Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

USA emperyalizmi, sizi de, oynattığı sürece, ’satmaz’..

Okuyucular mâzur görsünler, 14-17 Ağustos günleri, 15-20 kişilik bir genç arkadaş grubunun daveti üzerine, Bolu dağlarının zirvelerinden bir yerde, bir orman köyünde birlikte olduk. Elbette orada da dünya mes’elelerini değerlendirmeye çalıştık, ama dünyadan kopuk olarak.. Çünkü, bu süre içinde her türlü tlf. ve internet bağlantısından mahrum bir zaman tünelinden geçtik, âdetâ..

İstanbul’da boğucu sıcaktan yanarken, orada iki gün boyunca şiddetli yağmurların yağdığı, yazlık giyimlerle üşünülen, her tarafın ormanlarla ve orman olmayan yerlerde de mısır, fasulye vs. bahçeleriyle kaplı yemyeşil coğrafya.. Bu bölgeye üç hafta kadar önce de, Düzce- Kaynaşlı ilçesine yakın bir köydeki bir dostun evinde geçen 12 saatlik kadar uğrayışımızda da aynı güzel manzarayı görmüş ve orada da, yörenin çok değerli ve de hayat değerlerinin heyecanını yitirmeşmiş insanlarıyla saatlerce sohbet etme imkanı bulmuştum..

Şimdi gittiğimiz yerler ise, daha bir yukarılar idi.. Bolu dağlarının zirvesi denilebilecek yerler.. Ve siz oradan aşağılara bakıyorsunuz.. Yörede, küçük küçük yayla köyleri var.. Buralarda yaşıyanlar denilebilir ki, her etnik gruptan, çerkez, çeçen, abazça, laz, rum, gürcü, Hemşinli (müslüman ermeni), türk, kürd, arnavud, vs.. gibi, ama hepsi de ’Allah’u Ekber’ bildirimi etrafında birleştirmiş insanlar..

Bulunduğumuz köyden şöyle 10 km. kadar uzaklaşıp çevrede dolaşırken, dağların başında, bir küçük bahçede, orta yaşlı bir hanım abla bizi bahçesine davet etti..’Taze yayık yaydım, ayran vereyim.. Size taze mısır da verirdim ama, henüz ol(gunlaş)madı’ dedi.

Büyük dedesi, Trabzon taraflarından gelmiş, ama, kendisi hiç oralara gitmemiş ve  oraları hiç bilmeyen bu ablanın bahçesinde biraz eğleşiyoruz. Taze ayran içiyoruz, kana kana..

Karşılığını ödemek istediğimizde, kesinlikle kabul etmiyor.. O, yıkıntı gibi görülen kulübesinin bahçesinde bu hanım ablanın göztokluğu ve gönül zenginliği ve’Elhamdulillah ve Allah razı olsun sözünüz yeter qardaşlar..’ demesi, her şeyi anlatmaya yetiyor.

’Buraya yabancılar da gelir, tercümanlarla.. Onlar da Allah’ın kulu.. Onlara da ikramda bulunuruz.. Her neyimiz varsa, Allah’dan.. Biz de Allah’ın kullarına veririz..’ sözleri de aynı şekilde..

İşte, bizim insanımız..

Anadolu’nun hemen her yerinde bu havayı bulabilirsiniz, hele de büyük şehirlerin dışında..

Ülkenin başka yerlerinde estirilmeye çalışılan terör rüzgarlarından burada haber yok..  Pek, radyo-tv filan da dinlemiyorlar, onlar tabiatı dinliyorlar ve de kalblerinin sesini..

*

YENİ VE ÇOK ÖNEMLİ GELİŞMELERİN EŞİĞİNDE..

Cuma günü bu yolculuğa çıkarken, son anda gözüme çarpan ilginç mesaj, HDP eşbaşkanı S. Demirtaş’ın bir Amerikan gazetesine verdiği mülâkattaki, ’Amerika bizi satmaz..’ cümlesiydi.

Hatırlanacaktır, Tayyîb Erdoğan, 6 yıl öncelerde, Davos’ta, (o zamanki) İsrail C. Başkanı Şimon Perez’le tartışırken, bir ’One minute!..’ (Bir dakika!..) sözüyle meşhur olan bir sahne vardı; o proğramın sunucusu olan ve Erdoğan’ın sözünü kesmek istemesi üzerine, Erdoğan tarafından eli hiddetle itilen Amerika’lı gazeteciDavid Ignatius.. İşte o kişinin Washington Postta kaleme aldığı makalede, Demirtaş’la yaptığı tel. görüşmesinin ayrıntıları vardı.

Demirtaş o kişiye, medyada ’Amerika bizi satmaz..’ şeklinde değerlendirilen, ’B. Amerika’nın Türkiye’yle yaptığı İncirlik Anlaşması’nda kürdlere ihanet ettiğine inanmıyorum. IŞİD’e karşı alınacak her tedbiri ise desteklerim’  sözlerini söylemişti. Ama, ’Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı eleştirmeden konuşması sanki noksan olurmuş gibi, yine ona da saldırarak.. Erdoğan’ı, ’ülkede olan biten herşeyden haberi var..’ diye suçluyordu.. Anlaşılıyordu ki, ’etliye-sütlü’ye karışmayanbir kenara oturup gününü gün etmeye bakan bir cumhurbaşkanı istiyor ve arkasından da, PKK’nın ve Öcalan’ın ’barış görüşmelerine yeniden başlamaya hazır olduğunu’  açıklıyordu.

*

Demirtaş’ın, özellikle de ’Amerika bizi satmaz..’ mânâsındaki cümlesi yok mu? Üzerinde asıl durulması gereken, o idi herhalde…

Bu, gerçekte, ’Her an satılabileceklerinin tedirginliği’ şeklinde veya diplomasi gereği söylenmiş bir söz de sayılabilirdi, ama, Amerikan emperyalizmine duyulan güven de vardı, içinde.. İnsanı asıl rahatsız etmesi gereken de, bu..

Hatırlanacağı üzere, Temmuz ayının son günlerinde, ingiliz dergisi The Economist’in Türkiye muhabiri A. Zaman, o dergide, ’Amerika’nın kürdleri sattığı’gibi bir tedirginliği ilk olarak yüksek perdeden dile getirmişti.. Bu bakımdan, bu açıklamaların bir bakıma o iddiaya bir karşılık olduğu da düşünülebilir.

Acaba USA emperyalizmi, işbirliği yaptığı müttefiklerini ya da işbirlikçilerini satmaz mı, sahiden? Ve sadece o değil, hangi emperyalist güç onu yapmaz? Hangi efendi, uşaklarının hatırı için mülkünü , gücünü ve iktidarını fedâ eder ve uşaklarının kendisiyle arkadaş seviyesinde olmasını ister, onları müttefiki yerine koyar?

Şubat-1999’da A. Öcalan, B. Amerika eliyle Kenya’da derdest edilip, Türkiye makamlarına  ’idâm edilmemesi’ şartıyle verildiği ve ’barışı sağlamak için Türikiye ile işbirliğine hazırım’ mesajını verdiği zaman, zamanın başbakanı Ecevit’i asıl şaşırtan, Amerika’ın onu kendilerine niçin verdiğiydi ve  ’Amerikalılar onu bize niye verdiler, bilmiyorum.. Ama, herhalde ben onhnlara hiç yalan söylemediğim için, bana itimad ettiklerinden..’ diye bir izah getirmişti. Halbuki, biraz düşünceydi öğrencisi olduğu eski ve ünlü USA Dışbakanlarından Henry Kissinger’in ’Bizim dışpolitikamızda ahlâka yer yoktur..’ sözünü hatırlardı. Ama, o bunu düşünememiş ve 11 Eylûl 2001 Saldırıları’ndan sonra; Amerika, Afganistan ve Irak’a saldırmak için gerekçeler hazırlamaya başlayınca, ’Amerika bizim müttefikimizdir, onun söylediklerine inanırız..’ diyerek teslimiyetçi siyasetlerinden bir diğerine daha amâde olduğunu açıkça beyan etmişti.

Evet, Amerikan siyasetinin hangi temeller üzerinde yükseldiği ve herkesi kendi maslahat ve menfaatlerine, kendi emperyalist emellerine hizmet ettirecek şekilde bir konuma yerleştirme peşinde olduğuna dikkat edilseydi, durumu, Ecevit bile kavrayabilirdi, belki.. Ama, beslendiği kültür ve değerler dünyası, onun emperyalist dünyalara şübheyle bakmasını engelliyordu. Yoksa, o da, bir gün satılacağını, paspas olarak kullanılıp atılmak isteneceğini kavrayabilirdi..

Nitekim, İran’ın son Şahı M. Rıza Pehlevî’nin ünlü Dışişleri bakanlarından Abbas Ali Khalatbarî, bu konudaki en çarpıcı sözü söylemiş ve idâmıyla neticelenen yargılanması sırasında; ’Amerika, Şah’ı, ölü bir farenin kuyruğundan tutup atar gibi atıverdi..’ demişti.. Amerikan emeperyalizminin, kendi maslahat ve menfaati için İsrail rejiminin ve sionizmin şefleri dışında satmadığı; ve herkese yapacağı muamele de Şah’a yaptığından farklı olur mu?

Demirtaş’ın da, uluslararası hukuk açısından da ülkenin ve halkın birliğinin sembolü konumunda olan -üstelik de 90 yıllık kemalist-laik-türkçü dönemde müslüman kürd halkının uğradığı onca zulümleri yok etmeye çalışan- bir Cumhurbaşkanı olduğunu görmezlikten gelip, ona devamlı saldırmayı siyasetinin temeli yapmaktan vazgeçmesi kadar, Amerika’nın kendilerini satmıyacağıkonusunda, o kadar itminan içinde olmaması da temenni olunurdu..

O ise, hâlâ, bir silahlı mücadele örgütü olan PKK ile, kürd halkını aynîleştirmenin çabasında.. Ve PKK’ya karşı verilen mücadeleyi, kürd halkına karşı gibi göstermenin gayretinde..

Kürd halkı, bu konulardan bu oyunu bozamıyacak kadar habersiz olmasa gerek..

*

PKK, DAİŞ’E KARŞI MÜCADELEYİ BİR FIRSATA DÖNÜŞTÜRMEK İSTERKEN..

Ama, ortada olan gerçek şu ki, PKK, kürd halkının HDP’ye çeşitli etkenlerle son seçimde verdiği desteğin kendisine verildiği ve kürd halkı  ile PPK’nin aynı şey demek olduğunu göstermek kurnazlığından meded umdu. Buna bir de, Amerika’nın DAİŞ’e karşı mücadelesinde PKK ve PYD gibi silahlı örgütlere de roller vermesi eklenince..  Selden kütük kapmak ihtimaline fazla bel bağlayan PKK çevreleri, ’Çözüm Süreci bitmiştir, Ateş-Kes sona ermiştir.. Halk silahlansın, evlerinin altında tüneller kazsın’ diye yeniden başlattığı kanlı saldırıların karşısında, T.C. rejiminin de devlet refleksi göstermekte tereddüt etmediğini görünce ve anlaşıldığına göre, ağır darbeler de yiyince.. Şimdi, Amerika’dan duruma müdahele etmesini isteme noktasına gelmiş bulunmaktalar..

Ve, Amerika’nın kendilerini satmıyacağına olan güvenle..

Ki bu umutlu bağlanışı, İngiltere’de yayınlanan Daily Telegraph gazetesi de 17 Ağustos tarihli sayısında,  PKK’nın Kandil dağı liderlerinden Cemil Bayık’ın ağzından dille getiriyor ve, ‘Türkiye’yle çatışmaları bitirmek için USA ile dolaylı kanallar aracılığıyla temasa geçtikleri’ni ve kendilerinin bu arabuluculuğa sucak ve umutla baktıklarını söyldiğini aktarıyordu. Bayık, ’ABD’nin Türkiye ile aramızda arabuluculuk yapması gerektiği çağrımı yineliyorum. Bize bir garanti verirlerse, üzerimize düşen rolü yerine getiririz.’ diyordu..

Bu sözlerin diplomasi dilinde,  PKK’nın uluslararası diplomasi planında, Amerika gibi bir emperyalist güçle düşüp kalkıyor görünümü vermekten fayda ümid ettiği ötesinde, epeyce sıkıntılı bir duruma düştüğü ne mânâsına geldiği açıktır. PKK, şimdi, Economist’in de yazdığı üzere, ’Türkiye ile PKK arasındaki çatışmaların yeniden başlaması’ndan Amerika’nın IŞİD’e karşı verdiği mücadelede önemli bir etkeni görmezlikten geleceğini anlatmaya çalışıyor ve şimdi Türkiye’nin Irak’taki PKK mevzilerini bombardıman etme operasyonlarını durdurması için Washington’a baktıklarına dile getiriyor.. Ama, Türkiye’nin de IŞİD /DAİŞ’e karşı operasyonlara aktif olarak katılabilmesi yolunda Amerika’yla uzuuun görüşmelerden sonra, İncirlik’i açmaya ’evet’ demesiyle birlikte, DAİŞ’le birlikte PKK’ya da saldırmasının bir kurnazlık olduğundan yakınıyor.

Bu konuda, Türkiye’ nin terörodağı olarak gördüğü unsurlar arasında bir fark gözetmemek gerektiği düşüncesiyle, Amerika’yı onların kendi mantığıyla biraz zorladığı da düşünülebilir. Ama, Amerikan emperyalizminin karar merkezleri, kendileri açısından, Ortadoğu bölgesi için, birinci derecede  tehdidin IŞİD olduğunun unutulmaması ve bölgedeki aktörlerin farklılıklarını bir kenara bırakıp bütün dikkatlerini IŞİD’in yenilgiye uğratılmasına çevrilmesi gerektiğine vurgu yapıyor.

Amerikan emperyalizmi ve NATO dünyası, şimdi Türkiye’yle arasını bozmaya gerek olup olmadığını düşünüyor. Nitekim, Türkiye-Suriye sınırına iki yıl öncelerde yerleştirilen Patriot füze savunma sistemlerinin, -üstelik de tehdidin her zamankinden daha büyük olduğu bir sırada- ’artık tehdid yok..’ diyerek Türkiye sınırından hem Amerika ve hem de Almanya tarafından sökülmesine karar verilmesi, gerçekte, Türkiye’nin PKK mevzilerine saldırmasından duydukları rahatsızlığın bir göstergesi.. Gerekçe de, ’Burada şimdi asıl düşman, DAİŞ’dir; onunla savaşan unsurlardan birisi de PKK’dır, o halde, düşmanımın düşmanı, dostumdur..mentalitesi..

Emperyalist güçler, her dilediklerini yaptıramasalar bile, kendilerine hizmet edecek güç odaklarını ararlar ve onları kullanmak ve diledikleri zaman da satmak noktasında karar kılarlar. Bu, sadece şu veya bu örgüt için değil, devlet çapında güç odakları için de böyledir.

*

dirilişpostası

Bu yazı toplam 846 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar