Merve Kavakçı
İz bırakanlardan
Özgürlükler kolay elde edilmiyor. Birileri, tarihin farklı sayfalarında kendini öne atmayı, feda etmeyi, bedel ödemeyi, üzülmeyi, incinmeyi, kırılmayı, yok olmayı göze alıyor. Birileri, birkaç iyi adam tabir edebileceğimiz veya birkaç iyi insan olarak tasvir edebileceğimiz birileri bu yükü, yüksünmeden, gocunmadan, ses çıkarmadan, ahlamadan vahlamadan, bilerek ve isteyerek, sonuçlarının idrakinde olarak ağır ağır taşıyor. Ki başka birileri, insanları, akrabaları, komşuları, çocukları, torunları, gelecek ve gelecek nesilleri, kıyamete kadar insanoğlu onun çektiklerini çekmesin, en azından onu ve benzerini çekmesin diye… Rabb’in hazırladığı büyük resme inancı da varsa ne mutlu o birilerine. Kaybedenlerden olmak diye bir şey yok çünkü. Ama hepsinin inancı olmuyor işte...
Haksızlıklarla mücadeleye adanmış bir ömür Nelson Mandela’nınki de. Küçükken masallarda anlatılanlardan bir kesit gibi onunkisi. Bu masallarda kötüler vardır, bir de o kötülerin elinde akıl almaz işkenceler gören, hayatları böyle şekillenen iyiler ve onların zirvede sonlanmaları. Her masalda bir ders, bir ibretlik hikaye vardır. Rabb’in yazdığı Hak romandan daha iyi ibret olabilir mi…hangi masal O’nunkisiyle yarışabilir... Mandela’nın kaderi de derslerle dolu.
1956’da vatana ihanetten yargılandı Mandela. Ne tuhaf değil mi… Vatana ihanet suçu, ağırlığı ve taşıdığı konotasyonu itibariyle ne kadar kötü bir suçsa da ne kadar da rahatlıkla sarf edilen, kullanılan, adeta peynir ekmek gibi dağıtılan etiket sanki. Vatanına ihanet etmiş Mandela. O zamanki vatanı ki beyazların üstünlüğüne, siyahların aşağılığına inanmış, iman etmiş, ayrımcı siyaseti içselleştirmiş ve üretmiş bir kurumsal yapı. Vatana ihanet denen de aslında devlete ihanet, vatandan ziyade veya insanlarından ziyade. Devlet yapısının süregelen sistemine başkaldırmak onu ihanete arkadaş eyleyivermiş. Yüz elli beş arkadaşı ile beraber beş sene sürecek bir davanın muhatabı oluvermiş. Haklarında ölüm cezası istenmiş. Kongre Müttefikliği adı verdikleri organizasyonun elemanları olarak. Tutuklu oldukları uzun süreye atfen “organizasyonumuzun en uzun süreli toplantısı” diye atıfta bulunuyor Mandela. Sonuç itibariyle de hepsi beraat etmiş. Kaderi hapishaneden çok da uzaklaştırmıyor Mandela’yı. Bir sene sonra belki de ismini insanlık tarihine kazıyacak davalar dizisi başlıyor ve Mandela yine sisteme itiraz etmekten, bütün insanlar arasında eşitliği savunmaktan, haysiyet içinde yaşamayı bir yaratılmış olarak hak ettiğinde ısrar etmekten tutuklanıyor. Tam yirmi sekiz sene süren bir Medrese-i Yusufiyye süreci...
Bu süreçte yılmadı Mandela. Düşmanlarının, onu ezip geçmek isteyenlerin, onun susmasını talep edenlerin, ona bu cezayı reva görenlerin umduklarının aksine teslim olmadı. Belki bedeni sınırlanmış, hapse mahkum edilmişti ancak ruhu asla mapus değildi. Hürriyeti her an soludu ruhu, kalbi. Bu yolculuk onun ve vatandaşlarının çok farklı bir Güney Afrika sabahına uyanmasına da yol açtı. Mandela başkandı artık. Onu hapsedenlerin, düşmanlarının da başkanı. Dünyanın başkanı. Terörist değil, Nobel Barış Ödüllü Mandela’ydı. O hep Madiba’ydı. Aynı Nelson, aynı Madiba, aynı söylem, aynı siyasi duruş, aynı haysiyetli bakış açısı. Mapus Mandela’dan Başkan Mandela’ya.
Dünya beyazı siyahi renklisiyle dört bir bucaktan Mandela’yı uğurlarken arkasında önemli bir iz bırakanlardan olduğunu görüyoruz...
yeniakit