Abdullah Dai
Ümmet Tek El Olunca
Emiru’l-mü’minin İmam Ali (r.a.)’ın rivayetiyle, Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Müslümanların kanları eşittir. Onlar, başkalarına karşı tek bir el gibidirler!”1
Birbirlerinin velîleri2ve kardeşleri3 olan mü’min müslümanlar, İslâm’dan kaynaklanan haklardan dolayı birbirlerine eşittirler… Birbirlerini temsil eder, birbirlerinin yardımcıları ve destekleyicileridirler… Hayırda yarışır, iyilik üzere yardımlaşırlar…
“Müslümanların kanları eşittir” ifadesine gelince; ‘Şerhu’s-Sünne’ deki izaha göre bundan maksad, kısas ve diyet konusundaki eşitliktir. Yani, en üst makamdaki bir müslüman ile en alt seviyedeki bir müslüman; erkekle kadın, yetişkinle çocuk, âlimle cahil, yaşama hakkı itibariyle eşittirler. Dolayısıyla katil ve maktûl, bunlardan hangisi olursa olsun kısas ya da diyet uygulanır. Meselâ, en üst seviyedeki birisi, en aciz müslümanı öldürse cezası ne ise, (kısas veya diyet) mevkî ve varlığına bakılmaksızın cezalandırılır.
“İslâm’ın koyduğu eşitlik, eşine ender rastlanan bir adâlet zirvesidir.” 4
Her muvahhid mü’min Allah katında değerli ve yaratılanların en değerlisidir…
Rabbimiz Allah:
“İman edip salih amellerde bulunanlar ise, işte onlar da, yaratılmışların en hayırlılarıdır.”5buyurur...
Abdullah b. Amr (r.a.) rivayet eder:
Şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.) :
“Allah katında mü’minden daha değerli hiçbir şey yoktur.”6
Ebu Hüreyre (r.a.) rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Mü’min kişi, Allah Azze ve Celle katında bazı meleklerden üstündür.” 7
Abdullah ibn Amr (r.a.) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.), Ka’be’ye baktı ve şöyle buyurdu:
“Muhakkak ki Allah, seni şerefli ve üstün kıldı, seni yüceltti amma mü’min, senden daha muhteremdir.”8
Kanları birbirine eşit olan mü’min müslümanlar bu kadar şahsiyetli ve bu kadar değerlidirler… Varlığı ve canı bu kadar kıymetli olan mü’min müslümanın kanı da o kadar kıymetlidir… O’nu, mü’min olduğu için öldüren birinin yeri, ebedî cehennemdir…
“Kim bir mü’mini kasıdlı olarak (taammüden) öldürürse cezası, içinde ebedî kalmak üzere cehennemdir. Allah, ona gazablanmış, onu lânetlemiş ve ona büyük bir azab hazırlamıştır.”9
el- Berâ b. Âzib (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Şübhesiz dünyanın yok olması Allah katında, haksız yere bir mü’mini öldürmekten daha ehvendir.” 10
Yüz yıldan fazla bir zamandır işgal edilen İslâm topraklarında işgalci tâğutî güçler tarafından milyonlarca mazlum, mustaz’af müslümanlar katliâmlara tabi tutulup şehid edildi ve yüz milyonlarcası da esaret altında zillet hayatına mahkûm edildi… Bu esaret ve zillet hayatı, bu mahkûmiyet ve mahrumiyet devam ederken, yeni yeni işgaller gündeme girmekte ve mü’min müslümanların kanları oluk oluk akıtılmaktadır… Bu felâketin birçok sebebleri olduğu malumdur… Bu sebeblerin en önemlilerinden biri, ümmetin parçalanması ve mü’minlerin kardeş oluşunun terk edilişidir. Bir vücûd olan Ümmet, işgalden sonra başsız kaldığı için gövdesindeki organlar korkunç bir dağılım geçirdi… Bu dağılım, müslümanların arasında uçurumlar oluşturdu… Birbirine sımsıkı sarılan eller çözüldü ve ayrıldı. Hattâ bir daha birbirlerine kavuşmasınlar diye nice tuzaklar kuruldu, nice şeytanî projeler üretildi…
Allah düşmanları, İslâm ve mü’min müslümanların düşmanları… İslâm topraklarını ve üzerinde yaşayan mustaz’afları sömürmek için gece-gündüz planlar yapmakta, projeler gündeme getirmektedirler… Nice çağdaş tuzaklar hazırlamakta ve zehri altın tasta sunmaktadırlar…
Kendi aralarında alabildiğince merhametli ve düşman kâfirlere karşı zorlu ve şiddetli olmaları gerekli olan mü’min müslümanlar, genciyle ihtiyarıyla, kadınıyla erkeğiyle sıkılmış bir yumruk hâlinde gelmelidirler… Yegâne önderleri ve hayat örnekleri Rasulullah Muhammed (s.a.s.), onları, “başkalarına karşı tek bir el gibidirler” diye tarif etmiştir… Ümmetin her ferdi diğer ferdlerle mutlaka bir araya gelmeli, bir olmalı ve tek el hâline gelmelidir…
“Mü’minler, başkalarına karşı tek bir el gibidirler.” Yani, düşmanlarına karşı birbirleri ile yardımlaşırlar. Aralarına düşmanlık ve ayrılık girmez. Karşılarında hangi millet, hangi din mensubu olursa olsun, düşmanla tek bir yürek ve tek bir el gibi davranırlar…
Şübhesiz bu, Rasulullah (s.a.s.)’in istediği gerçek mü’min özelliğidir. Bugünkü değişik ideolojilere kapılan, gayr-ı müslimlerin peşinde koşarken nerede ise birbirlerinin kanını içecek duruma gelen müslümanların durumuna bakınca, İslâm’a ne ölçüde yakın olduklarını anlamak hiç de güç değildir.11
Böyle diyor hadisi şerh edenler… Bu acı gerçeğin kabulü insanı zorlar, fakat gerçek de budur… Nereye ve ne zamana kadar bu bölünmüşlük ve bu ayrılık?.. Bu birbirinden el çekmeler, yüz çevirmeler ve birbirini yalnız bırakmalar ne zaman son bulacak?..Mü’min müslümanlar ne zaman anlayacaklar bir millet olduklarını, birbirlerinin velîleri ve kardeşleri olmaktan başka şey olmadıklarını? Evet, ne zaman?
Yegâne Rabbimiz ve İlâhımız Allah Teâlâ, birbirlerinin velîleri ve kardeşleri olan muvahhid müslüman kullarının özelliklerini beyan buyururken şöyle diyor:
“Size verilen herhangi bir şey, dünya hayatının meta (kısa süreli faydalanması)dır. Allah katında olan ise, daha hayırlı ve daha süreklidir. (Bu da) İman edip Rabblerine tevekkül edenler içindir.
(Bunlar,) büyük günahlardan ve çirkin utanmazlıklardan kaçınanlar ve gazablandıkları zaman bağışlayanlar, Rabblerine icâbet edenler, namazı dosdoğru kılanlar, işleri kendi aralarında şûrâ ile olanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infâk edenler ve haklarına tecavüz edildiği zaman, birlik olup karşı koyanlardır.”12
İslâm Milleti’nin dışındaki bütün ideolojiler, bütün doktrinler, her ne kadar birbirinden farklı görünürlerse de hepsi küfür ve şirk taraftarları oldukları için tek millettirler… Çünkü “Küfür, tek millettir!” Küfür milleti, her çağda ve her ortamda İslâm Milleti’ne düşman olmuş, onu yok etmek için her imkânıyla savaşmıştır… İslâm Milleti’nin mü’min müslüman ferdi, diğer ferdleriyle velâyet ve kardeşlik bağıyla bağlanıp kenetlenerek, düşmanlarına karşı bir tek el hâline gelmiş, sıkılmış bir yumruk olmuşlardır… Hep beraber olup, ânca ve kanca beraberliklerini oluşturmuşlardır… Bol günde de, dar günde de birbirlerinin kardeşleri, dostları, yardımcıları ve destekleyicileri olarak, birbirlerinin ihtiyaçlarını gidermişlerdir…
Allah’ın izni ve lütfuyla yeryüzünün vârisleri olan muvahhid mü’minler, yeryüzünün hangi bölgesinde olursa olsun, düşmanlar tarafından haksızlığa uğrayan, haklarına tecavüz edilen mü’min müslüman kardeşlerinin haklarını korumak ve mütecâviz düşmandan kurtarmak için birlik olup karşı koyarlar!..
İmam Kurtubî (rh.a.), meşhur tefsirinde ayetin açıklamasını yaparken şunları kaydediyor :
“Bunun, kâfir olsun olmasın haksızlık eden herkesin haksızlığı ile ilgili olarak umumî olduğu da söylenmiştir. Yani, bir zâlimin zulmü onlara isabet edecek olursa, onun zulmüne teslim olmazlar. İşte bu, iyiliği emredip kötülükten alıkoymaya ve hadleri uygulamaya bir işarettir.
İbnu’l-Arabî dedi ki:
Yüce Allah, yapılan haksızlıklara karşılık vermeyi övgü sadedinde söz konusu etmiştir. Buna karşılık bir başka yerde, yapılan kötülüğü affetmeyi yine övgü saadetinde söz konusu etmiştir. Bundan dolayı birinin, diğerinin hükmünü kaldırma ihtimali olduğu gibi, onun iki farklı durum hakkında olma ihtimali de vardır.
Birincisine göre, haksızlık yapan ve haddi aşan, günahı açıktan açığa işleyen birisi olup ve herkes arasında yüzsüzce bunu işlerken, küçüğe de, büyüğe de eziyet eden birisidir. Böyle birisinden intikam almak daha faziletlidir.
İbrahim en-Nehâî, böyle birisi hakkında şöyle demiştir:
-Onlar, kendilerini zelîl kılarak, fasıkların kendilerine karşı cesaret kazanmalarından hoşlanmazlardı:
İkinci durum ise, istemeyerek yahud da hatâ işlediğini kabul edip bağışlanmayı dileyen bir kimse hakkında söz konusu olabilir. İşte bu durumda af, daha faziletlidir.
“Sizin bağışlamanız ise, takvaya daha yakındır.” Bakara 2/237
“Fakat kim onu sadaka olarak bağışlarsa, bu ona kefaret olur.”Mâide5/45
“Affetsinler ve görmemezlikten gelsinler. Allah’ın size mağfiret etmesini sevmez misiniz?” (Nûr, 24/22)buyrukları, bu gibi hâller hakkında inmiştir.
Derim ki: Bu, güzel bir açıklamadır.
El-Kiyâ et-Taberî de, “Ahkâm (u’l-Kur’ân)” adlı eserinde şöyle açıklamıştır:
Yüce Allah’ın: “Ve haklarına tecavüz edildiği zaman, birlik olup karşı koyanlardır.” buyruğunun zahirî, böyle bir durumda intikam almanın daha faziletli olduğuna delil teşkil etmektedir. Nitekim yüce Allah bu buyruğu, Allah’ın çağrısını kabul etmek ve namazı dosdoğru kılmak ile birlikte zikretmiş bulunmaktadır. Bu da, İbrahim en-Nehâî’nin sözünü ettiği şekilde onların (Ashab’ın), mü’minlerin kendi nefislerini küçük düşürerek, fasıkların kendilerine karşı cesaret kazanacak duruma gelmelerinden hoşlanmadıkları ile açıklanır. Bu hüküm, haksızlık yapıp bu durumda ısrarlı olan kimseler hakkındadır.
Affetmenin emrolunduğu yer ise, haksızlık yapan ve cinayet işleyen kimsenin pişman olup yaptığından vazgeçen birisi olması hâlindedir. Yüce Allah, bu ayet-i kerimenin sonunda : “Kim bu zulme uğradıktan sonra intikamını alırsa, işte onların aleyhine yol yoktur.” diye buyurmaktadır. Bu ise, zulmün intikamını almanın mübah olmasını ve bunun emredilen bir iş olmamasını gerektirmektedir. Bundan sonra ise yüce Allah: “Bununla beraber kim de sabreder ve bağışlarsa, muhakkak bu, üzerinde kararlılıkla durmaya değer işlerdendir.” buyurmuştur. Bu da, ısrar etmeyen kimsenin bağışlanması hakkında yorumlanır. Haksızlık ve zulmünde ısrar eden kimseye gelince, daha faziletli olan, bundan önceki ayet-i kerimenin delâleti ile ondan intikam almaktır.
Şöyle de denilmiştir: Yani, onlara haksızlık isabet ettiği vakit, o haksızlığa karşı birbirleriyle, onu üzerinden kaldırıp uzaklaştırıncaya kadar yardımlaşırlar.
Bu açıklamayı, İbn Bahr yapmıştır ki, bu açıklama da daha önce sözünü ettiğimiz genel açıklamanın kapsamı içerisindedir.13
Rabbimiz Allah Teâlâ:
“Andolsun, Biz Zikir’den sonra Zebûr’da da: ‘Şübhesiz, Arz’a (yeryüzüne) salih kullarım vâris olacaktır’ diye yazdık.” 14buyurur…
Salih kullar!..Yeryüzünün vârisleri!..
Allah Teâlâ’nın:
“Böylece Biz sizi, insanlara şahid (ve örnek) olmanız için vasat bir ümmet kıldık. Peygamber de üzerinizde bir şahid olsun…”15
“Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz. Maruf (iyi ve İslâm’a uygun) olanı emreder, münker olandan sakındırır ve Allah’a iman edersiniz…” 16 diye özelliklerini beyan buyurduğu İslâm Milleti, yeryüzünün vârisi olan millettir… Yeryüzünün huzuru, barışı ve mutluluğu, İslâm Milleti’nden sorulur… Çünkü O’nun vazifesi, insanlara her türlü iyilikte, hayırda, güzellikte örnek olması, iyiliği emredici, kötülükten alıkoyucu bir seviyede bulunması, yani güç ve kuvvet sahibi olmasıdır… Emredici ve nehyedici bir hâlde bulunmak, birlik ve beraberlik ile gerçekleşir… Bütün ümmetin bir vûcüd ve bir el gibi olmaları gerekir ki, Allah’ın emrettiği, iyiliği emretme ve kötülükten alıkoyma vazifesi hakkıyla yapılsın!… Bu vazife gereği gibi yapıldığı takdirde yeryüzündeki bütün varlıklar huzura ve mutluluğa kavuşur… Bütün rahatsız edici olumsuzluklar giderilir, yeryüzünü ifşâd eden unsurlar yok edilir… Savaşın yerini barış alır, kötülük yerini iyiliğe bırakır, mutsuzluk mutluluğa, rahatsızlıklar huzura dönüşür… Çünkü kulluk vazifesi, iyiliği emir ve kötülüğü engellemek olan İslâm Milleti, tek bir el hâlinde bu vazifesini yapmakta, Marufun egemenliği, Münkerin mahkûm olması için bütün imkânlarını seferber etmiştir…
Yediden yetmişe, kadınından erkeğine birbirlerinin velîleri olan “vasat ve şahid” ümmetin her muvahhid mü’min ferdi, birlik-beraberlik içinde bir vûcüd, bir el olup bu vazifeyi üstlenmiş ve bu vazife, onun olmazsa olmazı olmuştur!..
Ebu Musa el-Eş’arî (r.a.) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.):
“Mü’min, mü’mine karşı durumu, bir parçası, diğer parçasına sımsıkı kenetlenip tutan binalar gibidir.” Buyurdu ve bunu söylerken iki elinin parmaklarını birbiri arasına geçirerek kenetledi.”17
Nûman b. Beşîr (r.a.)’dan,
Rasulullah (s.a.s.) şöylebuyurur:
“Müslümanlar, bir adam gibidir. Gözü ağrısa bütün vücûdu ağırır. Başı da ağrısa, bütün vücûdu ağırır.”18
Hangi çağda ve hangi beldede olursa olsun Ümmetin her ferdi, önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in özelliklerini beyan buyurduğu şahsiyet olmalıdır… Bir binayı oluşturan demir, çimento, kum, çakıl, tuğla ve benzeri malzemeler nasıl ki kırılarak birbirlerine karışarak birlik ve beraberlik içinde bir bina oluşturuyor; bu dayanışma ile onlarca yıl ayakta kalıyorsa, hattâ dayanıklı taşlardan yapılan tarihî binalar yüzlerce yıl yaşıyorsa; ümmetin ferdleri de birbiriyle kenetlenip darlıkta ve bollukta yardımlaşıp ayakta kalmaya gayret etmelidirler… Âlemlerin Rabbi Allah’ın sevdiği de budur…
“Şübhesiz Allah, kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever…"19diye buyurur Rabbimiz Allah Azze ve Celle…
Aziz İslâm Milleti’nin her mü’minmüslüman ferdi, bu şuur ve bu idrak ile hareket edip sömürücü, işgalci, zalim tağutî güçlere karşı durmalı; yalnız Allah’dan korkmalı ve Allah’dan başka kimseden korkmamalıdır!.. Sadece Allah’a dayanıp güvenmeli, yalnızca O’na ibadet edip yardımı O’ndan dilemelidir…
“Şübhesiz Allah, tevekkül edenleri sever.” 20
“Tevekkül edenler, yalnızca O’na (Allah’a) tevekkül etmelidirler.”21
“O’na kulluk edin ve O’na tevekkül edin.” 22
Bu iman ve bu anlayış ile ümmetin birlik ve beraberliği sağlanıp tek el hâline gelmesi ânın vâcibidir… Böyle olunca, bütün beşeri korkular gider, işgalci zâlimlere karşı mücadele ve mücahede çok kolaylaşır…
Abdullah b. Amr (rh.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):
“Ümmetimin zâlime:
-Sen zâlimsin, demekten korktuğunu görürsen, artık onlar kendi hâllerine bırakılmış demektir.” 23
Böyle bir zillet hâline düşmekten Allah’a sığınmak gerek… Bu hâl, Allah’dan başkalarından korkmak, dağılıp parçalanmak, birbirini yalnızlığa terk etmek hâlidir… Böyle bir zillet hâli gündeme gelmesi, izzetin kaybolmasına sebeb olur… Sadece Allah’a kul olma ve yalnızca O’ndan korkma izzetini tercih eden muvahhid mü’minler, her zaman ve her mekânda bu izzetli dik duruşlarını devam ettirmelidirler… Bugünkü esaret ve zilletten kurtulmanın tek yolu, Kur’ân ve Sünnet üzere bir hayata geri dönüş yapıp, Ümmetin birlik ve beraberliğini sağlayarak, bid’at olan yöntemlerden tamamen uzaklaşarak, hayatı bütünüyle Sünnet’e tabi kılmak gerekir… Rasulullah (s.a.s.)’in Sünneti, hayat kitabımız Kur’ân-ı Kerim’in hayata uygulanışı malumdur…
İmam Hasan el-Basrî (rh.a.) şu hadis-i şerifi rivayet eder:
“Sünnet üzere yapılan az amel, bid’at üzere yapılan çok amelden üstündür. Benim sünnetimi uygulayan bendendir. Sünnetimden yüz çeviren benden değildir.” 24
“Merhamet olunmuş vasat Ümmet,” bütün gayr-î İslâmî yöntemleri bırakıp, İslâm’ın ilk günlerinde “Selef-i Salih”’in ahlâkıyla ahlâklanmalı, onların iman ve teslimiyetiyle katıksız iman edip teslim olması gerekir…
Önderimiz Rasulullah (s.a.s), o en hayırlı ve salih neslin ferdlerinden bey’at alırken, “müşrikleri terk etmeyi” şart koşuyor, onlar da iman ve salih amel işlemek ahdiyle beraber, “müşrikleri terk etmek” şartını kabul edip gereğini yapıyorlardı… İlk dönemin zaferlerine, izzetine sebeb bu idi… Ümmetin birlik-beraberliğini, bu şart ve ona tamamıyla itaat etmek sağlamıştı…
Cerir (r.a.) anlatıyor:
Müslümanlar biat ederken, Rasulullah (s.a.s.)’in yanına gelerek:
-Ya Rasulullah, elini uzat, sana biat edeceğim. Bana lazım olan şartları da söyle, sen daha iyi bilirsin, dedim.
O da:
“Allah’a kulluk etmen, namazı kılman, zekâtı vermen, Müslümanlara sadakatla bağlanman, müşrikleri terk etmen hususunda biatını kabul ediyorum.” buyurdu. 25
Çağdaş şirk ideolojilerinden, doktrinlerinden, düzenlerinden ve kim olursa olsun müşriklerden tamamen uzaklaşıp, ilişki kesilerek terk edildiği ve yeniden İslâm’a tam teslimiyet ile dönüldüğünde zilletten kurtulup izzete ulaşılır!.. Dileyenler idrak edenler için!..
Dipnot
1- Sünen-i Ebu Davud, Kitabu't-Diyât, B. 11, Hds. 4530.
Sünen-i Nesâî, Kitabu'l-Kaseme, B. 12, Hds. 4718.
İmam Nesâî, es-Sünenü'l-Kübrâ, çev. Hasan Yıldız, İst. 2011, C.6, Sh. 463-464, Hds. 6910-6911. C.8, Sh. 91-92, Hds. 8628-2629.
2- Bkz.Tevbe, 9/71.
3- Bkz.Hucurat, 49/10.
4- Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Hzr. Necati Yeniel - Hüseyin Kayapınar, İst. 2000, C. 15, Sh. 264.
5- Beyyine, 98/7.
6- Taberânî, Mu'cemu's-Sağir Tercüme ve Şerhi, çev. İsmail Mutlu, İst. 1997, C. 2, Sh. 313, Hds. 615.
Celâleddin es-Suyutî, Câmiu's-Sağir, çev. Hüseyin Yıldız, Vdğ, İst. 2013, C. 1, Sh. 129, Hds. 105 (7603). Taberânî, Mu'cemu'l-Evsat, C. 6, Sh. 161, Hds. 6634'den.
Nûreddin el-Heysemî ,Mecmau'z-Zevâid, çev. Adem Yerinde, İst. 2007, C. 1, Sh. 206, Hds. 262.
7- Sünen-i İbnMace, Kitabu'l-Fiten, B. 6, Hds. 3947.
8- Nûreddin el-Heysemî, A.g.e. C. 1, Sh. 207, Hds. 263. Taberânî, el-Mu'cemu'l-Evsat'tan.
9- Nisa,4/93.
10- Sünen-i İbnMace, Kitabu'l-Diyât, B. 1, Hds. 2619.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Diyât, B. 7, Hds. 1414.
Sünen-i Nesâî, KitabuTahrimu'd-Dem,B. 2, Hds. 3974-3977.
11- Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, C. 15, Sh. 264.
12- Şûrâ, 42/36-39.
13- İmam Kurtubî, el-CâmiuLiAhkâmi'l-Kur'ân, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 2002, C. 15, Sh. 423-424.
14- Hacc, 21/105.
15- Bakara, 2/143.
16- Âl-i İmrân, 3/110.
17- Sahih-i Buhârî, Kitabu's-Salât, B. 88, Hds. 124.
Kitabu'l-Mezâlim, B. 5, Hds. 7.
Kitabu'l-Edeb, B. 36, Hds. 56.
Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Birrive's-Sılâ, B. 17, Hds. 65.
Sünen-i Tirmizî, , Kitabu'l-Birrive's-Sılâ, B. 18, Hds. 1993.
Sünen-i Nesâî, Kitabu'z-Zekat, B. 67, Hds. 2550.
Kuzâî, Şihâbü'l-Ahbâr Tercümesi, çev. Prof. Dr. Ali Yardım, İst. 1999, Sh. 53, Hds. 93.
Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 4, Sh. 404, 405, 409.
18- Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Birrive's-Sılâ, B. 17, Hds. 67'nin devamı.
19- Saff, 61/4.
20- Âl-i İmrân, 3/159.
21- Yusuf, 12/67.
22- Hud, 11/123.
23- Nûreddin el-Heysemî, A.g.e. C. 12, Sh. 264. Hds. 12110. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 2, Sh. 163, 189-190 ve Bezâr rivayet etmişlerdir.
24- Abdurrezzâk es-San'ânî, Musannef, çev. Zekeriya Yıldız, Vdğ. İst. 2013, C. 11, Sh. 558, Hds. 20568.
25- Sünen-i Nesâî, Kitabu'l-Biat,B. 17, Hds. 4159.
İmam Nesâî, es-Sünenü'l-Kübrâ, çev. Zekeriya Yıldız, İst. 2011, C. 7, Sh. 256, Hds. 7752.
vuslat