Abdurrahman Dilipak
Sözün bittiği yerdeyiz!
Derin Gerçekler
FETO tartışması sürerken, bir de Apo tartışması eklendi.
Narin cinayeti iddianamesinde, 2 ay sonra, hala cinayetin niçin işlendiği belli değil.
Hastahane çetesine ilişkin yağmur gibi ihbar geliyor.
Bu arada BRİCS toplantısı yapıldı.
Filistin-Lübnan cephesinde yeni bir durum yok.
Suriye’de kriz derinleşiyor ve genişliyor. Irak’da ve İran’da tedirgin bekleyiş sürüyor. Ukrayna’nın NATO’ya üyeliği beklemeye alınırken, Nükler silah verilerek caydırıcı gücünün takviye edilerek Rusya’nın baskılanacağı söyleniyor.
ABD seçimleri için son 10 gündeyiz ve ABD’de aynı şekilde kriz derinleşiyor, yayılıyor, şiddetini artırıyor. Dünyanın hali böyle.
Şimdi başımızı iki elimizin arasına alıp düşünelim, ülkemiz, bölgemiz ve dünya nereye gidiyor?
Bu kötü gidişe dur demek için ne yapabiliriz? Birbirimizi suçlamadan önce, “biz nerede yanlış yaptık” sorusunu kendi kendimize soramaz mıyız?
Suçladığımız kesimlerin geri dönüş kapısını kapatmak ne kadar Müslümanca bir davranış olur.?
Hani Firavun'a bile güzel söz ve hikmetle hakkı söyleyecektik. Hani bir topluluğa olan öfkemiz bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevketmeyecekti.
Elbette iktidar, güç ve servet sahipleri olanlardan en fazla onlar sorumludur. Ama onlarla beraber hareket edenler yanında onlar karşısında susanlar da sorumlu. İtiraf edelim ki, sivili, siyasetçisi, askeri, polisi, cemaatı, STK’sı, sağı, solu, milliyetçisi, liberali, alevi’si, sünni’si, media’sı, yargıçları, bürokratları bu sonuçtan biz hepimiz değişik ölçülerde sorumluyuz. Ama bir türlü “inni küntü minezzalimin” diyemiyoruz. ''Biz cahillerden, zalimlerden olduk'' diyemiyoruz. Hep ötekileri suçluyoruz. Allah'tan başka herkesten korkuyoruz ve hep Allah'tan başka birilerinden medet umuyoruz.
Bu yazım, bu anlamda herkese.
Önce de kendi nefsime...
Bakın tencere yuvarlanıp kapağını buluyor. Biz kendimizi değiştirmeden de Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecek. Değişmesi gereken biziz biz. Başımıza gelen felaketler, hep kendi ellerimizle yaptıklarımız yüzündendir. İtiraf edelim biz Allah’ın ipini bıraktık, Allah'ta bizim ipimizi bıraktı. Onun içindir ki, Allah bu Şeytanları ve zalimleri başımıza bela etti. Şeytan da, ABD’de de, İsrail'de Allah’ın iradesi içindedir.
Ne sanıyordunuz evde karı-koca, gelin-kaynana kavgası içinde, miras hesaplarken kardeşler arasındaki kavgaya şahidlik eden çocukların sizin inandığınızı zannettiğiniz, seramoni, ritüel ve ikonografilere indirgenmiş, gelenekle sulandırılmış, Atalarınızın dinine inanacaklarını mı zannediyordunuz?
Bakın, iktidar ya da muhalefet kanadından ya da dış güçlerden bir günah keçisi bulup bütün suçları ona yükleyerek günahtan ve sorumluluktan kurtulamayız. İçeride de dışarıda da hainler de var, Hılful fudul ve müellefetül gulub adayları da.
Şeytanın ve onun dostlarının varlığı günahlarımızın bahanesi olamaz.
Evet, aşağıdaki sözlerim herkese.
Hepimize..
Anayasa değişikliğini filan unutun. Sözün bittiği yerdeyiz. Siyasetin de, Ekonominin de dibe vurduğu noktadayız. Yarın İstanbul depremi de olursa, ne yapacaksınız? Şimdi her şeyden önce Adaleti tesis edelim. Bunun sorumluluğu iktidarı ile muhalefeti ile yargı erki, barolarla herkesin sorumluluğunda.. Adalet mülkün temelidir. Adalet yoksa sahip olduğunuz hiçbir şeyin değeri yoktur.
Yargı çöktü. Adalet yoksa barış da yok. Adalet ve barış yoksa hiçbir hürriyettin değeri yoktur.
Ekonomi çöktü. Kredi kartı borçları patladı. İcra daireleri haciz dosyları ile dolu. Esnaf can çekişiyor. Sıra iş adamlarında. Yarın bankalar da kilitlenecek. Yolsuzluk almış başına gidiyor. Bakın aç insanlara söz dinletemezsiniz. Aile dağılıyor. Evlilik durdu. Boşanmalar çığ gibi. Çocuk doğurmuyor artık kadınlar. İstanbul sözleşmesi, Lanzarote, kadının özgürleştirilmesi derken gelinen noktada ortada.
Bakın, uyuşturucu, kumar, fuhuş çığ gibi üstümüze geliyor. Çeteleşme artık mahallelerde köşe başlarını tutuyor. Esnafı haraca bağlıyorlar. İntiharlar almış başına gidiyor. Gençler de, yaşlılar da psikolojik açıdan hasta. Psikotrop ilaç tüketimi patlamış vaziyette. İnsanlar cinnet geçiriyor.
Bürokrasiniz kör, sağır ve dilsiz. Ne CoVID döneminin skandal kararları hakkında itirazlara ve taleplere bir cevap veriliyor, ne 5G, ne Chemistrail konusunda toplumu adam yerine koyan var. İklim Bakanlığı deseniz, sanki Uluslararası sistemin ileri karakolu gibi! Sağlık Bakanlığı DSÖ kararnameleri ile mi yönetilecek? Bundan sonra Tarım Bakanlığı FAO ve FDI tarafından mı yönetilecek? İyi Maliye Bakanlığı, Merkez Bankasını da Dünya Bankası, IMF, LIBOR ve FED’e verelim olsun bitsin bu iş.
Cumhurbaşkanı her fırsatta “Uluslararası sistemle birlikte hareket etmek”ten söz ediyor ya, iyi işte Savunma ve Genel Kurmay NATO ile birlikte hareket etsin. Yasalarımızın çoğu batıdan tercüme yasalar değil mi, İstanbul sözleşmesinde olduğu gibi, AB mevzuatını tercüme edelim uygulayalım. Nasıl olsa oybirliği ile kabul ediliyor. Grublar adına konuşanlar bile yasa metnini okuma gereği bile duymuyor.
TL’yi ister Euro’ya ister dolara bağlayın olsun bitsin.
Zaten sonunda onların dediği olmuyor mu?
Ne onlar üzülsün, ne siz üzülün, millette bu iktidar muhalefet kavgalarından bıktı usandı, sonunda nasıl olsa batılıların dediği oluyor, o zaman niye didişip duruyoruz. Yapmayacak olursanız, darbe olduğunu da biliyoruz. Kahraman ordumuz yönetime el koyuyor ve sonunda batının dediği oluyor. Bu batılıları Allah kahretsin, ne içeri alıyorlar, ne kapıdan gitmemize izin veriyorlar. 100 yıl geçti ya hu! 21.YY’ın ilk çeyreğinin sonuna geldik. Ve işte şimdi durduğumuz yer. Geldiğimiz noktadan ileri de gidemeyiz, geri adım da atamıyoruz. Artık bir karar vermek ve bedeli ne ise onu da ödemek zorundayız.
Şunu görelim, yeteri kadar akıllı, yeter, kadar dürüst ve yeteri kadar cesur değildik.
Dinin de içini boşalttık. Artık bu haltı yiyenlerin çocukları bile o dine ve o tarihe inanmıyorlar.
Tarih bir övgü, sövgü ve mefahir konusu.
Dindarların, Cemaat denilen yapıların, Diyanetin, İlahiyatın, İmam-Hatiplerin, Dini Vakıfların, Tarikatlerin hali ortada. Media ve STK’lar, Cemaat yapıları, siyasetin arka bahçesinde buharlaşıp gittiler. Hemen hepsi Holdingleşti. Dışarıda kalanlar da Uluslararası sistem tarafından fonlanıyor. Geriye ne kaldı ki!
Sahi siyasiler neden hiç HABAT’tan, AGARTHA’dan söz etmezler. Bunlar FETÖ’den de HABAT’dan da, BÇG’den de daha tehlikeli değiller mi? Neden bizim “yerli ve milli Epstein çeteleri” gündem olmaz. Herkes biliyor ki, ekonomi ve siyaseti, adaleti dizayn eden çevrelerin ellerinde kasetler ve dosyalar da var.
Narinler, Sılalar böyle ortamlardaki sulanan bataklılarda can veriyorlar. Bugün yaşanan Çocuk yoğun bakım skandalı, bir savcıyı tehdit edecek cür’et ve cesareti nasıl bulabiliyor? Hatta savcıyı vurdurmak için bir tetikçiyle pazarlık yapabiliyor? Ve bunu yapanların siyasilerle, devletin üst düzey yöneticileri ile birlikte olabiliyorlar.
Herkes biliyor ki, bu ortaya çıkan buzdağının görünen kısmı değil, bu barajdan bir sızıntı ya da devede kulak bir hadise. Bu iş özel hastahanelerle sınırlı değil, daha eğer olayın üstü örtülmezse üniversite hastahanelerine de gelecek sıra. Yahu 165 kuruşluk PCR’yi devlete 4 dolara satanlardan hesap sormayanlar bu işin mi hesabını soracaklar. CoVID, mRNA cinayetinin hesabını sormayanlar mı bu işin hesabını soracak. O şehir hastahanelerin nasıl, kimler tarafından, hangi pazarlıklarla yapıldığını biliyor muyuz? Ya hu mesele sadece sucukta at-eşek, domuz meselesinden ibaret değil. İlaç’da, Gıda’da çok daha büyük domuzluklar sözkonusu.
Üzüm bağının üzümünü şarap fabrikasına sattırmayan ve şarap fabrikası ile görüşen çalışanını işten kovan adamın yediği haltların haddi hesabı bir yana, çalışanının hakkını ödememesini nasıl telif edeceğiz. evli bayan çalışanına sarkıntılık etmesi, gasbettiği alınteri karşılığı kul hakkına girmez mi?
Ha’ Tabi, o bir yerden fetvasını almıştır.
Bir cemaata ait tur şirketi ile hocaefendilerle 7 yıldızlı umre seyahati ile günahlarını sildirecektir herhalde!
Bu münafıkça işler yüzünden insanlar dinden soğudu ya hu!
Dine ve dindarlara bu zararı dinsizler veremezdi, veremedi de.
Ama gel görkü halimiz ortada.
Kimi, Deist oldu, kimi agnostik. Kimi Şamanist oldu. Durmak yok, yola devam!
Ramazan bayramından hemen birkaç gün sonra, açılışı Mübarek Cuma günü (!?)Adana’da Kültür Bakanlığının desteği ile yine yerli ve milli, Karnavalımız var. Kamu bankaları da Karnavalla başlayacak “Kültür yolu festivali’nin sponsorları”.. Bu arada Adana’da adliyede, adliyede uyuşturuculu fuhuş partisi düzenlemişler.
Ne günlere kaldık. Bekri Mustafa’nın Ayasofya’ya imam olması yakın bu gidişle.
Tekrar söylüyorum, ülkeyi bu hale düşürenler kimse, sivili ile, siyasetçisi ile, Media’sı, STK ile, iş adamı ile, hakimi, savcısı, askeri polisi ile hepsi başlarını ellerinin arasına alıp düşünsünler. Ahireti, hesap gününü, kamuya malolan zararlar üzerinden kul haklarını ve bu vebali nasıl taşıyacaklarını? Aksi takdirde terazinin asla şaşmayacağı bir din günü var, hesap günü var ve o gün çok çetin olacak! Zaten bu kaygıları taşımayan gafletten değilde hainliğinden bunlara tevessül ediyorsa Allah onlarında belasını versin. Görevini hakkı ile yapanlara, rüşvete, torpile, haksızlıklara karşı direnenlere selam olsun.
Bakın peygamber evinde hainler olabildiği gibi, Firavunun sarayında aziz’ler/azize’ler de olabilir.
Biz “adil şahid”ler olalım. Cezadan önce tevbe’ye çağıralım insanları.
Her yerde, her zaman, her çeşit insan vardır. Son zamanlarda salgın haline gelen olumsuzluklara karşı namuslu insanların birlik olup, ülkeye sahip çıkması gerek.
Gelin kendi partimizi, hemşehrimizi, akrabamızı, cemiyetimizi, camiamızı, cemaatımızı değil, haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana zalime karşı duralım. Zalim babamız da olsa, mazlum düşmanımız da. Yoksa bu ülkede yaşayan herkes çok ağır bir bedel ödeyecekler.
Son pişmanlık fayda vermez. İş işten geçmeden aklımızı başımıza toplayalım.
Yoksa içimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden hep birlikte helak olacağız. (Allah korusun) Ancak Allah cahilleri ve zalimler korumaz.
Onların üstlerine pislik yağdırır ve onların işlerini sarp dağlara sardırır.
Selam ve dua ile.