Selâhaddin Çakırgil
'Suriye- Türkiye sürtüşmesi'nin bir savaşa dönüşmemesi temennisiyle..
Evet, bu temennimizi en başta belirletim. Çünkü böyle bir savaş, iki rejimin değil, iki müslüman halkın savaşması gibi bir görünüm ortaya çıkarır ki; emperial -şeytanî güçler bundan ancak bir zevk alırlar.
***
Tarihlerin bildirdiğine göre, Hz. Îsâ’nın bağlısı olan ve genelde İsevîler diye anılan (halbuki, o dönemin ve o yüce peygamberin ilk müminleri olan) o çağın Müslümanları, Roma’yı kuşattıklarında artık çaresiz kaldığını gören Roma İmparatoru Neron, Roma’yı ateşe vermiş ve amma, ‘şehri ateşe verenlerin ‘İsevî’ler olduğunu’ münâdîleri aracığıyla yaymış ve kendisi de bir kale burcuna çıkıp, eline aldığı ‘lyre’ denilen bir müzik âletini çalarak, yanmakta olan Roma’ya karşı, ‘Ben hâkim olamayacaksam, Roma isterse alevler içinde yok olsun..’ diye şarkılar söylemişti.
***
Suriye ülkesini ve zavallı müslüman halkını Baas ideolojisi ve Baas Partisi’nin ve de kendi hanedanının yarım asrı geçen tahakkümünü sürdürebilmesi için mahv’u perişan ve viran eden Beşşâr Esed’in geldiği nokta da, karşımıza bir modern Neron tipi çıkarmaktadır.
Bu konuyu biraz derinlemesine anlamak isteyince, konuyu biraz gerilerden almak ihtiyacı olabilir.
***
‘Baas’ kelimesi arabçada, lafzî mânâsı itibariyle ‘diriliş-rönesans (fr. ‘renaissance’) demektir. Hani, ‘Amentü’ okurken, ‘ba’s-u ba’d’el-mevt’e iman ettiğimizi tekrarlarız ya, işte orada da geçen ‘ba’s’ kelimesi, son 70 seneye yakın zamandır, arab dünyasında fırtınalar estiren bir ‘ideolojik terim’e ve bir siyasî cereyana dönüşmüştür.
Bu ideolojik cereyanı ilk olarak bir bütünlük içinde, sistematik şekilde ortaya atan beyin kadrosu olarak üç ünlü isim vardır: Mişel Eflaq, Ekrem Houranî ve Salâh Bitar..
Mişel Eflaq (babası Kıbrıs’lı bir Hristiyan rum ve anası hristiyan arab olan) Lübnanlı bir ideologdur.
Ekrem Houranî de Beyrut’lu bir ‘Hristiyan arab’dır.
Salâh Bitar ise, Suriye’li, müslüman arab bir ailenin çocuğu olmakla birlikte, bizdeki niceleri gibi İslâm’la irtibatı kalmamış katı- totaliter laik olan bir diğer ideolog..
***
Osmanlı’nın yaklaşık 400 yıl süren yönetimi sırasında; bölgede elbette her toplumda olduğu gibi ufak-tefek bir takım rahatsızlıklar veya karışıklıklar olduysa da, (milâdî- 1900’ların başından beri, o dönemin süper gücü sayılan İngiltere’nin isimlendirmesiyle) ‘Middl-East /Ortadoğu’ diye anılan mıntıkada önceki asırlarda yaşanmamış olan bir uzuuun sukûnet dönemi hüküm sürmüştü. Bunda, Osmanlı’nın, yönetimi altındaki halkların dinlerine, dillerine, mezheblerine karışmaması elbette ki en etkili hususlardan birisiydi.
Ama, Osmanlı’nın son dönemlerinde, etnik farklılıklardan düşman odak ve kutuplar oluşturmak isteyen emperial ve şeytanî güçler, arab halkların ekseriyette yaşadığı coğrafyalarda, bir de ‘arab kavmiyetçiliği’ bayrağını yükseltmişlerdi.
Baas ideolojisi de işte bu temel üzerine oturtulmuştu: ‘Arabiyyûn + İştirakiyyûn /(sosyalizm..)’
***
Sözkonusu bu iki temel üzerine kurulu olan Baas ideolojisi, arab halkların ekseriyette yaşadığı coğrafyalarda, özellikle de okumuş yeni nesiller arasında epeyce tarafdar bulmuştu; Sûdan’dan, Irak ve Suriye’ye kadar..
Cezayir’de Fransız emperyalizmine 1,5 milyondan fazla kurban vererek yükselen İstiklal Savaşı da o yıllarda, getirilecek yeni sistemin ne olacağı üzerinde bir ipucu vermeye çalışıyordu.
Ancak, Baas ideolojisinin proğramını ilân eden ‘beyin kadrosu’nun, 1952’de Mısır’da Kral Fâruq’u devirerek iktidara el koyan Hür Subaylar Hareketi’nin bir arab yıldızı halinde yükselen, (ve bir bakıma bir ‘ata-arab’) konumuna gelen Cemâl Abdunnâsır’dan da; Tûnus’da iktidara geldiği 1956’dan itibaren kendisini bir ‘arab kemalisti’ olarak niteleyip laik- Batıcı bir yönetim kurmaya başlayan ve müslüman halkın inanç temelleriyle alenî mücadeleye giren Habib Burqiba’dan da se, fazla bir beklentileri yoktu. 1955’lerde bir beyannâme ve program ile duyuran hedeflerini ortaya koyan o ‘beyin kadrosu’ için en müsaid fideliğin Lübnan, Suriye ve Irak olduğu anlaşılmaya başlanmıştı.
BİRLİK VE LİDERLİK ARAYIŞLARI DEVAM EDERKEN, BAAS İDEOLOJİSİ DAHA TUTARLI GÖZÜKÜYORDU
1959-61 arasında Suriye ve Mısır’ın birleşerek kurduğu Birleşik Arab Cumhûriyeti, başarısızlıkla sonuçlandıktan ve Suriye o birlikten koptuktan sonra, Baas ideolojisini katı bir şekilde uygulamaya koymak gerektiği kanaati, ordu ve bürokrasi içindeki Baasçı kesimleri Suriye’de arka arkaya darbelere sürüklüyordu amma, bunların her birisi 6 aydan fazla dayanamıyordu. Hattâ bir ara, Mustafa es’Sıbaî isimli mütefekkir bir müslüman bile başbakanlığa getirilmişti.
Ancak, o çalışmalar ve iç çatışmaların Baasçı kadroları yorgun düşürdüğü bir sırada, 1968’de Suriye’de General Hâfız Esed bir darbe ile iktidara geliverdi. Onun avantajı, dayanağı olan bir halk kitlesinin olmasıydı.. Bu halk kesimi, daha çok Lazkiye civarında yaşayan ve ülke nüfusunun yüzde 11’-12’lik bir bölümünü oluşturan Nusayrî kitlesi idi. General Hâfız Esed hem o kitleye dayanıyor, hem de genç nesillerin Baas idealine cevap vermek iddiasını taşıyordu.
***
Irak’ta ise, Temmuz-1958 ‘de 15 yaşındaki Kral Faysal ve (yaşlı amcası) Veliahd Abdulillah kraliyet ailesiyle ve 40 yıllık ingiliz uşağı ve (eski Osmanlı Paşası) Başvekil Nuri Said Paşa’nın (tam da Ankara’ya gelecekleri sabahın gecesinde) Saray’ın en güvendiği komutanlardan General Abdulkerim Qaasım liderliğindeki korkunç kanlı ihtilalle öldürülmeleri ve amma, 2 sene sonra genç Saddam Huseyn’in onu vurması ve ama ölmemesi ve Şubat -1963’de ise, Abdulkerim Qaasım’ın bir darbe ile devrilip hemen o anda, televizyondan da yayınlanan dehşetli bir kısa -sözde- yargılamayı müteakip, canlı yayında kurşuna dizilmesinden sonra.. Baasçılar iktidarı ele geçirme denemelerine devam ediyorlardı. (Saddam Huseyn ise Mısır’a kaçmıştı, başarısız suikad teşebbüsünden sonra..)
Yönetime gelen General Abdusselam Ârif ve onun bir helikopter kazasında ölümü üzerine, kardeşi General Abdurrahman Ârif’in 5 yıllık mülâyim yönetimi, Baasçı kadro ve güç odaklarının çalışmalarına müsaid bir atmosfer oluşturmuştu.
Ve.. 1968’de (Saddam Huseyn’in dayısı olan) General Hasan el’Bekr liderliğinde bir darbe daha yapılıyor ve arab dünyasında çok daha iddialı ve güçlü şekilde ve Baas ideolojisi üzerine kurulu olan bir yönetim olarak ortaya çıkıyor ve Saddam da Irak’a dönüp, dayısının başkanlığındaki o yönetimin Devrim Komite Konseyi Başkan Yard. oluyordu.
***
Şimdi Suriye’den sonra, ikinci bir arab ülkesinde de Baas rejimi iktidara gelmişti. Hedef ise, bütün arab ülkelerini tek bir Baas ideolojisi ve liderliği altında toplamaktı.
Ancak, şimdi de,Irak-Suriye arasında bir Baas liderliği mücadelesi başlıyordu..
(Bu konuya Cuma günü de devam edelim, inşaallah..)