Abdurrahman Dilipak
“Sen varsan şiddete yer yok” mu!?
KADEM “25 Kasım Kadın’a Şiddet Haftası” sebebi ile Aile Bakanlığı’nın da desteklediği “Şiddeti engellemek insani ve vicdani bir sorumluluktur. Unutma, Sen Varsan Şiddet’e Yer Yok!” sloganı ile bir kampanya başlattı. Bu slogan kulağa hoş gelen, içi boş bir slogan.
Aslında, 25 Kasım’ın ilginç bir hikayesi var. 25 Kasım 1960’ta Dominik Cumhuriyeti’nde diktatörlüğe karşı mücadele eden üç kız kardeş Patria, Minerva, Maria Mirabel’in cesetleri bir uçurumdan atılmış şekilde bulundu. Mirabel kardeşler, tecavüz edilerek vahşice öldürülmüştü. Onlar diktatörlüğe karşı mücadele eden anti emperyalist, zulme boyun eğmeyen, direnen kızlardı. Dominik direnişinin sembolü oldular. BM 17 Aralık 1999’da, 25 Kasım’ı “Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması İçin Uluslararası Mücadele Günü” olarak kabul etti.
Bugün, bir anti emperyalist direnişin sembolü kızlar, erkeklere karşı bir kampanyanın sembolü haline getirilmeye çalışılıyor. Aslında o direnen kızlar, kız değil erkek de olabilirlerdi. Önemli olan haksızlığa, zulme, sömürüye karşı direnmek değil mi? Hem de kimden gelirse gelsin kime yönelik olursa olsun. İşi sulandırmak istiyorsanız, onların dili ile “Kompartmanize” edeceksiniz, ikon’laştıracak, seremoni ve ritüellere boğacaksınız.
Evet: “Haddinden fazla şiddet gayedeki hikmeti yok eder”. Soyut / Mücerred bir şiddet karşıtlığı pasifizm’dir. Direniş şuurunu yok etmek isteyenlerin işine yarar. Yani emperyalizmin işine gelir. Anti emperyalist bir hareketi, emperyalizmin oyuncağı yapar.
Şiddeti yok ederseniz hayat durur! Devlet yasal şiddet aygıtıdır, ordusu, polisi ile. Cennet ödülü, cehennem acı ve şiddeti ifade eder. Cevizi kırmak, otomobili, treni, uçağı hareket ettirmek, kuyu kazmak, tünel açmak için şiddete ihtiyaç var. Ceza şiddettir. Zalim diktatörlere karşı da meşru bir şiddetle ayakta kalabilirsiniz. Adalet yoksa ve siz barıştan söz ediyorsanız, bunun adı “teslimiyet”tir. “İstiklali tam bir millet” olamazsınız! Savcılar kimin ne kadar cezalandırılması gerektiğini araştırır, hakim ona karar verir. Şiddet olmayacaksa orduya ne gerek var.
Devrimci kızları, haksızlığa karşı isyan eden, şiddeti örgütleyen kızları alacaksınız her türlü şiddete karşı oyuncak yapacaksınız. O zaman o kızları bir defa da siz öldürmüş olursunuz.
Haksız ve hukuksuz bir şiddet zulümdür. Bu zulüm karşısında susanlar ise dilsiz Şeytan olur. Gücü yetiyorsa, zalime karşı yardımlaşarak, malları, canları, sevdikleri ile elleri ile güçleri yetmiyorsa dilleri ile ona da güçleri yetmiyorsa kalplerinden zalimlere karşı buğz etmeleri gerekir.
Zalim ve mazlumu, din, mezhep, ırk, cinsiyet olarak ayıramazsınız. Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalime karşı olacaksınız. Zalim babanız ya da ananız da olsa, mazlum düşmanınız da olsa. Bir topluluğa olan düşmanlığınız sizi onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmeyecek. Marifet her şeye sazan gibi atlamak değil, onun kaynağına, şekline sonuçlarına bakıp ona göre tavır belirlemektedir. Kadına bir haksızlık yapılıyorsa erkekler de beraber haksızlık yapana karşı olduğumuz gibi, zulüm erkeğe yapılıyorsa kadınlarla birlikte yine haklıdan yana olacağız.
Bakın, bu kampanya ile İstanbul Sözleşmesi ve CEDAW’ın arkasına saklanılarak erkeğe karşı şiddetle ailenin köküne dinamit konulmaya çalışılıyor. Aile terörize ediliyor. Kadın erkeğe karşı kışkırtılıyor. Sureti haktan gözükerek, “biz ıslah edicileriz” deniyor ama, aslında dikkat edin, bir “bozgunculuk” sözkonusu.
Peki gelin-kaynana kavgasını ne yapacağız. Bakmakla yükümlü olduğu çocuğa ya da hastaya zulmeden mürebbiye ya da hemşireyi ne yapacağız!?. Zulmü cinsiyetle etiketlemek de zulümdür. “Ağuyu altın tas içre sunmaktır, balı da onun suç ortağı yaparak” sulh ve selamete ulaşamayız. Kaçtığınızı sandığınız şeye doğru koşmuş olursunuz, kaş yaparken göz çıkarırsınız, Tosya’ya pirince giderken evdeki bulgurdan olursunuz. Müslümancılık da ırkçılıktır, biz Müslümanız! Hakk’a tapan bir milletiz. Cinsiyetçilik de ırkçılıktır. Unutmayın “fikri kavmiyeti tel’in ediyor Peygamber”. Üstünlük Hak’dadır. Hak ölçüsü dışındaki mutlaklaştırılan her türlü aidiyet ırkçılıktır. Paracılık, işçicilik fark etmez. İşte böyle, bu anlamda tek başına iyiniyet yetmiyor maalesef. Çünkü bazan “cehennemin yolları iyi niyet taşları ile döşelidir”. İnsan hakkı, kadın hakkı, hayvan hakkı olmaz. Hak Allah’a ait olan O’nun rızasına dayalı ölçüyü ifade eder aynı zamanda. Hak nerede tecelli ederse biz orada oluruz. Hiç kimseye kote edilmiş, başkalarının mahrum bırakıldığı bir Hak yoktur. İnsan bir hayvana zulmederse, ben insancılık yapmam, Hak’dan ve haklıdan yana olurum. Aslolan ölçü bu. Müslüman gayrimüslime haksızlık yaparsa görevim, adil şahidlerden olmak ve haklıya hakkını teslim etmektir.
Can kan tartılarak adalet sağlanamayacağı gibi, Haksızlığa uğramak, kimseye, (kısas ve tazmin dışında) bedel ödetemez ve onlara karşı haksızlık yapma hakkı vermez. Hak bölünmez, parçalanmaz. Sahi bizim devrimler şiddet uygulamadan mı yapılmıştı. Pasifistler, devrimcileri de “tatlı su devrimcisi” yaptılar anlaşılan. Bu sloganlar; FETÖ icad eden global çetenin toplumları pasifize etmek için uydurdukları bir “hoşgörü” kampanyasına benziyor. Biz onların hoşgörüsünün nasıl bir şey olduğunu 15 Temmuz’da gördük. Onların Afganistan’a, Irak’a getirdikleri cici demokrasilerini de..
Ben ve Resulullahın izinden gidenler varolduğumuz sürece, bir yüzümüze vurana öbür yüzümüzü çevirmeyeceğiz. Bunu beyaz adam kölelerine kendilerine karşı söylemedi. Ama kölelerini böyle eğittiler. Bu kampanyalar da aslında böyle bir gayeye yönelik “yaygın eğitim”e benziyor. Ben varım. Şiddet de var. Kıyamete kadar da varolacak. Şeytan tatile çıkmayacak çünkü. Ve biz, her zaman “Ey düşmanım sen benim ifadem ve hızımsın / Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın” diyeceğiz. Çünkü zalimlerle savaşarak, onlara karşı direnerek şeref kazanacağız.
Benim sloganım: Ne zulmederiz ne de zalimlere boyun eğeriz. “Tom amca” olmayacağız. Celladımızın bıçağını bileylemeyeceğiz. Zalimin hasmıyız amma, yardımına koşarız mazlumun, hem de sen kimsin diye sormadan! Biliriz mazlumun ahı arşı titretir. Madem alemlere rahmet olarak gönderilen bir Peygamberin ümmetiyiz, madem Allah’ın rızasının tecellisinin vesilesi olacağız madem, Hakk’ın ve halkın yeryüzünde gören gözü, işten kulağı, tutan eli, haykıran sesi olacağız. Kadınımızla, erkeğimizle, kadınların ve erkeklerin karşısına Hakk’ı temsilen çıkacağız. Çünkü Allah bizim adil şahidler olmamızı istiyor. İnsanların malları, canları, namusları, akılları, inançları ve canlıların nesillerinin korunmasının emanetini bize veriyor. Safımız da bellidir, istikametimiz de.
Ben varım ve elim armut toplamıyor. Zulmetmekten Allah’a sığınırım, zalimlere karşı sıkılmış bir yumruğum ve kilitlenmemiş haykırmaya hazır bir sesim var. Şiddetle üzerime gelenler, aynı şiddetle gücüm yettiğince karşılık bulacaklarından şüphe etmesinler. Eğer yanıldıklarını anlarlar, özür dilerler, verdikleri zararı tazmin ederlerse, o zaman merhametimin gazabımdan, sevgimin nefretinden büyük olduğunu bilmeleri gerekir. Ben “Barış”tan yanayım. Aklımla vicdanımın barışıdır benim için ilk barış. Sonra insanın insanla barışmasıdır erdemli yolculuğun ikinci adımı. Ve 3. adım, insanın tabiatla barışı. Hava, su, toprakla, bitki ve diğer canlılarla barışı gelir. Bu üç barış, bizi Allah’la barışa götürür. Değilse insan Allah’la savaştadır. Allah’ın bir adı da “Selam/ Barış’tır. “Abdusselam” derken, “Barış’ın kulu” demiş olursunuz. “Darusselam” “Barış yurdu” demektir. “İslam” “Slm” kökünden aynı zamanda “Barış’a giden yol” demektir. Son birkaç söz: Bütün insanlığın hayrına olmayan bir çözüm teklifi benim teklifim olmayacak. Biz alemlere rahmet olarak gönderilen bir Peygamberin ümmetiyiz. Adalet yoksa barış da yok. Adalet yoksa barış teslimiyettir. Adalet ve barış yoksa hiçbir özgürlük güvende değil demektir. Selâm ve dua ile.