Yedikule’de bir Şam tatlıcısı

Frankfurt’ta boydan boya Türkçe tabelalı Türk dükkânlarının yer aldığı Münchner Strasse’de yürürken ne hissediyorsa yabancı düşmanı bir Alman, İstanbul’da Arapların damga vurduğu bir caddede yürürken aynısını hisseden Türkler... Eyvah! Makul kılıklı “çünkü”ler çok, ama biraz kazıyınca altından ırkçılık veya bencillik veya hoşgörüsüzlük çıktığı için hiçbiri umurumda değil. Muhacirlere, göçmenlere baktığında sadece problem görenlerin bakışlarında insaniyetten bir nasipsizlik görüyorum ve bu beni hasta ediyor. Çember daralıyor, yakın çevremde bile homurtular yükseliyor “Şu Suriyeliler” hakkında; kapana kısıldığımı hissediyorum, bunalıyorum, kalbim ağrıyor; can havliyle Atmaca ailesine koşuyorum. İlhami ve Canan Atmaca, Yedikule’de oturuyor. Samatya’da bir sanat atölyeleri var. Yedikule-Samatya, muhacirlerin ve göçmenlerin yoğun olduğu bir muhit. Bir gün beni oralarda gezdirirken öyle ballandıra ballandıra anlatmışlardı ki muhacir ve göçmen komşularını, tadı damağımda kalmıştı. “Gene anlatın” diyorum, “kararan içim aydınlansın.” *** İlhami Abi anlatıyor, Canan Yenge candan destekliyor: “Semtimizde Suriyeli Arap, Türkmen, Kürt ve Ezidi nüfusu hayli kalabalık. Birçoğuyla tanışıyoruz. Babası Suriye’de savaşırken şehit olmuş Beşşar ve kız kardeşi Yasmin mesela. Tanıştığımızda çok küçüklerdi ve Türkçe bilmiyorlardı. Gönül lisanıyla iletişim kurduk ve muhabbet ettik. Birkaç yıl sonra Canan’la birlikte sokakta yürürken karşılaştığımızda tatlı Yasmin’in bizi gördüğünde kollarını açarak ‘İlhamiiiii, Canaaannnnn’ diye koşturup bize sarılmasının ve Türkçe ‘Nasılsınız, nereden geliyorsunuz, sizi seviyorum’ dediğini duymanın, onunla sohbet edebilmenin hissettirdiklerini anlatmak güç. Sonra, Suriyeli küçük Hene. Hene’yle de sokakta tanıştık. Mendil satıyor. Hiçbir zaman mendilin fiyatından fazla miktarda para kabul etmiyor. Şayet biraz fazla para verdiysem, mutlaka o kadarlık mendil bırakıp kaçıyor…” “Kapandı gerçi, Yedikule’de bir dükkan açmıştı Suriyeli bir aile. Dükkanın tabelasında Arapça ve Türkçe ŞAM TATLICISI yazıyordu. Hem aile şahaneydi, hem tatlı. Çocukluğumdan beri duyduğum ve hiç de hoşlanmadığım ‘Ne Arabın yüzü, ne Şamın şekeri’ deyimini dinamitleyivermişti sanki bu dükkan. Harikaydı…” “Semtimizi tercih edenler arasında Afrikalılar da var. Markette, caddede, sokağın köşesinde sık sık Afrikalılarla karşılaşıyoruz. Ara sokakta arkadaşlarıyla oynayan Afrikalı bir çocuk, kapı önlerinde laflayan Afrikalı gençler, kadınlar… Afrikalılardan da ahbaplar edindik. Senegalli Mustafa, Kongolu Edi ve kızı Ada… Ne onlar yabancı gibi, ne de biz onlara yabancı muamelesi yapıyoruz. Renk katıyorlar, canlılık katıyorlar semtimize, şehrimize, ülkemize…” “Bundan üç-beş ay önce Uşşaki Camii’nin karşısındaki sokakta küçük bir kahvehane açtı Afrikalılar. Birkaç masa, duvarda bir televizyon… İçeride oturan Afrikalı genç kızlar ve delikanlılar… Hep bir yere yetişme telaşından içeri girip bir çay içmek nasip olmadı. Önünden geçerken merakla içeri bakıyoruz. Kimi oturmuş sohbet ediyor, kimi elinde bir Türk gazetesi okuyor, kimi televizyon seyrediyor. Henüz bir tabelası yok. Güzel bir tabela yaptırıp hediye etmeyi düşünüyoruz…” “Suriyeliler, Afrikalılar, Türkistanlılar, Gürcistanlılar, Ermenistanlılar… Her hallerinden anlaşılıyor ki-bu sokaklarda güven içinde hissediyorlar kendilerini. Bu insanlar bir sebepten buradalar. Kimi yoksulluktan, kimi adaletsiz bir savaştan, kimi diktatörlükten kaçıp gelmiş. Kimi memleketinde bıraktığı ailesine ekmek parası kazanmak için burada. Bu insanların aramızda canlarından, mallarından kaygı duymadan güven içinde yaşıyor oluşları bize onur veriyor.” *** Vallahi ilaç gibi geldiniz İlhami Abi, Canan Yenge. Hay Allah razı olsun. Karargazete

Bu yazı toplam 1008 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar