Hasan Karakaya
28 Şubat Dâvâsı... Ağlama Duvarı ve Şarap’la gelen darbe!
Geldi... Nihayet geldi...
Sürekli “rapor” alıyordu.
Dün, “apar-topar” geldi...
“Rakı kadehi”nden mi ayrılamadı, yoksa “Ağlama Duvarı”ndan mı bilinmez ama, bugüne kadar gelmediği “duruşma”ya dün geldi.
İsmail Hakkı Karadayı’dan söz ediyorum... “Refahyol Hükümeti”ne karşı gerçekleştirilen “28 Şubat Darbesi”nin kurmaylarından ve o dönem “Genelkurmay Başkanı” olan İ. Hakkı Karadayı’dan!..
“28 Şubat Dâvâsı”nın dünkü duruşmasına gelen Karadayı, tam bir “kabadayı” edasında konuşmuş...
28 Şubat sürecindeki gerginliklerin kaynağının merhum Erbakan’ın başında bulunduğu Refahyol Hükümeti olduğunu öne sürmüş ve demiş ki;
“Türkiye Cumhuriyeti laik bir devlettir. 28 Şubat’ta bu esaslara ters düşen uygulamalar ortaya çıktı. Refahyol hükümeti, kuruluşundan bir süre sonra temel anayasal prensiplerinin dışına kaymak suretiyle, özellikle dini siyasete alet ederek, irticai gelişmelere kucak açmak, laikliği yıpratmak, bazı çevreleri tahrik etmek suretiyle kamuoyunda ciddi huzursuzluklara neden olmuştur. Bu gelişmeler, bu sürecin başlangıcı olmuştur.”
28 ŞUBAT’TA SEN NEREDEYDİN?
Gördünüz ya;
“Türkiye, laik bir devlet”miş ama merhum Erbakan, “dini, siyasete alet etmiş!”
Yani, demek istemiş ki;
“Laik bir devlette;
Din ayrıdır, siyaset ayrı!”
Tamam da, sorarlar adama;
“Merhum Erbakan’ı dini siyasete alet etmekle suçlayan siz, 27 Şubat 1997’de, bir din devleti olan, Yahudi Şeriatı’nın esaslarına göre yönetilen İsrail’de değil miydiniz?”
Evet, evet;
27 Şubat 1997’de İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ile görüştünüz... Görüşmede, İsrail Genelkurmay Başkanı Ammon Şahak da vardı...
Netanyahu’ya dediniz ki;
“Siz de asker olduğunuz için askerler arasındaki diyaloğun önemini bilirsiniz. Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkiler her zaman iyi olmuştur. Bundan sonra daha da iyi olacaktır. Askerler arasındaki diyalogda çok olumlu gelişmeler var.”
O da size dedi ki;
“Türkiye ile ilişkilerin önemini biliyoruz. Aramızdaki işbirliği, bu problemli bölgeye istikrar ve huzur getirecektir. İşbirliğimiz sayesinde bu gerçekleşecektir.”
“DARBE, İSRAİL İÇİN!”
Bu konuşmalar, “sıradan” gibi görülebilir... Ama, Karadayı’nın; “Bir Şeriat Devleti” olan İsrail’e niye gittiği ve bu konuşmaları niye yaptığı, yıllar sonra “Çevik Bir’in kaleme aldığı bir makale”de “itiraf” edilecektir.
Dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir, Erbakan’a, daha doğrusu “Refahyol Hükümeti’ne yönelik darbe”nin sadece ve sadece “İsrail’in çıkarları” için yapıldığını yazıyordu!..
Evet, evet; “yazıyordu!”
Hem de, 2002 yılında, Middle East Quarterly adlı bir “Amerikan dergisi”ne!..
Çevik Bir, ABD dergisine yazdığı makalede, “postmodern darbe”nin; aslında “irtica”ya karşı değil, “İsrail’le dostluğun sürmesi” için yapıldığını “itiraf” ediyordu.
Çevik Bir’in, İsrailli stratejist Martin Sherman’la birlikte yazdığı “İstikrar için formül: Türkiye artı İsrail” başlıklı makalede; “Erbakan’ın Başbakan olmasıyla İsrail menfaatlerinin tehlikeye girdiği, bunun postmodern darbe ile bertaraf edildiği” anlatılıyor ve özetle deniliyordu ki;
“İsrail-Türk ticaret hacmi 1990’lar boyunca sürekli arttı. Bu bağlar, 1996 yılında Refah Partisi’nin iktidara gelişiyle yıprandı.
Erbakan’ın İsrail karşıtı söylemi, geleneksel Yahudi karşıtı motifler ve efsaneler ile dolu idi. Erbakan için, İsrail bir ‘ebedi düşman’ ve ‘Arap ve İslam dünyasının kalbinde bir kanser.’
Necmettin Erbakan, İsrail’le anlaşmaları dondurma sözü verdi. Laik Cumhuriyet’in mirasını korumakla yükümlü olan ordu, Erbakan’a açıkça şu mesajı verdi:
2Koltuklarımızda öylece oturup, ülkenin yüzünü İslama dönmesini, İsrail-Türk askerî ilişkilerinin tehlikeye atılmasını izlemeyeceğiz.”
Yazı, özetle böyleydi...
Demek oluyor ki;
28 Şubat darbesi, “Türkiye’nin menfaatleri” için değil, “İsrail’in menfaatleri” için yapılmıştır!..
AĞLAMA DUVARI’NDA İŞİNİZ NE?
Buyrun, “Hayır” deyin Bay Karadayı... “Hayır” deyin de, bir soru daha sorayım.
Merhum Erbakan’ı “dini siyasete alet etmekle” suçlayan siz; 27 Şubat 1997’de Netanyahu ve Ammon ile görüştükten sonra “nereye” gittiniz?..
“Ağlama Duvarı”na gittiniz değil mi?.. Peki; “Yahudiler”in, duvarına el sürüp dualar ettiği o mekânda sizin ne işiniz vardı?.. Madem; “din ayrı, devlet ayrı” diye düşünen bir “laik”tiniz, o halde, o “dini mekân”a niye gittiniz?..
Gidip de, neyi “istismar” ettiniz?..
“Dini” mi, “devleti” mi?..
Haa, bir ayrıntı daha...
Bırakın “Ağlama Duvarı’na el sürmeyi” duvarın bulunduğu “avlu”ya girmek için bile “kippa” veya “şapka” takmanın “şart” olduğu söylenince, “kippalı fotoğraf” vermemek için, mekânın uzağında kalmıştınız değil mi?..
Eğer “kippa” şart olmasaydı, “Ağlama Duvarı”nı da ziyaret edecektiniz?..
Eee, nerede kaldı laiklik?..
Hani din ayrı, devlet ayrıydı?..
Ne biçim laiklik bu?!?..
MEŞHUR RAKI-ŞARAP OLAYI!
Dün, yine demişsiniz ki;
“Başbakan’ın lüks araçlarla takkeli, sarıklı, şalvarlı tarikat mensuplarına verdiği iftar yemeği, Erbakan’ın ülkemizin itibarını düşüren yurt dışı gezileri, cihat çağrıları, toplu namaz gösterileri, Sincan’daki şeriat gösterisi toplumda huzursuzluk yaratan hareketlerin bir kısmıdır.”
Demek oluyor ki;
“Tarikat mensupları”(!)na verilen iftar yemeği, “Türkiye’nin itibarını düşürüyor” öyle mi?..
Merhum Erbakan’ın, “Türkiye’nin tarikat mensupları”(!) ile görüşmesi “ülkenin itibarı”nı düşürüyor da, sizin “İsrail’in şeriat mensupları” ile görüşmeniz, ülkenin itibarını mı yükseltti?..
“Yemek” dedin de, aklıma geldi...
1996 Ağustos Şûrası bitmiş... Erbakan, Başbakanlık Konutu’nda Şûra üyesi komutanlara yemek veriyor...
Aynı yemekte; “içki servisi” yapılmadığı için dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya’nın “rakı” istediğini, Karadayı’nın da “şarap” istediğini ve Erbakan’a göstere göstere içtiklerini zaten biliyoruz.
Sonradan öğrendiğimiz şu ki; o gece eve dönünce, Org. Karadayı, Güven Erkaya’yı telefonla aramış ve şöyle demiş:
“Aferin Güven... Rakı istemekle çok iyi ettin!.. Ben de şarap isteyip, içtim!”
Peki, sormak gerekmez mi;
Bu, bir “haddini bilmezlik” değil mi?..
Bu, bir “küstahlık” değil mi?.
Şu hâle bakın;
Başbakan “yemek” veriyor ve o yemekte “portakal suyu” ikram ediliyor... Ama beyler “laik”ler ya, illâ “içki” içecekler!.. Dikkat edin, Erbakan “ev sahibi”dir, komutanlar ise birer “misafir!”
Malûm, misafirler; “umduklarını değil, bulduklarını yer/içer”ler... Ama komutanlar, “rakı” sipariş ediyor, “şarap” sipariş ediyor ve medyaya göstere göstere içiyorlar...
Nedir bu tavrın anlamı;
“Başbakan’ı takmıyoruz!”
Ya da; “Ev sahibini takmıyoruz!”
Bir “komutan”ın, bağlı bulunduğu Başbakan’ı takmaması, “haddini aşmak ve küstahlaşmak” değil midir?..
SANIK, AYAĞA KALK!
Neymiş, Erbakan daha önce, “tarikatçılara(!) iftar yemeği” vermiş... Ondan gıcık kapmışlar.. Peki sizin yaptığınız gıcıklığa ne demeli?..
Ne yani;
O masada “rakı” ve “şarap” içmekle laikliği mi kurtardınız?.. “İrticacı”(!)lara yemek verilince laiklik elden gidiyor da, rakı ve şarap içince geri mi geliyor?..
“İrticacılara(!) yemek” vermek “din istismarı” oluyor da, “rakı ve şarap” içmek “laiklik istismarı” olmuyor mu?..
Uzun lâfın kısası;
İsrail’e ben mi gittim,
Şarabı ben mi içtim?..
“27 Mayıs’ta vardım!.. 12 Eylül’de vardım!.. 28 Şubat’ta parti kapattık yav!” deyip, suçlarını “itiraf” eden ben miyim?..
Diyeceğim son söz;
“Sanık ayağa kalk!”
Ve de, cevap ver;
Darbeyi “kimin için” yaptın?..
Söyle, “İsrail için” değil mi?..
*******************************************************
Güneydoğu’da belediye yok ki, alârma geçsin!
BDP Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan İstanbul’a ve Ankara’ya 5 santimetre kar yağınca kriz merkezlerinin alârma geçtiğini, ancak Doğu ve Güneydoğu’ya son 50 yılın en yoğun karı yağdığı halde bir şey yapılmadığını iddia etmiş ve demiş ki; “50 yıl önce kar yağdığında helikopterlerden insanlara gıdalar, hayvanlara arpalar atılmıştı.. İnsanlar şimdi soruyor: 50 yılda biz geriledik mi?”
Evet, geriledik... Batı’da değilse bile Güneydoğu’da maalesef geriledik... İki sebeple geriledik... Birincisi; PKK, devlete ait “hizmet araçları”nı yaktığından, bölgeye hizmet götürülemediği için... İkincisi; “Güneydoğu belediyelerinin BDP’nin elinde olması” dolayısıyla!.. Adamlar, şehirlerine hizmet etmiyor ki!.. Ne kar temizliyorlar, ne çamur... Her tarafı ..k götürüyor!..
Ankara ve İstanbul’a gelince... Evet, kriz merkezleri alârma geçti... Ama o alârma geçenler, “belediyelerin kuruluşları”dır...
Güneydoğu’da belediye yok ki; kuruluşu olsun da, alârma geçsin!..
yeniakit