Arap Baharı mı Hazan Mevsimi mi?

Arap Baharı mı Hazan Mevsimi mi?

Mısır'da cumhurbaşkanlığı seçiminden hemen öncesi gün başlayan siyaset mühendisliğinin dalgaları devam ederken "Arap Baharı"na fazlasıyla anlam yükleyenler...

Akif Emre/Arap Baharı mı Hazan Mevsimi mi?

Mısır'da cumhurbaşkanlığı seçiminden hemen öncesi gün başlayan siyaset mühendisliğinin dalgaları devam ederken "Arap Baharı"na fazlasıyla anlam yükleyenler şaşkınlık içinde. Bu şaşkınlık hali şaşılası bir durum olsa da tümüyle haksız sayılmazlar. Önce genel duruma bakalım: Sosyal ağlar üzerinden organize olarak Tahrir Meydanı'nda başlayan gösteriler, "Arap Baharı zaferi" ile taçlanmayı bekliyordu. Arap dünyasının kalbi Mısır'da atıyor, sol-liberal gençlik bir milletin uyanışını temsil ediyordu. Daha çok özgürlük, daha çok demokrasi, daha çok kadın hakları talepleriyle başladı gösteriler; Ortadoğu'nun durağanlığı, siyasal bilinçsizliği ithamlarını parçalayan kitleler küresel dünya ile bütünleşmek, daha iyi tüketmek, dünyaya entegre olmak istiyordu. Beklenenin aksine, Mübarek rejiminin hiç de sert davranmadığı gösterilerde her şey yolundaydı. Hem de toplumun en örgütlü yapısı olarak bilinen, sistemin korkulan muhalifi İslamcılar da ortalıkta görünmüyordu.

İlk günlerde olmasa da, rejimden seksen yıldır dayak yemenin tedbirli hareketsizliğini atan İhvan-ı Müslimîn de meydanlara inecek ve zaman zaman yaşanan provokasyonlara rağmen birileri Mübarek'e git diyecekti. Tıpkı Bin Ali'nin Tunus'tan gitmesi gibi Mübarek'in de saltanatının ve biyolojik ömrünün sonuna geldiği ilan edilecek ve gidecekti.

Rejimin çelik yapısı, geçmişi göz önüne alındığında Mısır gibi devasa bir ülkede devrim çok az zayiatla gerçekleşmiş, ülke yeni bir döneme başlamıştı. Ne var ki, ne sistemi ayakta tutan yapı çözülmüş ne de radikal bir dönüşüm yaşanmıştı. Ama olsun Mısır'da yine de devrimin tadını çıkarmamız gerekiyordu...

Mısır'ı, Tahrir'de toplanan birkaç bin kişilik Batı'ya açık sosyal medya neslinden ibaret zannedenler, Arap baharının tatlı esintisinden şimdilik memnundu. Mısır'ın geleceğini İhvan'ın küresel sistemin ağababalarına selam çakarak belirleyeceğini düşünenler de yeni bir İslami uyanışın şevkini ve hazzını yaşamayı hak etmişlerdi. Arap Baharı'ndan demokratik, liberal dünyaya entegre hem de laik bir İslami uyanış çıkartan muhayyilenin genişliği karşısında şapka çıkarmaktan başka seçenek yoktu.

Olup bitenleri algılamaktan mahrum olanlar ve Ortadoğu'daki yeni dalgayı okumakta zorlananlar karamsar yayınlar yapıyor, zaman zaman can sıkıyor olsalar da Türkiye'deki demokratikleşme deneyiminin biricikliği karşısında fazla bir anlamı kalmayacaktı.

Arap Baharı denilen dalganın dip dalgası olan toplumsal isyan ruhunun ve despotizme karşı insanların özgürleşme taleplerinin meşruiyetini, gerekliliğini kimse sorgulayamaz. Sorun, Arapların bu taleplerle sanki ilk kez ayaklandıkları varsayılarak bir uyanıştan bahsediliyor olmasıdır. Sorun, Arap Baharı'nın ortaya çıktığı günden itibaren burada altını çizdiğimiz gibi, bu eli kanlı diktatörlerin neden bir işaretle, makamlarını terk etmiş olduklarıdır. Bir işaretle diktatörlerin iktidardan düşmesini sağlayan güç neydi?

Mısır'da olup bitenlerin yaydığı sinerjiyi hafife almıyorum elbet...

Mısır'da, Tunus'ta dalgalanan kitlelerin coşkusu bir yana, siyasetin ne yönde aktığı ve hangi aktörlerin belirleyici olduğu konusunda kafa yormadan erken bahar havasının umutsuzluk getireceğinin ve yanıltıcı olduğunun altını çizmeliyiz. Sahte devrimlerin sahte umutlarla kitleleri uyuttuğu tarihi bir gerçek...

Mısır'da yeşeren Arap Baharı'nın iki önemli aktörünü anlamadan gelinen noktayı anlamamız mümkün değil. Sadece devlet organlarını değil sıradan Mısırlının gündelik hayatını bile kuşatan askeri vesayetin hiç de hafife alınmaması gerektiğini başından beri söylemiş olsak da bu gerçek, bugün daha net ortaya çıkmış oldu. Asker; fabrikalar işleten, yol, ev yapan, vatan için savaşan, doğrudan toplumun dini değerlerine saldırmayan bir yapı. İrtica adına dini-kültürel değerlere saldırmak yerine İhvan gibi "karanlık", "kökü dışarıda" örgütlerle mücadele etmektedir.

Nitekim örgütlü ve devlet imkanlarını elinde tutan müesses nizamın temsilcisi ordu, gerektiği anda yasal açıkları, imkanları kullanarak istediği gibi siyaset mühendisliği yapmaktadır. Diktatörlüğün olmadığı, halkın seçtiği bir yönetimin işlemeye başladığı görüntüsünün perde arkasında, ustaca manevralarla yönetimi eline alabileceğini gösterdi.

Gerek meclis seçim süreci gerekse cumhurbaşkanlığı ikinci tur seçimlerine kadarki anayasa komisyonu ve meclis aritmetiği dahil tüm süreçler, olup bitenin sadece Mübarek'in sahneden çekilmesinden ibaret olduğunu ve bir vesayet rejiminin demokratik görüntü içinde sürdürüldüğünü gösterdi. Aşamalı ve alternatif planlar devreye konarak süreç kontrol altında bugüne kadar getirildi. Türkiye modelinden bahsedenler, her ne kadar AKP modelini akla getirseler de geçen yılın sonlarında 12 Eylül anayasasının tercüme edilmesi gerçeğini atlamış görünüyorlar.

Muhalefete gelince, kendisini seksen yıllık yasa-dışılıktan bir anda siyasi aktör pozisyonunda bulan İhvan, geçmişte olduğu gibi tutarsız bir strateji sergileyerek statükonun işini kolaylaştırdı. Gerek aday koyma konusunda gerekse askerle ilişkilerde sürekli yalpalayan bir görüntü sergiledi. Üstelik başta devrime karşı çıkan Selefilerin bir anda alternatif muhalif İslamcı aktör olarak devreye girmesi durumu daha çapraşık hale getirdi.

Mısır'da yaşanan Arap Baharı Türkiye'de yetmişli, seksenli yılların vesayet rejimini hatırlatıyor. Dönüşümün oluş tarzı ise çok partili hayata geçişi gerçekleştiren uluslararası konjonktüre çok benziyor. Bu gerçekler ışığında bunu imkan bilip değerlendirmek başka, buradan bir uyanış modeli, hatta İslami uyanış mitosu çıkartmak başka. Üstelik Türkiye'de bir anda model üretme rolü üslenen sivil ve resmi zevatın Mısır'ın bir derdine çare olmaktan çok muhalefetin dengesini bozduğu da bir başka gerçek.

yenişafak