İbrahim Karagül
Şam, adalet, kan: Bu nasıl bir savaş!
Suriye'nin Başkenti Şam'da meydana gelen saldırılar gerçekten ürkütücüydü. Elliyi aşkın ölüm, üç yüzü aşkın yaralı var. Simsiyah dumanlar göğe yükselirken harabeye dönen onlarca aracı, derin çukurları ve korkunç görüntüleri izledik ekranlarda. İki araca yerleştirilmiş bir ton patlayıcı sokak ortasında infilak ettirildi.
Askeri istihbarat merkezi ile terörle mücadele birimlerine yakın bölgedeki saldırı, tam da insanların işe gidiş saatlerine denk getirilmiş. Ölenlerin büyük çoğunluğu elbette sivil. Hatta okul çocukları, memurlar, işçiler... Üç metre derinliğinde çukura, ters dönen kamyonlara ve hurda yığınına dönen araçlara bakmak olayın vahametini ortaya koymaya yetiyor.
Bu bir savaş mı? İç savaş mı? Devlet gücünü kullanarak İdlib'de ya da başka yerlerde kitlesel kıyım yapmakla bu tür saldırılar arasında fark var mı? Araçlara yüzlerce kilo patlayıcı koyarak sokak ortasında patlatanlara söyleyecek bir sözümüz var mı?
Bir ülkede, baskıcı bir rejimi devirmenin yolu bu mu? Ne yapmalı, nasıl düşünmeli ve tavır almalı? Tank mermilerinin öldürdüğü sivil insanlarla bombaların öldürdüğü insanların hangileri masum hangileri suçlu! Böyle bir ayırım yapabilir miyiz?
Rejim suçlu, Şam'da yaşayan insanlar da mı suçlu? Ya da muhalefet suçlu, İdlib'de evi başına yıkılanlar da mı suçlu? Yoksa bir tarafın ölümüne ağıt yakarken diğer tarafın ölümüne alkış tutanlar mı asıl suçlu?
Bazen "taraf" olmanın gözleri kör ettiği anlar vardır. Bu zalimle mücadele ederken, mücadele verenlere destek verirken zulüm yollarını, kıyım yollarını kullananlara sempati besleriz bu körlük zamanlarımızda. İşte bu, akıl tutulmasıdır. Zihinlerin karıştığı, fanatizmin zirveye çıktığı, vahşetin büyük ve masum gibi gösterilen ideallerle kamufle edildiği zamandır bu.
Siyasi hedefler, özgürlük mücadeleleri, adalet arayışları, zulümden kurtulma çabaları masun insanların kanları üzerinden yürütüldüğü zaman oturup kendimizi biraz yoklamamızda fayda var. Zalim zaten zalimdir, kötüdür, varolmamalıdır. Ancak bu mücadele yapılırken "insan" yanımızı kaybettiğimiz anda, adalet ve özgürlük kana bulanmış demektir.
Bu coğrafyada insanların hayvanlar gibi boğazlandığına tanık olduk. Yüzbinlerce insanın öldürülmesinin kanıksanmasına, Ebu Gureyb gibi insanlık ayıplarına, toplu kıyımlara, esir kapmlarına, kadın ve çocukların çığlıklarına tanık olduk. Dışarıdan gelen istilacı güçlerin medeniyet merkezlerimizi yakıp yıkmasına, talan etmesine, insanlarımızı aşağılamasına tanık olduk. İçerideki yerli zorbalarımızın onlarca yıl, dışarıdan gelenlerden daha berbat kıyımlarını, baskılarını, aşağılamalarını gördük. İki yıkımın; nitelik olarak, verdiği zararlar göz önüne alındığında birbirinden farklı olmadığını, aslında birbirini tamamladığını farkettik.
Suriye'de yönetimin değişmesini, Suriye halkının tercihlerine göre bir sistemin gelişini, mafyalaşan istihbarat rejiminin ortadan kaldırılmasını hep destekledik, desteklemeye de devam edeceğiz. Ancak bunu yaparken, birilerinin Suriye halkının da üstünde hesaplarının farkında olacağız. Maalesef bu ülkede, rejimle muhalefet arasındaki güç mücadelesinin de üstünde bir güç mücadelesi var. Suriye'de yaşananlar, bu yüzden gün geçtikçe başkalarının savaşına dönüşüyor.
Tanklarla yerleşim birimlerini yerle bir edilmesine, insanların toplu olarak ölümle cezalandırılmasına karşı çıktığımız gibi, dün sabah Şam'da gerçekleşen saldırı türlerine de karşı durmayı bilmemiz gerekiyor. Bunu yapamazsak, "taraf" olmanın körlüğü, basiretsizliği, savrulması başlıyor.
Durduğumuz yer insan olmalı, adalet olmalı, özgürlük için mücadele edenlerin yanı olmalı. Ancak bu hedefe; araçları tonlarca patlayıcı koyup sokak ortasında hava uçurarak, okul çocuklarının, işine giden insanların kanı üzerinden ulaşılamaz. Güce ulaşırsınız, devlet olursunuz ama adalete ulaşamazsınız.
Bu yol adalet yolu değil. Bu yol, uğruna çaba harcadığımız ideallerin değil karşısında mücadele verdiğimiz zulmün yoludur. Bu yol, mazlumun zalimleşmesinin yoludur.
Hep söylerim: Yüz yıldır bu topraklarda uygulanan her senaryoda bize sadece ölmek düştü. Tarih, bunu farkettiğimiz an, bu hazin gerçeğin idrakine varıp kendimizi yeniden kurduğumuz an, değişecektir.
yenişafak