Nureddin Şirin
Adem ve Hamit Kardeşlerimizle Yakında Buluşmak Üzere ve Yine Suriye...
Belgesel bir film hazırlamak üzere gittikleri Suriye"de ortadan kaybolan gazeteci kardeşimiz Adem Özköse ve kameraman kardeşimiz Hamit Coşkun'un, salimen ve en kısa zamanda Türkiye"ye dönüşlerini sağlayabilmek için, İran İslam Cumhuriyeti makamlarının Suriye nezdinde yardımcı olmalarını talep etme amacıyla geldiğimiz Tahran"dan Türkiye"ye dönerken, tekrardan, kardeşlerimizin inşallah yakın zamanda özgürlüğüne kavuşacakları müjdesini vermek istiyorum.
Tahran"da Uluslar arası Radyo ve Televizyonlar Birliği, Dışişleri Bakanlığı ve Rehberlik makamı nezdinde sürdürdüğümüz girişimlerde, hem İslami vahdetin gereği, hem de İslami kardeşlik ve dayanışma sorumluğuyla, kardeşlerimizin serbest kalmaları için bütün gayretimizi gösterdiğimizi belirtmek istiyorum.
30 yılı aşkın bir zamandır İranlı kardeşlerle olan dostluk ilişkimiz boyunca, ilk defa böylesi bir talebimiz oldu. Zira, Suriye konusunda birtakım güdümlü çevreler tarafından ortaya çıkartılan kirli komplolar, düşmanların çok daha kapsamlı bir planlar içinde olduklarını göstermekte, Adem ve Hamit kardeşlerimizin karşılaştıkları bu durum ise söz konusu planlar için bir fırsat olarak kullanılmak istenmekteydi. Bir taraftan kardeşlerimizin esenliği tehlike altına girecek, diğer yandan da, çok daha haince fitne ateşleri tutuşturulacaktı.
Kardeşlerimizin aileleri ve yakınları tarafından, bu kardeşlerimizin özgürlüğü için gereken çabayı göstermemiz istendiğinde, kuşkusuz biz de, üzerimize düşen İslami ve ahlaki sorumluluklarımızı yerine getirme durumundaydık. Zira, İslami kardeşliğin taşıdığı önemin, her türlü hesap ve mülahazanın üstünde ve önünde olduğuna inanıyoruz. Fikri ve siyasi ayrılıklar ve tartışmalar, İslami kardeşliğin gereklerini üzerimizden kaldırmaz; kardeşlerimizle yine fikri ve siyasi ayrılığa düşer ve tartışabiliriz, bu ayrı bir konu, ama tartışmayacağımız bir konu varsa, o da, gerektiğinde bedel isteyen İslami vahdeti amelen yaşatmaktır.
Zira, "boğazında kılçık, gözünde diken" derdini kuyulara anlatan "Özgürlerin Babası", bizlere bu yoldan gitmemizi öğretti...
(Bu arada, 30 Mart tarihinde, Dünya Kudüs Yürüyüşü" dolayısıyla, Lübnan"ın güneyinde Filistin topraklarının sınırında düzenlenecek olan gösterilere bizzat katılacaktık. Ancak Adem ve Hakan kardeşlerimizin Türkiye"ye dönüşleri ile ilgili süreç dolayısıyla ben katılamayacağım. İnşaallah bu kardeşlerimizin kendileri Özgür Kudüs yürüyüşüne kaldıkları yerden devam edeceklerdir.)
Bazı kardeşlerimiz, "niçin Suriye değil de, İran?" diye sordular. Haklı ve yerinde bir soru. Herkes biliyor ki, devletler arası ilişkilerde, karşılıklı etki ve kozlar vardır. İran ile Suriye arasındaki stratejik ilişkilerden hareketle, İran yönetiminin Suriye yönetimine karşı bir etkisinin olabileceğini, buradan da hareketle, kardeşlerimizin özgürlüğü için dile getirdiğimiz bu haklı talepleri dikkate alacağını düşünmek bir sır ve kehanet değildir.
Bazılarını sandığı ve ileri sürdüğü gibi, bizim Suriye rejimi ile hiçbir ilişkimiz yoktur, olmaz da. Suriye"deki gelişmelerle ilgili ortaya koyduğumuz ve yaptığımız yayınlar da, Suriye Baas rejiminin olduğu gibi yerinde durması, korunması ve savunulması noktasında değildir asla. Bizim istediğimiz, tek partili baas rejimi yerine, halkın özgür iradesine dayalı yeni bir çoğulcu rejimin kurulmasıdır.
Bir müslümanın ve özgür bir insanın ne "baas yandaşı" olması mümkündür, ne de "baas rejimini" kollaması. Baasçılık bir "kir" ve "leke"dir. Bizim tek ilkemiz ve arzumuz, bütün Müslüman halkların kendi kaderlerini kendilerinin ele alması, kendi yönetimlerini kendi özgür iradeleri ile belirlemesi, hukuki, siyasi ve iktisadi tüm açılardan adalet ve meşruiyet zemininin sağlanmasıdır. Bunu Suriye halkı için istediğimiz gibi, tüm Ortadoğu, körfez, Uzakdoğu, Afrika ve Asya halkları için de istiyoruz.
Emperyalist politikalar ve talimatlarla oluşturulmuş bölgesel statükonun kırılıp "İsrail"siz bir Ortadoğu" şiarımız, sadece Filistin halkının gasp edilmiş tüm haklarına kavuşması, işgal altındaki Kudüs ve Mescid-i Aksa"nın syonistlerin çizmelerinden temizlenmesi değildir. Bu aynı zamanda sırtlarını emperyalizme dayayan tüm bölgesel rejimlerin, krallıklar ve sultanlıkların da ortadan kaldırılmasını öngörmektedir.
Bugün kendilerini "Suriye Dostları" şeklinde tanımlayan Suudi Arabistan, Ürdün, Bahreyn ve Katar gibi rejimlerin nasıl despot ve aşağılık bir rejimler olduğunu herkes bilmektedir. Bu rejimlerin İslam"a ve Müslümanlara karşı işledikleri ihanetlerin, gerçekleştirdikleri zulüm ve zorbalıkların üzerini kim örtebilir? Okyonusların bütün suları bir araya gelse, bu hainlerin yüzlerindeki ihanet lekesini yine de temizleyemez...
Beyaz Saray ve Pentagon"un sözünden dışarı çıkmayan, "büyük şeytan"a "ilah" gibi itaat eden bu rejimlerin varlığı İslam ümmeti açısından bir zül ve utanç değil mi? Ümmetin yer altı zenginliklerini müstekbir patronlarına peşkeş çeken, kendi habis saltanatları ve safahatı için yağmalayan bu hain rejimlerin "dost" ve "stratejik ortak" görülmesi, onlarla aynı mahfillerde buluşup kucaklaşarak, onlarla aynı plan ve programları yürütmek bir zül ve utanç değil mi?
Sözüm ona Suriye halkının savunulması adına, Suriye"deki silahlı güçlerin silahlandırılmasını gündeme getirenler ve bunun için uluslar arası ve bölgesel planları uygulamaya koyanlar, bir gün olsun işgal altındaki Filistin topraklarının kurtarılması için destansı ve mazlumane bir şekilde mücadele veren Filistinli Müslümanların silahlandırılmasından söz etmişler miydi?
Siyonist rejim güçlerinin Gazze"ye yönelik gerçekleştirdiği son kanlı saldırılara karşı, Filistin İslami Cihad Hareketi"nin siyonist rejim hedeflerine yönelik başlattığı füze operasyonlarının bu rejimi nasıl allak bullak ettiğini ve "ateşkes" için Filistinli mücahidlerin koyduğu şartları nasıl kabul etmek zorunda kaldıklarını bütün dünya gördü. Zira Siyonistler, Filistinli mücahidlerin Tel Aviv"i vuracak füzeleri ateşleyebilecekleri kaygısına düşmüşler ve bunu kendileri bizzat itiraf etmişlerdi.Daha sonra Filistin İslami Cihad tarafından da yapılan açıklamada, ellerinde Tel Aviv"i vurabilecek yüzlerce uzun menzilli füzeler bulunduğu bilirtilmişti. Bu füzeler sadece İslami Cihad"da değil, aynı zamanda Hamas mücahidlerinin de elinde var.
2006"daki seçimlerden galip çıkan Hamas hareketinin hükümeti kurmasıyla birlikte, başlayan insanlık dışı ambargo öylesine barbar ve zalimce bir ambargoydu ki, hastanelerde tedavi bekleyen hastaların ameliyat malzemeleri bile kalmamıştı. Diğer taraftan da Hüsnü Mübarek rejimi Gazze ambargosu konusunda nasıl bir ihanet içinde olduğunu bütün dünya bilmektedir. Gazze"ye araç konvoyuyla giden giden kardeşlerimizin Ariş"te Mısır rejimi güvenlik güçlerinin nasıl saldırısına uğradığını da görmüştük.
İşte tüm şartlar altında, siyonist rejimi diz çöktürtecek silahlar Gazze"ye nasıl, kimler tarafından ulaştırılmıştı acaba? Siyonist düşman karşısında Filistin İslami direnişini silahlandırmayı namus borcu bilen İran ve Hizbullah"ı bugün "düşman" durumunda görmeye başlayanlar, Katar ve Suud rejimleriyle birlikte yatıp kalkmaya başladılarsa eğer ve onlarla "dostluk paktı" kurabiliyorsa, hatta birileri kalkıp Arapların İran ve Hizbullah karşısında birleşmesi çağrısını yapıyorsa, birilerinin de onlara kalkıp "söyle bana dostunu, söyleyeyim sana kim olduğunu" sözünü hatırlatmaz mı..?
Batı ve Amerikan emperyalizminin kurguladığı "yeşil kuşak" projesi ve "ılımlı İslam" projeleri onlarca yıldır İslami direnişe ve Müslüman halkların özgürlük mücadelesine karşı hep ihanet içerisinde oldu. Bu eksenden en çok acı çeken de Filistin halkıydı. Çünkü emperyalizmin emrindeki Arap rejimleri, emperyalizmin bölgesel çıkarlarının, siyonist rejimin güvenlik ve bekasının korunmasıyla yükümlüydüler.
Şimdi görüyoruz ki, dün "direniş" saflarında yer alanlar bugün kendilerine yeni bir "eksen" buldular. Dün direnişin savunulması için fetva verenler, bugün Suud, Katar, Ürdün vb. rejimlerin oluşturduğu "ılımlılar paktı"na girmek için fetva veriyorlar.
Bizler Türkiye'de "emperyalizm, siyonizm ve tağuti düzenler karşısında kesintisiz cihad ve direniş"ten söz ettiğimizde, eskilerin bazı ağabeyleri "siz hala orda mısınız?" diye sorardı. Artık dünyanın değiştiğini, "soğuk savaş" döneminin kapandığını ve "yeni gerçekler"in olduğunu söylüyorlardı.
Demek, birileri boşuna bu sözleri söylemiyordu....
Bizler, Emperyalizmin Suriye üzerinden oynadığı oyunlara ve gerçekleştirmeye çalıştığı planlara dikkat çekerken bizleri "komplocu" olarak suçlayanların bizzat kendileri Amerika, Suud Katar rejimlerinin sürdürdüğü komplonun gönüllü bir parçası haline geldiler. Düne kadar sözüm ona "aşırılığa ve radikalliğe karşı" ılımlı İslam propagandası için sermayelerini döken rejimler, şimdi, yeni İslamcıların organizasyonlarının baş finansörü oldular.
Biz, NATO"nun Suriye üzerinden bir yıkım operasyonu sürdürdüğünü ileri sürdüğümüzde, bunu yalanlayan ve bu iddianın Suriye halkının devimini karalama anlamına geldiğini ileri sürenler, bugün NATO"nun stratejik, lojistik ve enformatik desteği ile birlikte ortak operasyonların içine girdiler. Gün gelecek bunlar da ortaya çıkacak. Kimlerin, hangi "mücahit"lerin hangi Amerikan generalinin komutası altında bir misyon yüklendiği aşikar olacak.
Bugün için üzeri örtülmeye çalışılan bu gerçek, ilelebet gizli kalmayacak. Dünün gizli kalanlarının bugün aşikar olduğu gibi, bugünün gizli kalanları da yarın gün yüzüne çıkacaktır.
Bizim feveran ettiğimiz nokta burasıdır. İslamcılığın emperyalizmin güdümüne sokulmasıdır bizi kahreden. Eğer bu din "şirk" "zulüm" ve "tuğyan"ı yeryüzünden kaldırmak için geldiyse, eğer bu dinin kitabı Kur"an, yeryüzü mustazaf halklarının müstekbirler karşısında galip olmasını buyurduysa, elbette bu gerçekleşecek, bu da, öncelikli olarak ABD-İngiltere-İsrail üçgenindeki "Şer Ekseni"nin yıkılışını beraberinde getirecektir. Zira dünya şirk, zulüm ve tuğyanın merkezi burasıdır.
Dolayısıyla bizler kendimizi "tevhid, adalet, özgürlük" ekseninde bir mücadele ile tanımlıyorsak, bu da ancak ve ancak, emperyalizm ve siyonizm ile her alanda amansız bir mücadelenin içine girmekle olur.
25 yıl öncesinde yayınladığımız Şehadet adlı derginin kapağına şunu yazmıştık:
"Amerika ile savaş en büyük ibadettir!"
Hassasiyet damarlarımız henüz körelmedi, mücadelemiz bitmedi, bitmeyecek. Amerika her zaman "büyük şeytan"dır ve bu şeytanın asasını kırmaktan daha büyük bir ibadet de yoktur"
Özgür Kudüs"te buluşmak üzere"
velfecr