Aferin İsrail'e, kendini yalnızlaştırdı

Aferin İsrail'e, kendini yalnızlaştırdı

Amerika'daki güçlü 'Yahudi Lobisi' bile eskisi kadar göğsü kabararak savunamıyor 'İsrail Devleti' adına yapılanları..

Taha Kıvanç


Aferin İsrail'e, kendini yalnızlaştırdı
Günlerdir gazetelerde yayımlanan 'İsrail' eksenli yorum ve değerlendirmeleri okumaktan gına geldi. Bu giriş cümlesini şöyle de yazabilirdim: Kendisini her durumda savunacak dostlarının bulunması sebebiyle İsrail'e bir kez daha şapka çıkardım...

Bu denli haksız ve savunulması güç durumlara düşmemeye bakar İsrail. Son seçimde başbakan olarak işbaşına gelen Benjamin Netanyahu aşırı fikirlere sahip 'radikal' bir politikacı... Hükümette dışişleri bakanlığı koltuğunda oturan Avigdor Liberman ise patenti Golda Meir'e ait "En iyi Arap ölü Arap'tır" vecizesini hatırlatan çağdışı fikirlere sahip biri; kendi ülkesinde bile 'ırkçı' diye yaftalanıyor Lieberman...

Netanyahu-Lieberman ikilisi George W. Bush'un savunur göründüğü 'Filistin Devleti' fikrine büyük bir günahmış gibi yaklaşıyor. Bush'un yarım bıraktığı "İran'ın işini bitirme projesi" üzerinde çalıştıkları da biliniyor ikilinin...

İsrail'in derdi yalnızca kimler tarafından yönetildiğiyle sınırlı değil; dünya kamuoyunun sözünü dinlemekte tereddüt etmeyeceği ciddiyette kişi ve odaklar da, barıştan uzaklaşmak ve şiddeti mübah gören bir anlayışın pençesine düşmekle suçlamaya başladılar İsrail'i... Amerika'daki güçlü 'Yahudi Lobisi' bile eskisi kadar göğsü kabararak savunamıyor 'İsrail Devleti' adına yapılanları...

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi, Güney Afrikalı yargıç Richard Goldstone'un hazırladığı Gazze'de yaptıkları yüzünden İsrail'i suçlayan raporu kabul etti. Yargıç Goldstone Musevi asıllı ise hiç şaşırmam; İsrail'in yaptıklarını araştırırken besbelli onun da midesi bulanmış.

Kulağınızı Kudüs'e verdiğinizde, üç dinin kutsal saydığı makam ve mekânlardan yalnızca Musevi tapınaklarına önem verildiğini, Müslümanlar ve Hıristiyanların ibadethanelerine erişim sorunu yaşadıklarını öğreniyorsunuz. Mescid-i Aksa'ya giren çıkamıyor, çıkan bir daha giremiyor...

Türkiye İsrail'in de katılacağı askeri tatbikatın uluslararası bölümünü işte böyle bir ortamda iptal etti. İsrailli ciddi kalemlerin bile eleştiri zorluğu çektiği bu davranış Türkiye'nin bilinen dış politika parametrelerine uygun: Türkiye bölgede 'savaş' değil 'barış' istiyor; İsrail ise kalıcı ve âdil bir barış arayışı ortamını savaş tamtamlarıyla bozuyor.

Gazetelerde çıkan konuya ilişkin değerlendirmeleri okur, bazı yorumcuları televizyonda dinlerken "Sus be adam" diye bağırasım geliyor. Kimse senden alkış ve övgü beklemiyor, ama hiç değilse suskun kal da 'tarafgir' görünmemeyi becer...

İsim vermemi, midemi kaldıran yazılardan örnekler sunmamı bekliyorsanız, boşuna; sizin de gününüzü neden zehirleyeyim? Şu kadarını bilin lütfen: Türkiye'nin tavrı tam zamanında verilmiş bir tepkidir ve İsrail'deki şiddet yanlıları dışında dünyanın her tarafında olumlu karşılanmıştır. Ayrıca Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Davos'ta yaptığı "One minute" çıkışıyla birebir uyum içerisindedir.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün ABD Başkanı Barack Obama'yla şu yakınlarda görüştüğünü biliyoruz; dışa yansıyan haberlerden o görüşme sırasında İsrail'in adının anılmadığı anlaşılıyor. İsrail'den çıkan eleştirel sesler Obama yönetiminin umurunda bile değil.

Sabah'a Washington'dan katkıda bulunan Dr. Ömer Taşpınar'ın dün çıkan yazısı bu anlamda göz açıcı... Dünya ve ABD'nin gözünde İsrail'in değer kaybettiğini kayda geçirdikten sonra, Sabah yazarı, Türkiye'nin kararını doğru buluyor: "Böyle bir ortamda, İsrail'in Filistinlilere karşı kullandığı savaş uçaklarının eğitimi için ev sahipliği yapmak kendi kamuoyunu ciddiye alan hiçbir ülke için kolay olmazdı."

Dr. Ömer Taşpınar, İsrail ile Türkiye arasında yaşanan krizden zararlı çıkacak tarafı belirtmekte de beis görmemiş: "Türkiye ile İsrail arasında yaşanan bu krizden zararlı çıkan tarafın Ankara olmayacağı ortada. Zararlı çıkan, bölgede ve dünyada gittikçe yalnızlaşan Netanyahu yönetimi olacaktır."

Böyle durumlarda, İsrail, meydan okuyanın başına dert açma yollarını arar. Nitekim, İsrail'in eski İstanbul Başkonsolosu olan bir diplomat, "Türkiye neden böyle davrandı?" sorusuna cevap olarak "Türk Silâhlı Kuvvetleri İslâmîleşiyor da ondan" cevabını verirken, belli ki, bir yerlerden medet ummuş...

Oysa İstanbul'da geçirdiği günlerde, Moti Amihai, Türkiye'nin içişlerine bu tür dolaylı müdahalelerin artık prim yapmadığını öğrenmiş olmalıydı. O cümlesiyle tahrik etmeye çabaladığı kurum hiç hoşlanmamıştır sözlerinden; ülkeyi yöneten kadro ise yaptığının doğruluğuna bir kez daha emin olmuştur.

Demek ki, dört yılı aramızda boşuna geçirmiş İsrailli diplomat.

Yeni değil, neredeyse on yıldır, "Netanyahu iktidara gelecek, ülkesini Filistinliler ile barışa zorlayacak" görüşünü savunuyorum. Son gelişmede en ufak bir dahlim yok, olamaz da; ancak, Türkiye'nin tavrına verilecek her destek o sonucu doğurabilir diye seviniyorum.