1000'den Fazla Suriye Askeri Öldürüldü
Suriye Halkının Yanında Olmak Demek, Suriye Halkını Görmemek Demek mi?
Tunus ile başlayıp elhamdulillah Nahda'nın seçim zaferiyle birlikte, Gannuyi'nin deyimiyle "İslam Tunus'a yeniden dönmüştür- bütün Ortadoğu'ya yayılan halk ayaklanmaları içinde, Suriye'de halkın da özgürlük, adalet ve onur talebiyle gösterilere başlaması, kuşkusuz ki her şeyden önce Suriye halkının meşru ve haklı taleplerinin bir yansımasıdır; zira Suriye, onlarca yıldır tek parti -baas- diktatörlüğü altında halkın en haklı taleplerinin baskı ile sindirildiği, binlerce insanın siyasi tutuklu olarak zindanlara konulduğu ve binlerce müslümanın da ortadan kaybolup akibetleri hakkında hiç bir bilgi alınamadığı bir ülke olarak sahnede bulunmuştur.
Bu tablo sadece Suriye için değil, ABD destekli diğer bölge rejimleri için de geçerlidir. Nitekim insan hakları kuruluşlarının raporlarına göre, bugün Suud zindanlarında binlerce siyasi tutuklu bulunmakta, Hafız Esad döneminin zalimce "olağanüstü hal yasası"nın diğer bir şekli de "terörle mücadele yasası" adı altında Suud rejimi tarafından uygulanmakta, Suud diktatörlüğüne karşı en küçük siyasi muhalefet şiddetle bastırılmaktadır.
Hafız Esad döneminin en belirgin özelliği olan bu baskıcı dikta rejimi, Beşar Esad ile birlikte belli bir yumuşuma dönemine girdiyse de, halk gösterilerinin baskısı sonucu ilan edilen genel af, binlerce siyasi tutukluya özgürlük kapısını açmıştır. Şüphesiz ki, akibetlerinden haber alınamayan, öldü mü, yaşıyor mu bilinmeyen daha binlerce Müslüman bulunmaktadır.
Sadece bu durum bile, Suriye'deki rejimin ne denli baskıcı ve dikta rejimi olduğunu ortaya koymaya yeterlidir.
Batılılar tarafından "Arap Baharı" olarak tanımlanan Ortadoğu halkları ayaklanması Suriye'yi de içine alınca, Suriye rejiminin, ülkede hak ve özgürlüklerin sağlanması, siyasi katılımın ve çoğulcu sistemin kurulması yönünde reform vaadlerini beraberinde getirmiştir.
Burada yeni bir ayrım noktası ortaya çıkmıştır:
Halkın bir kısmı rejimin reform vaadlerinin aldatmaca olduğunu ileri sürerek, "iskatu'l nizam" yani "rejimin yıkılması" talebinde ısrarlı davranırken, bazı güçler de, "Özgür Suriye ordusu" ve diğer isimler adı altında rejimin yıkılması amaçlı asker/polis güvenlik güçlerine karşı silahlı saldırılar düzenlemeyi sürdürmektedir.
Aslında Dera'da başlayan gösterilerle birlikte, dış bağlantılı bazı unsurların güvenlik güçlerine yönelik gerçekleştirdiği silahlı saldırılar, rejimin saldırganlaşmasına ve büyük şiddet kullanmasına neden olmuştur.
Türkiye sınırına yakın Cisr Şuğur bölgesinde 120 asker ve polisin öldürülmesiyle birlikte rejim güçlerine yönelik tırmandırılan silahlı saldırılar, daha sonra, diğer bölgelerde de sürdürülmüştür. Özgür Suriye ordusu ve birtakım diğer örgütler adı altında yapılan açıklamalarda, şimdiye kadar 1000'in üzerinde asker ve polisin öldürüldüğü belirtilmektedir.
Dolayısıyla, bölgedeki rejim karşıtı ayaklanmalarda, en çok öldürülen güvenlik gücü Suriye'de olmuştur.
Şunu kabul etmemiz gerekir ki, hangi ülkede olursa olsun, doğrudan güvenlik güçlerine, asker ve polislere ve kamu kuruluşlarına yönelik gerçekleştirilen silahlı saldırılara karşı o ülkenin kendi güvenliği ve egemenliğini sağlama adına "şiddet" kullanarak karşılık vermesi doğaldır.
Hakkari'de PKK militanları tarafından gerçekleştirilen ve 25 askerimizin öldürülmesiyle sonuçlanan kanlı baskının ülkemizde nasıl bir infial ve gerilime yol açtığını gördük ve yaşadık; Silahlı kuvvetlerden hükümete, cumhurbaşkanından halka kadar, nasıl bir reaksiyon oluştuğunu, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün saldırılar sonrasında "bunun intikamını alacağız" şeklinde bir beyanda bulunduğunu gördük.
Altı ay zaman zarfında 1.000'den fazla asker ve polisi öldürülen bir yönetimin "güvenlik" ve "egemenlik" gerekçesiyle nasıl bir karşı-şiddete yönelebileceğini kestirmemek mümkün olmasa gerek.
Ancak, Suriye'deki bu gelişme her nedense bizim kamuoyumuzda yansıdığına pek tanık olmuyoruz. Suriye'deki gelişmelerin sadece rejim güçleri ile sivil göstericiler arasında geçtiği ve ölümlerin de sadece sivil halktan olduğu yönündeki haberlerin bütünüyle gerçeği yansıtmadığını, aslında Suriye'deki gelişmelerin rejim güçleri ile silahlı gruplar arasındaki çatışmalara odaklandığını görmüyor, göstermiyoruz.
Bunun adı, meselenin bütün boyutlarıyla görülmesini önleme amaçlı karartmadan başka bir şey değildir. Bugün İhvan-ı Müslimin ve diğer bazı siyasi gruplar sık sık "silahlı eylemler"e karşı tepkilerini açıklarken, Suriye halkının rejim karşıtı muhalefetinde bir mecra sapması olduğu, bunun da rejimin eline şiddet kullanma bahanesi verdiği noktasında uyarılarda bulunurlarken, bizim medyamızın bu hususu örtmeye çalışması, Suriye konusunda sağlıklı tahliller yapılmasını da engellemiş olmaktadır.
Suriye'de bu gelişmeler olup biterken, diğer taraftan, başkent Şam'da başlayıp Halep ve diğer şehirlerle devam eden milyonluk gösteri dalgaları da, Suriye halkının büyük çoğunluğunun ülkede "reform" yapılması taraftarı olduğu, her türlü dış müdahaleye karşı, yönetimin reform politikalarını desteklediği gerçeğini gözler önünü sermektedir.
Burada karşımıza iki tablo çıkmaktadır; Suriye'de bir kesim her ne pahasına olursa olsun, rejim yıkılıncaya kadar gösterilerin sürmesini isterken, bunun yanına silahlı grupların saldırıları da eklenmekte, diğer yanda ise halkın ekseriyeti, ülkede reformların yapılması için yönetim yanlısı gösteriler düzenlemektedir.
Dolayısıyla, Suriye halkının yanında olmak demek tek başına "iskatu'l nizam" (rejimin yıkılması) gösterilerini desteklemek değil, aynı zamanda halkın ekseriyetini de göz önünde bulundurarak "islahu'l nizam" (ülkede siyasi reformların yapılması) yönündeki gösterileri de destekleme şeklinde olmalıdır.
Sonuçta, Suriye halkı, ülkede değişiklik istemektedir. Akli selim yol da bu reformların seri ve güven verici bir şekilde gerçekleşmesinden yanadır. Aksi takdirde, şimdilerde Suriye'nin bazı bölgelerinde düzenlenen gösterilerde "NATO müdahalesi"ne açık çağrıda bulunmak, Libya örneğinin Suriye'de de tekrarlanmasını istemek, Suriye'nin gerçekte özgür ve adil geleceğini sağlayacak bir yol olmayacağı gibi, Suriye'nin ve bölgenin büyük bir ateşin içine düşmesine yol açacak bir saldırganlığın zeminini oluşturacaktır.
Biz de diyoruz ki, halkın yönetime özgürce katıldığı, kendi kaderini kendi eliyle belirlediği çoğulcu bir sistemin kurulması için ciddi ve güvenilir reformların seri bir şekilde hayata geçirilmesi, Suriye halkının da bölgenin de yararına olan tek yol ve tek seçenektir. Aynı şekilde, Suriye halkının yanında olmak da bunu gerektirir.
Yoksa Suriye halkı, ülke nüfusunun yüzde otuzundan ibaret değildir. Ülke halkının ekseriyetinin duruşunu ve talebini göz ardı edip "Suriye halkının yanındayız" demek inandırıcı olamayacağı gibi, dürüst de olmaz.
Evet;
Dikta rejimi değişerek Suriye halkı kazansın,
Suriye kazansın
Ve
Direniş kazansın"
Velfecr / Editör