Selâhaddin Çakırgil
’Zâlime hesab günü, mazlûma zulmettiği günden daha çetin olacaktır.’
Kendilerine tevdi olunan devlet gücünü şahsî eğilimlerine göre kullanıp zulmettikleri iddiası ile yargılanmasına karar verilen üç ünlü savcının yurt dışına kaçtıkları anlaşıldı..
Hele onlardan birisi, çok çok ünlü idi.. ’Ben muktedirim, ben yaparım, canınıza okurum.. buradan sağ çıkamazsınız.. Küçük dağıları ben yarattım..’ havasındaydı.
Bu kişilerin yargılanmaksına karar veren mahkemelerin, ânında gereken tedbir kararlarını almamış olması da, yargı içinde işlerin nasıl olduğuna dair önemli ipuçları veriyor..
Haklarında önce meslekten atılmalarına karar veriliyor, HSYK tarafından.. Sonra haklarında fezleke düzenleniyor ve yargıya havale ediliyor. Ancak, yargılanmalarına dair, Yargıtay’dan özel karar çıkması gerekiyor ve o sonunda Yargıtay’dan da o karar çıkıyor..
Sonra ilgili mahkeme bu karar üzerine, sözkonusu savcıların tutuklanmasına karar veriyor.
Bütün bunlar olurken, onlar da boş duracak değiller ya.. Üstelik, bu savcıların gizli denilen karar mekanizmalarının içindeki elemanlar eliyle, süreç hakkında ânında haberdar oldukları anlaşılıyor.
Onlar da, düşünmüşler, sağa-sola ’sosyal medya’ denilen facebook-twetter gibi iletişim mekanizmalarından gönderdikleri mesajlarıyla, yurt içinde olduklarına dair mesajları göndermeye daha bir hız vermişler.. Hattâ, kendilerinin yurt dışına kaçtıkları iddialarına bile değinip, ’İşte biz aslanlar gibi, buradayız..’ mânâsına gelen mesajlar göndermişler.. Bir takım çevrelerin ’Tayyîb Eroğan’ın ülkeden kaçmaktan başka yolunun olmadığı’ yönünde aynı yöntemlerle yaymaya çalıştıkları dedikodulara da kendi mesajlarında yer vererek..
Ve, bu görüntü buğulandırmasıyla, bir gece Türkiye-Gürcistan sınırından rahatça çıkıvermişler. Çünkü, bu iki ülke arasındaki çıkışlarda pasaporta gerek yok, kimlik göstererek çıkmak mümkün..
Onlar da öyle yapmışlar.. Gecenin karanlığında, Sarp sınır kapısından, kılık-kıyafetlerini biraz değiştirerek, bıyıklarını keserek veya yoksa bırakarak, başlarına gözlerini bile gizleyecek kadar fötr şapkaları geçirerek rahat bir şekilde geçtikleri, MOBESE kameralarındaki görüntülerden anlaşılıyor. Öyle niceleri gibi, derelerden, çalılıkların arasından ve karanlığın içinden üzerlerine her an sıkılması mümkün mermilerin korkusuyla, sürüne- sürüne kaçmamışlar yani..
Bu geçişin kanunî olduğu söylense bile, kimliğini göstererek geçen kimselerin kimler olduğuna dair, devletin kayıtlarında bir bilginin olmamasında bir yanlışlık yok mu? Yoksa, oradaki sınır güvenlik personeli sorumluluğu kameralara mı atıyorlar..
Eğer öyleyse, o zaman o personele gerek kalmazdı o kapıda.. Yoksa, bir kontrol esnâsında da mı, kaçıp gitmişlerdi. Yani, birileri göz mü yummuşlardı?
Kısaca, bütün bu işlerin, idare ve yargı içinde hâlâ etkili olduğunu gösteren mâlumcemaat eliyle organize edilmiş olabileceği anlaşılıyor.
Çünkü, adamlar sıradan birileri değiller.. Kaatillik, yolsuzluk, soygun ve hırsızlık vs. zanlıları hiç değiller.. Devletin yargı mekanizması içinde, bir çok mahrem bilgilere vazifeleri gereği sahib kimseler..
Gürcistan’a geçer geçmez, zaten küçük ülke, bir-iki saat içinde de Ermenistan’a geçtikleri sanılıyor.
Türkiye’nin Ermenistan’la arası mâlum, soğuk, ’ İade edilmiyeceklerini’ düşünmüş olmalılar.
Ama, Ermenistan makamları da‚ ’Bizim haberimiz yok..’ diyor, iyi mi..
Ukrayna’ya ya da başka ülkelere gitmiş olabilecekleri tahmin ediliyor. Bu kişiler yıllarca savcılık yaptıklarına göre, ne de olsa, hangi ülkelerle Türkiye arasında’suçluların iadesi anlaşması’nın olmadığını iyi biliyorlardı. Hattâ kuçların kafesten uçtuktan sonra, taa Latin Amerika ülkelerine kadar gitmiş olabilecekleri bile söyleyiyor.. Ya da, Pennsylvania Şeyhi’nin ’keramet’i yine zâhir olmuş ve onlar bir yerlerde muhafaza edilir duruma çoktaaan kavuşmuş da olabilirler.
Bu da, bu cemaatin, onyıllar boyunca başka hükûmetler karşısında süklüm-püklüm olurken, kendilerine itimad verdikleri bir hükûmet kadrolarına kurduklardı tuzakları bozulunca, nasıl bir canavara dönüştüklerinin görülmesi açısından ibret vericidir.
Pennsylvania Şeyhi’nin her bir cümlesinden bir keramet imbiklemeye çalışan kalemşörlerinin keramet tellallığı da cabası.. Daha da olmazsa, şeyhleri bir kez daha hop oturup-hop kalkarak, bir takım laboratuarlarda iyi tahlil edilmesi gereken dehşetli görüntüleri içeren beddua seanslarını tekrarlayabilir ve kendi emirlerine uymayan herkesi Firavun veya Yezid gibi nitelemesinin şumûlüne kendileri de girebilirler.
*
Bu gelişmelerden alınacak çok dersler var.. En başta da, bazı makamların vazifelerini iyi yapmadıkları, yapamadıkları ihtimali başka olmak üzere..
Ama, asıl düşünülmesi gereken noktalardan birisi de şu: Dün, güce tapanların, ellerindeki güç ile herkesi dize getirebilecekleri vehmine kapılanların, o yetki ve güçleri yitirince, nasıl da sıradan insanların yapamıyacakları derecede, suç zekâsıyla harekete geçebilecekleri ve zavallılıkları görülmüştür. Alma mazlumun âahını, çıkar aheste, aheste..
Ve, zâlimlere hesab günü, mazlûmlara zulmettikleri günden daha çetin olacaktır.
*
’LAİKLİK DİNİ’ MENSUBLARININ İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ KISITLANAMAZ!
Bu vesileyle, ülkemizdeki yargı mekanizmalarının hal-i pür melÂlini göstermesi açısından bir başka konuya da değinmek gerekiyor: Bir dernek var.. Bu derneğin işi gücü, her şeyi, kemalist -laik rejimin ilk şefinin görüşleri çerçevesinde izaha kalkışması.. Âdeta, laiklik dininin ritüelleri, âyinleri devrededir, her daim..
Bu derneğin bir başkanı var.. İdarî yargının en üst mertelebelerine kadar yükselmiş birisi.. O, aynı laik çizgideki bir gazetecinin de eşi.. İsmini tekrara gerek yok.. Üstelik onun gibiler çok da az değiller..
1982 Anayasası’nda sınırlı da olsa, birkaç maddelik değişiklik halkoyuna sunulup, o değişiklikler de 12 Eylûl 2010 tarihinde yapılan referandumda yüzde 58 ile kabul edilince.. Sözkonusu derneğin başkanı, 9 gün sonra, düzenlenen bir panelde bir konuşma yapmış ve konuşmasında, o değişikliğe evet demeyip, azlıkta kalan yüzde 42 dışındaki büyük ekseriyetin ’gaflet, dalalet ve hıyanet içinde’ olduklarını, yine katıldığı bir özel televizyon programında da, ’eğitimli kesim hayır diyor, eğitimsiz kesim evet diyor.’ diye ifade etmişti.
Bu ifadeleri sebebiyle, sözkonusu derneğin başkanı aleyhine, 58 tazminat davası açılmıştı.
Davalara bakan mahkemeler sözkonusu saldırgan beyanların sahibi hakkındaki davaları reddetmişler, Yargıtay ise, o kişiye en azından, ’kınanma’ cezası verilmesine hükmetmişti.
İdarî yargının en üst kademelerinde bulunmuş olan bu dernek başkanı ise, ’sarf ettiği sözler yüzünden kendisine kınama cezası verilmesinin ifade özgürlüğü ihlali olduğunu’ iddia edip, Anayasa Mahkemesi’ne ’bireysel başvuru’da bulunmuş.
AYM, bu başvuru üzerine ne karar verse, beğenirsiniz..
’Toplumsal ve siyasal çoğunluğu sağlamanın her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlı olduğunun’ belirtildiği gerekçeli kararında AYM, şöyle buyurmuş:
’Devletin, bireyin maddi ve manevi varlığının korunması ile ilgili pozitif yükümlülükleri çerçevesinde şeref ve itibarın korunması hakkı ile diğer taraftan anayasada güvence altına alınmış olan düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünden yararlanma hakkı arasında âdil bir denge kurması gerekir.
İfade özgürlüğü büyük ölçüde eleştiri özgürlüğünün güvence altına alınmasını hedeflemektedir ve düşüncelerin açıklanması ve yayılması sırasında kullanılan ifadelerin sert olması doğal karşılanmalıdır. Siyasi bir tartışmayı savunmak demokratik toplumun temel bir unsurudur. Bu nedenle zorlayıcı nedenler olmadıkça siyasi ifadeye kısıtlama getirilmemesi gerekir.’
Yani, sırtını, laik rejimin ’ikon’laştırılmış ismine dayayıp, ’benim gibi düşünmeyenler gaflet ve dalalet içindedir’i de geçelim, hattâ, ’hıyanet içindedirler.’ diyecek ve halkın yüzde 58’inin reyini, iradesini hıyanet olarak niteliyecek; halkın yüzde 58’inin hainlik içinde olacağını söyleyeceksin; ve buna itiraz edenler olduğunda da, AYM, bu sözleri, ’siyasî ifade’ olarak niteleyip,’kısıtlama getirilemiyeceği’ne hükmedecek.. Bu da yetmiyecek, AYM, o zaman, kısıtlamaya uğrayana, Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiği gerekçesiyle, 5 bin TL manevi, 14 bin 931 TL maddi olmak üzere 19 bin 931 TL tazminat ödenmesine hükmedecek..
Nasıl, iyi iş değil mi?
Bu da bir zulüm şekli değil midir? Milletin yüzde 58’ini hıyanet içinde olarak gösteren birisine yapılan bir itirazı ibtal etmekle yetinmeyip, bir de zulme ve haksızlığa uğradığına ve bunun için de o milletin vergilerinden 20 bin liranın tazminat ödenmesine hükmetmek zulüm değil midir? Sorum sizedir, AYM üyeleri..
N’apsak, böyle bir kararı veren yargı organlarının hıyanet içinde olduğunu yüzde 58 içindeki milyonlar halinde söylesek; sonra da hakkımızda mahkemelerde kınama cezası vermesini sağlayabilir ve sonra da bu kınama cezasıyla, ’ifade özgürlüğümüzün kısıtlandığını’ iddia ederek, AYM’ne gitsek ve onların kendi kararları emsal göstererek, milyonlar halinde, 20 bin liraya yakın tazminat ödenmesini sağlıyabilir miyiz?
*
Yazının başlığını bir daha tekrarlıyalım: ’Zâlimlere hesab günü, mazlûmlara zulmettikleri günden daha çetin olacaktır.’
*
dirilişpostası