Ahmet Taşgetiren

Ahmet Taşgetiren

Türkiye Yüzyılı - Maarif Modeli

22 yılın ukdesi, yani problemli alanıydı. “Eğitimde – kültür sanatta başarılı olamadık” sözü bizzat Cumhurbaşkanı’nın nutuklarına girmişti.

Bakanı en çok değişen alandı; Milli Eğitim. Daha önce de müsteşar olarak görev yapan Yusuf Tekin 9. Bakandı.

Ve Yusuf Tekin “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” başlığıyla Milli Eğitimin anayasası diye nitelenen yeni müfredatı hazırlatıp, kamuoyunun eleştirisine - tekliflerine açtı. 900 sayfalık bir metin bu. Bir hafta süreyle eleştiriler – öneriler alınıp değerlendirilecek.

İlk planda genelde laik çevrelerden “Değer, ahlak, erdem, din eğitimi, İmam Hatip, evrim teorisi” eksenli eleştiriler var. Bunun yanında, “destek kampanyaları” da oluşmuş durumda. Yani “geleceğin inşası” noktasında Cumhuriyet’in kuruluşundan beri devam etmekte olan toplumsal yarılma bu vesileyle de güncellenmiş durumda.

900 sayfayı okuyabilmiş değilim. Bir hafta içinde sadece göz gezdirileceğini bu kapıyı açanlar da tahmin etmiş olmalı. Onun için tartışmalar daha çok, bilinen mecrada devam ediyor.

Genel perspektifi veren bölümlerden aldığım “Nihayetinde…” diye başlayan şu iki paragraf, sanırım çalışmanın ruhunu veriyor; okuyalım:

Nihayetinde Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli, fertlerin bütün yönleriyle gelişimini amaçlar ve bu çerçevede bütüncül bir eğitim yaklaşımını esas alır. Bu bağlamda eğitim süreçlerini zenginleştirmek üzere disiplinler arası niteliğinin yanında disiplinler üstü ve disiplinler ötesi yaklaşımlardan da yararlanır. Medeniyetimizin üzerine inşa edildiği temel kavramlar olan aklıselim, kalbiselim ve zevkiselim sahibi nesiller yetiştirmek için madde-mana, akıl-duygu, nefis-vicdan, insan-toplum ve zaman-mekân dengesini gözetir.

Bu doğrultuda eğitim anlayışımızın somut tezahürleri olan öğretim programları, insanın bütün yönleriyle gelişimini esas alır. Programlarda bilgi, beceri, tutum ve davranışlar; yetenek, ilgi, ihtiyaç ve bireysel farklılıklarla güçlendirilerek ele alınır. Programların teknik açıdan gerektiğinde yenilenen, güncellenen, sadeleşen bir esnekliğe sahip olması ve aynı zamanda millî, manevi ve insani değerlerimiz istikametinde hayata geçirilmesi amaçlanmıştır.“

Aklıselim, kalbiselim ve zevkiselim sahibi nesiller yetiştirmek…

Bunun için “madde-mana, akıl-duygu, nefis-vicdan, insan-toplum ve zaman-mekân dengesini gözetmek…

Programları millî, manevi ve insani değerlerimiz istikametinde hayata geçirmek…”

Bunlar, “muhafazakâr” bir siyasi kadronun din - felsefe – kültür meseleleriyle uğraşan akademisyenlerine – düşünce insanlarına yazdırdığı metinler niteliğinde. Ne denir, şapka çıkarılır.

Kelimeler, modern – laik çevrelerde yadırganacaktır. Ama ben o çevrelerin ahlâk – erdem – değer dendiğinde tüylerinin diken diken olmasını anlıyor değilim. Ne kadar seküler olsanız, yine de insan olarak bir “değer”e sahip olmanız gerekir. O “değer”in bir yerde şu veya bu din ile bağlantılı olması da kaçınılmazdır. Onun için sadece “Değer – erdem – ahlâk” ve “bunların din ile bağlantısı” üzerinden, bunlara çok yer verildiği için metin eleştirisi yapmak, bir kısır döngü içinde debelenmek gibi geliyor bana.

Hatta 22 yıllık muhafazakâr iktidar döneminde insan kalitesindeki düşüşün telafisini arayan böyle bir çalışmayı dikkat çekici bulmak gerekiyor. Son seçimlerde kendini “muhafazakâr” diye niteleyen iktidar en çok, “ahlâkî üstünlük kaybı” sebebiyle oy kaybetmedi mi? Ya da muhalefetin eleştirileri daha çok “ahlak eksenli” değil mi? Kibir ne, israf ne, yolsuzluk ne?

Benim asıl merak ettiğim konu, bu “aklıselim, kalbi selim, zevki selim” sahibi nesillerin hangi kadrolarla yetiştirileceği meselesi… Öncelikle bu kavramların içini doldurmak başlı başına bir mesele… Onları özümsemiş öğretici ve de yaşayan kadrolar bulmak bir mesele… Çocuklara – gençlere bu kavramları bir hayat felsefesi olarak telkin etmek bir mesele… Sonra;

“….madde-mana, akıl-duygu, nefis-vicdan, insan-toplum ve zaman-mekân dengesi…”

Başlı başına bir felsefi muhteva… Hangi eğitim kadroları hangi süreçte özümseyecek de bunları genç nesillerin önüne taşıyacak? Bu gerçekten beklenen bir şey mi, yoksa fiyakalı niteliği sebebiyle mi kaleme alındı?

Doğrudan eğitim kadrolarının kişilik değerleri yanında, ülkeyi yöneten kadroların da, eğitimin bir parçası olduğu dikkate alındığında, mesela bir siyasi ahlâk eğitimi, mesela, bir ticari ahlak eğitimi, mesela bir anne – babalık eğitimi, mesela bir medya – iletişim ahlâkı eğitimi, hatta mesela bir “din adamı ahlâkı eğitimi” gerekli değil mi?

Anlıyorum, çalışmanın adını “Maarif” diye koymak da, bizim camianın kadim hassasiyetini yansıtıyor. Ama onun hemen yanına “Model” eklenmiş… Düşündüm, onun yerine ne denebilirdi: Proje, yoo, o da yabancı, plan, o da yabancı… Tasarı mı? O da uydurma… Tasavvur belki… O da iddiasız görünmüştür… “Maarif” yerine “Eğitim” denseydi olmaz mıydı? Olmaz görünmüş demek ki… Oralardayız… Bir espri yapayım: Bakanlık kendi ismini gençlere “Milli Maarif Bakanlığı” şeklinde öğretebilirse, bu model de başarılı olacak demektir.

Neyse… Yüzyıllık bir proje bu… “Türkiye Yüzyılı”na raptedilmiş… Nasıl olsa bir şey olur!

2 milyarlık İslâm dünyasının “İnsan sermayesi – özgül ağırlık” sorununa temas edip duruyorum. İçerde bir “ukde - sancı”nın olması da iyi…

Muhalefet sadece ahlâk – erdem – değerler üzerinden eleştirel yaklaşmazsa akıllılık eder. Çünkü ahlâk herkese lâzım.

Bu yazı toplam 348 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar