tıpkı, Bosna konusunda Deiton Andlaşması’nın dayatılmasında olduğu gibi… Ki, merhûm Aliya İzzet Begoviç, o ‘dayatma’andlaşmayı, ‘Ben Bosna’yı ancak bu kadar kurtarabildim, gelecek nesiller de daha fazlasını kurtarsınlar’ diyerek, gözyaşları içinde imzalamıştı.
***
Son günlerde Arab diyarlarında yoğun şekilde tekrarlanan, ‘Kudüs Araplarındır!’ lafındaki ‘kavmiyetçilik/ ulusçuluk’ illetine de dikkat edelim. Kudüs, Filistin veya herhangi bir Müslüman toprağının meseleleri, sadece o coğrafyadakilerin değil, İslam Milleti’nin tamamının meselesidir.
***
Bir noktaya da değinelim.. Bugünlerde, bir eski ‘tez’ tekrar gündemde.. Bu, ‘Kudüs’e gitmeyelim’ çağrısı.. Değerli yazar D. Mehmet Doğan dostumuzun, Türkiye Yazarlar Birliği sitesinde yayınlanan ve çağrısı da bu yönde... Bu çağrıyı, iyiniyetli olsa bile, yerinde mi diye bir daha düşünelim.
Geçen gün, İstanbul AK Parti M. Vekili Hasan Turan’la sohbet ederken, bu konu da gündeme geldi. O, 22. M.Vekili’yle 3 hafta önce yaptıkları ziyaretten Filistin’deki Müslüman halkın çok memnun olduğunu söylüyordu.
İlginçtir, Kudüs’e gidenler genelde Türkiyeliler.. İranlılar zâten diplomatik bağları olmadığı için gidemiyorlar. Arap ülkeleri de genelde öyle... Başka ülkelerdeki Müslümanlar da uzaklık veya ekonomik imkânsızlık gibi sebeplerle gidemiyorlar. Türkiye’den gidenler ise, oradaki Müslüman halka bir katre de olsa yalnız olmadıklarını hissettiriyorlar ve onlar da, ‘Türkiye Müslümanları da olmasa bizi hatırlayan yok...’ diye hayıflanıyorlar. Ve oraya, İsrail rejiminden vize alarak gitmekten başka bir kanunî yol da yok. Bu durumda, sionist rejimin varlığını ve işgalini kabul etmek gibi bir düşünceyle Kudüs’e gitmeye karşı olmayı öne çıkarmak ne kadar doğrudur? Orada hiç Müslüman olmasaydı, bu çağrı belki o zaman düşünülebilirdi.
Ne dersiniz?
stargazete