Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Srebrenitsa, Bosna Soykırımı’nın sadece bir sembolüdür!

Bosna’nın Srebrenitsa şehrinde, BM. resmî rakamlara göre, 8 bin küsur, müslüman halkın rivayetleri açısından ise, 11 bini aşkın insanın katledildiği bir günün, 11 Temmuz 1995’in 20. yıldönümündeyiz. O korkunç barbarlık günlerinin üzerinden zaman geçtikte, çoğu kimse yıllarca işlenen o korkunç barbarlıkları unutuyor ve sanılıyor ki; sadece Srebrenitsa’da acı bir takım durumlar olmuş.. Böyle olunca da tepki, ’Vah-vahhh.’ şeklindeki bir hayıflanmadan ibaret oluyor.
Halbuki 10 bin civarında insanın öldürüldüğü bir mekan olan Srebrenitsa, 200 binden fazla insanın, sırf müslüman oldukları için yıllar boyu sistematik şekilde öldürüldükleri Bosna Trajedisi’nin sadece küçük bir sembol ismidir. Yüzbinlerce, milyonlarca müslüman da ne büyük cismanî ve ruhî yaralarla, ne büyük kayıplar ve perişanlıklarla ve ne alçakça ahlâksızlıklarla karşı karşıya kalmışlardı. ’Çağdaş, modern, medenî..’ vs.. diye yüceltilen Avrupa’nın ortasında, henüz 20 sene öncelerde işlenen o korkunç cinayetler, gerçekte, Ortaçağ’da hristiyan toplumlar arasında, farklı din, mezheb ve kavimler arasında arasında yaşanan korkunç cinayetlerden hiç de geri kalmıyordu..
Tek fark, kullanılan silahların en gelişmiş teknolojilerle üretilmiş olmasıydı.. Bir de, geçmişte olmayan şekilde, BM gibi uluslararası kuruluşların ’koruyucu melekliği’ (!?) altında işlenmiş olmasıydı, bu korkunç cinayetlerin.. Öyle ki, canlarını kurtarmak için sığınacak yer arayan müslüman halk, Srebrenitsa kasabasına sığınmışlardı. Çünkü, bu kasaba, 6 Temmuz 1995 günü, BM. tarafından ’güvenlikli bölge’ ilan edilmiş ve müslümanların elinde olan bir takım derme-çatma silahlar varsa, onlar da alınmıştı, ellerinden.. Bu, o mekanın güvenliğinin BM. tarafından garanti edildiği mânâsındaydı, elbette.. Ve o coğrafyanın güvenliği de, Hollanda askerlerine havale ve emanet edilmişti.. Bu garanti yüzünden, 5 bin nüfuslu kasaba, sığınanlarla birlikte bir anda 20 bin nüfuslu hale gelmişti.
O‚ ’BM. güvenlikli bölgesi’ statüsüne rağmen, sırb milis güçleri çetnik’ler bu şehri işgal ettiğinde BM. seyirci kaldı.. Sırb milis güçlerinin komutanlarından Radko Miladiç, ’Bugün türklerden intikam alma günümüzdür..’ diyordu.. ’Türk’ denilenler de, etnik açıdan slav kavimlerinden olan müslümanlardı.. (Balkanlar’da 500 yılı bulan Osmanlı hâkimiyetinin etkisiyle, türk ve müslüman, aynı mânâda kullanılır olmuştu, hele de gayrimuslim halklar tarafından..) İntikamının alınacağı söylenen geçmiş ise, 1389’lardan beri tesis edilmiş ve 1900’lerin başlarına kadar devam etmiş olan dönemdi..
Ve Müslümanlar silahsız, korumasızdı.. Hollanda askerleri, kendi kışlalarına sığınmış olan müslümanları da sırblara, ’Bir tehlike yok.. Biz buradayız..’ gibi garantiler vererek teslim ettiler ve deri-kemik haline gelmiş genç insanlar son bir çabayla sürüklendiler, öldürülecekleri çukurların eşiğine doğru.. Dahası, gömülecekleri çukurlar da bizzat kendilerine kazdırılıyor ve sonra mermilerle taranarak, o çukurlara yuvarlanıyorlardı.. Geride kalan çocukların ve kadınların ve yaşlı erkeklerin karşı karşıya kaldıkları zulüm ve ahlâksızlıklar anlatılamaz.
Bu korkunç cinayetler işlenirken, Hollandalı kumandanlar ise, Sırb kumandanlarıyla, barışçı nutukların çekildiği bir karargâhda kadeh tokuşturmakla meşguldüler.. Bütün bu korkunç cinayetler, modern Avrupa’nın gözleri önünde yıllarca, 5 yıldan fazla bir süre devam etti.. Müslüman dünyasından ise, devlet olarak sadece Türkiye ve İran biraz yardım edebildiler, nice önleyici tedbirleri aşarak.. Bu arada çeşitli coğrafyalardan müslüman savaşçılar da gayri resmî olarak Bosna’nın yardımına koşmadı değil.. Bunlardan yüzlercesi, orada kan ve can verdiler.. En azından o trajedinrin bu tarafı teselli verici yönüydü..
Ama, İslam Konferansı Teşkilatı (şimdiki İslam İşbirliği Teşkilatı) ise, kuru sıkı tehdidler yayınlamaktan öteye birşey yapamadı. Bir sadece ’Sovyetler Birliği’nin çökmesinden sonra, artık Avrupa’nın korunması için B. Amerika’ya ihtiyaç yoktur..’ diyen Avrupa’ya ders vermek isteyen Amerikan emperyalizmi, zamanın Amerikan Sav. Bakanı Warren Christopher’in ağzından, ’Bizim açımızdan, Bosna’da henüz Amerikan ulusal menfaatlerini ilgilendiren bir durum sözkonusu değildir..’ diyerek nasıl bir insanlık anlayışlarına sahib olduklarını en net şekilde ortaya koyuyorlardı..
Amerika’nın müdahaleye karar vermesi ise, dünya kamuoyunda artık hemen herkese, ’Yahu, Amerika buna niye seyirci kalıyor..’ dedirttirildikten sonra gerçekleşti, ama, o da Dyton Andlaşması’nın imzalattırılmasıyla noktalandı.. Bosna müslümanlarının (bilge kral değil) bilge müslüman lideri Ali İzzet Begoviç gözyaşları içinde imzaladı o andlaşmayı.. ’Ben Bosna’nın bu kadarını kurtarabildim, gelecek nesiller daha fazlasını kurtarsınlar.’ diyerek..
Bosna’da hâlâ da, en üstün yetkili, Dyton Andlaşması’na göre, Amerikalı bir temsilci… Bosna Hükûmeti’nin aldığı her kararı o ibtal edebiliyor.
20 sene önce bu günlerde Srebrenitsa’da yaşananların bir ’jenosid’ / soykırım olarak nitelenmesi BM. Güvenlik Konseyi’nde evvelki gün yapılan bir oylamada kararlaştırılacaktı ki, İkinci Dünya Savaşı’nın galib tarafında yer alan 5 devletten birisi olması hasebiyle kendilerine verdikleri ’Daimî Üyelik’ imtiyazına sahib olan Rusya, -BM. Güvenlik Konseyi’nin kararları üzerindeki yetkisini kullanarak- bu oylamanın sonucunu derhal veto etti ve böylece özellikle son 150 senedir, ’panislavizm’ (slav halklarının birliği ideali) siyasetinin uygulayıcısı olarak Balkanlar’daki slav halkları üzerinde koruyuculuk rolünü tekrar gösterdi. Böylece, Srebrenitsa’da bir soykırım yaşanmamış oldu!!! (Tayyib Erdoğan’ın, ’Dünya 5’ten büyüktür..’ diyerek dünyada uyandırmaya çalıştığı adâletsiz durum budur ve o 5 ülke, hâlâ, bütün dünyadan büyük olduklarını haykırmaktadırlar.)
Tabiatiyle bu ’veto’dan en çok da Sırbistan devleti ve halkı memnun oldu ve Sırbistan cumhurbaşkanı Tomislav Nikoliç, teşekkürlerini, ’Sırb halkı, gerçek dostunun Rusya olduğnu bir daha gördü..’ diyerek dile getirdi. Amerikan emperyalizmi ise, bu gibi cinayetlerin soykırım sayılmamasıyla, benzerlerinin önünün alınamıyacağı mesajının verildiğini açıklıyor, Rusya’yı eleştiriyordu..
Ama, bu lafları söyleyen kimdi?
Sionist İsrail rejiminin Filistin’de, savunmasız sivil müslüman halktan binlercesini kadın-çocuk, yaşlı demeden, bombardımanlar altında katleden, evlerini başlarına yıkmasını, ’İsrail’in yaşama hakkının gereği..’ diye sempatiyle karşılayan, ve Güvenlik Konseyi’nde İsrail aleyhine alınan her kararı derhal ’veto’ ederek etkisiz hale getiren USA emperyalizmi değil mi?
***
’Çekik gözlü’lere düşmanlık da ırkçılıktır, Sn. Bahçeli..
Müslüman uygurların Doğu Türkistan’da büyük baskılara mâruz kaldığı bir iddia değil, bir öteden beri sürgelen gerçek.. Ancak, uygur türklerine yapılanlara karşılık vermek, bir takım MHP yandaşlarının, ’ülkücü’ denilen kesimlerin İstanbul’da, ’çekik gözlü’ olarak gördükleri yabancıları Çin’li diye dövmeye kalkışmaları, onlar Çinli olsun veya olmasın, tam bir zorbalıktır, haytalıktır.
Devlet Bahçeli’nin, Hürriyet’ten A. Hakan’a verdiği mülâkatta, ’Bunlar genç çocuklar. Birisi sürükler, bunlar da arkasından gidebilir. Hem Koreli ile Çinliyi ayırt edecek özellik nedir? Çekik göz… Baktı ki ikisi de çekik göz… Fark eder mi efendim?’ demesi ise, aymazlığın da ötesinde, ’Bu kadarı da pess!.’ dedirttiren bir durum.. Velev ki, Çinli olsunlar, cezaların ve suçların şahsîliğinden habersizcesine, başkalarının suçundan dolayı daha başkalarının suçlanması veya cezalandırılmaya kalkışılması gibi bir ilkelliğe Devlet Bahçeli’nin ’yeşil ışık’ yakması, bir devlet zorbalığı anlayışını yansıtmaktadır. O haytalardan da önce, Bahçeli’nin ayıplanması lâzım..
*

dirilişpostası

Bu yazı toplam 845 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar