Bu Batı Hangi Batı ?
İngiltere ile Görüşen Suriye Muhalefeti ya Da, Batsın Bu İslamcılık...!
Bir önceki editör yazımızda, Suriye muhalefetinin İngiltere Dışişleri Bakanı William Hague ile yapacağı görüşme üzerinde duracağımızı belirtmiştik.
Önceden açıklandığı üzere 21 Kasım 2001 tarihinde Suriye muhalefetinden bir grup İngiltere Dışişleri bakanlığı konutunda, Suriye yönetiminin yıkılması için karşılıklı işbirliğini zeminini,gelişmeler karşısındaki takınacakları tavır üzerinde görüş alış verişinde bulundular.
Bilindiği üzere, Türkiye'de üslenen ve ülkemizdeki İslamcıların diğer bir deyişle "Suriye Halkı ile Dayanışma Platformu" adı altında faaliyetlere öncülük eden kesimlerin desteğini de arkasına alan "Suriye Ulusal Konseyi" başkanı Burhan Ghalyun'un da aralarında bulunduğu Suriyeli muhalifler İngiltere dışişleri bakanlığında yaptıkları görüşmede, "uluslararası toplum"un Esad yönetimi üzerindeki baskılarını artırarak Suriye halkını koruma çağrılarını yineledi.
Görüşme öncesi ve sonrasında toplantı ile ilgili açıklamalarda bulunan İngiliz Dışişleri Bakanı Hauge, toplantının, "Yeni Suriye'nin kurulması" için çok önemli bir buluşma olduğunu belirterek, Suriyeli muhalifleri "aralarındaki ihtilafları bir kenara bırakarak Esad yönetimine karşı tek bir beden ve tek bir cephe" olmaya ve Libya'da Kaddafi muhaliflerinin oluşturdukları "Geçici Ulusal Konsey"in bir benzerini teşkil etmeye çağırdı.
"Esad yönetimi bilmelidir ki, dünyanın geride kalanları Suriye muhalifleri ile konuşuyorlar ve biz başka bir Suriye'nin peşindeyiz. Artık Esad yönetimi dünyada daha çok devlet Suriye muhalifleri ile birlikte çalışma iradesi içindedir" diyen İngiltere Dışişleri Bakanı William Hague, Suriye muhalefeti ile el ele vererek, Suriye'ye "demokrasi" getireceklerini belirtti.
Bunun karşısında, Suriye halkına karşı "uluslararası bir koruma"nın peşinde olduklarını söyleyen Suriye Ulusal Konseyi Başkanı Burhan Ghalyun ise, Batı'ya, yaptığı çağrıda Türkiye ve Arap Birliği ülkeleri ile birlikte çalışarak, Esad yönetiminin yıkılmasını istedi.
Görüldüğü üzere, içinde Suriye İhvan-ı Müslimin'in de bulunduğu "Suriye Ulusal Konseyi", Batı, Türkiye ve Arap Birliği ittifakı ile birlikte, Suriye'ye getirilecek "demokrasi" için uluslararası görüşmelerini sürdürüyorlar.
Peki, şimdi bizler, "İslamcılar" olarak, yaşadığımız ülkelerdeki dikta ve zulüm düzenlerinden kurtulmak için emperyalist haçlı Batı'nın himmet, yardım ve desteğine mi el uzatacağız..?
Artık silkinmenin, üzerimizdeki örtüleri parçalayıp atmanın zamanı gelmedi mi?
Hafızamızı mı yitirdik, Bu batı hangi batı..?
Bizler daha dün Irak işgaline karşı meydanlardı doldurup haçlı batı emperyalizminin sahte "demokrasi ve insan hakları" sloganlarını ayaklarımızın altına alanlar değil miydik? ABD-İngiliz işgal güçlerinin Irak'a ve Afganistan'a getirdiği insan haklarının ne anlama geldiğini bilenler değil miydik?
Bu Batı'nın "demokrasi" adına bir milyondan fazla kardeşimizi nasıl katlettiğini, Ebu Gruyb'lerden Bagram ve Guantanomo'lara nasıl "insan hakları" ve "demokrasi" tabloları ortaya çıkardığını görenler bizler değil miydik? Viran edilen şehirlerimizin, oluk oluk akıtılan kanlarımızın, çiğnenen onur ve namuslarımızın çığlıklarını atanlar bizler değil miydik?
Iraklı Nur bacının zindandan yazdığı mektupları yazıp konuşanlar, Batı emperyalizminin insanlık dışı, utanç verici ve barbar yüzüne tükürenler bizler değil miydik..?
Şimdi bu "Batı" gidip yerine başka "Batı" mı geldi? "Şeytan Batı" şimdi "melek" suretine mi girdi? Ne oldu da, şimdi bizler bu Batı'nın himmet ve desteğini arkamıza almak için çırpınıp duruyoruz..?
Bazı kardeşlerimiz ısrarla, Esad yönetiminin döktüğü masum kanları hatırlatıyor?
Dünyanın her neresinde masum insanların kanı dökülürse, o bir damla kanın hesabını sormanın derdiyle gözlerimize uyku girmez. Suriye'de dikta rejiminin zulüm ve baskısı altında acı çeken bütün kardeşlerimizin acısı yüreklerimizde yanan bir kor ateştir her zaman. Yutkunup durduğumuz anlar, hayatımızın en zorlu anlarıdır ve herkesten önce buna Allah şahittir...
Bu ümmet ve insanlık zulmün her türlüsünden ve bütün zalimlerden elbet kurtulacak. Zira bizler, Rabbimizin vaadi üzere, yeryüzünün her karış toprağında ilahi adalet nizamının kurulacağı günlerin peşindeyiz; evrensel kurtuluş ve adalet gününe doğru yürümeyi de ibadet sayarız. Böyle bir günde ne Baas rejimine yer vardır, ne de krallıklara, diktatörlüklere, sultanlıklara. Ne hain düzenlere, ne işbirlikçi rejimlere. Zira onların işbirlikçiliğini yapacakları efendileri de kalmayacaktır bu yeryüzünde...
Ancak biz bu irademize, bu inanç ve ideallerimize emperyalist haçlıların, ellerinden milyonlarca Müslümanın kanı damladığı, sömürgeci ve barbar kapitalistlerin, kan içici canilerin, yağmacı müstekbirlerin kir ve gölgesini bulaştıramayız. "Özgürlük ve onur" adına, "hak ve adalet " adına, tüm bu kutsal değerlerin en büyük ve an azılı düşmanlarıyla kucak kucağa olamayız..."
Yabancı mı bize bu Batı? Bizler bu emperyalistleri tarih boyu tanıyoruz. Kendilerinin daha dün açıkça telaffuz ettiği "haçlı savaşları"ndan, üzerimize yağan bombalardan, işgal edilen ülkelerden, yağmalanan servetlerden, çiğnenen onur ve iffetlerden tanıyoruz....
Bizler bu Batı'yı, sömürgeci kapitalizminden, sahte özgürlükçü liberal demokrasisinden tanıyoruz. Bizler bu Batı'yı kibir ve küstahlıklarından, azgınlık ve tuğyanlarından, şirk ve istikbarlarından tanıyoruz. Bizler bu batıyı sahte maskelerinden, çifte standartlarından, yalan ve aldatmalarından tanıyoruz"
İslamcılığın olmazsa olmaz kırmızı çizgisi "anti-emperyalizm ve anti-siyonizm"dir. Emperyalizmin tüm politikalarına, sömürgeci ve yağmacı planlarına, ideolojik, ekonomik, kültürel, siyasi ve askeri tüm saldırganlıklarına karşı durmayı, direnmeyi ve savaşmayı en büyük "ibadet" biliriz.
Şimdi ne oluyor da, hem "İslamcı" olup, hem de Batı ile kol kola, kucak kucağa özgürlüklerimizi arıyoruz..?
Ne oluyor da, tarihin en azılı katillerinin elinden hak ve adalet dileniyoruz..?
Ne oluyor da, kırılması namus borcumuz olan haçlıların bu kirli ve kanlı ellerini, şimdi kendimize dost ve yardımcı eli olarak görmeye başlıyoruz"?
İslamcı duruş bu mu? Ya da İslamcılığın geldiği ve düştüğü nokta bu mu?
Hamza Türkmen kardeşimiz Suriye Forumunda yaptığı konuşmada Suriye ile ilgili komplocu yaklaşımlara dikkat çekerken, "Suriye'deki olayları Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) veya GOP ile açıklayanlar var. BOP, bir kere başarısız olmuş bir projedir. BOP'u önce 2003'te 1 Mart Tezkeresine karşı kitlesel direnişimizle Meclis'te 3 oy farkla da olsa mağlup ettik" demişti.
Hamza Türkmen doğru söylüyor; Büyük Ortadoğu projesi de, Yeni Ortadoğu projesi de mağlup edildi. Ama bu, 1 Mart tezkeresinin reddedildiği Türkiye üzerinden değil; Amerikan bavaş uçakları Türkiye üslerinden sorti yapmak üzere havalandığı sırada, işgalcilere karşı Suriye'nin de lojistik destek sağladığı direnişçiler eliyle mağlup edildi?
Büyük Ortadoğu projesi Lübnan ve Filistin'deki İslami direnişin siyonist rejime tarihinin en ağır darbelerini indirmesiyle mağlup edildi. Büyük Ortadoğu projesi, Arap barış girişimi adı altında sürdürülen ihanet görüşmeleri boşa çıkarılarak, direniş tercihinin güçlendirilmesiyle mağlup edildi.
Büyük Ortadoğu projesi, birileri direnişçilerin elini bağlayıp arkadan vurdukarı sırada, birilerinin de her şeyi göze alarak direnişe silah ve cephane taşımasıyla mağlup edildi.
Büyük Ortadoğu projesi, "İsrailsiz Ortadoğu, Amerika'sız dünya" şiarıyla emperyalizm ve siyonizmin yüzüne sille vuranların eliyle çökertildi.
Büyük Ortadoğu projesi, siyonist rejim başbakanı Ehud Olmert'e "siyonizm rüyası bitmiştir" dedirtenler tarafından mağlup edildi.
Büyük Ortadoğu projesi, Bint Cübeyl'den Hayfa'nın ötesi vurulduğunda, Gazze'den Tel Aviv'ın yakınlarına füze atıldığında mağlup edildi...
Biz, Büyük Ortadoğu Projesi'ni gerçekte bitirenlere, bu projelerin sahiplerinin belini bükenlere laf atıp duralım da, bari hiç olmazsa 1 Mart tezkeresinin altına girip, kendimize pay ayırmayalım...
Gerçekten öyle mi?
Amerika'nın Irak işgali boyunca Türkiye toprakları üzerinden, Irak Kürdistanı yoluyla işgali için sağladığı lojistik ve askeri desteğin sınırını bilen var mı? Türkiye üzerinden Irak'a giden cephanenin miktarını bilen var mı? İncirlikten havalanan savaş uçaklarının Irak kentleri üzerinde kaç sorti yaptığının sayısını bilen var mı?
Ne saydık, ne düşündük, biz bunu hiç konuşmadık bile...
Ve bugün bu Batı'nın Irak işgaliyle birlikte gerçekleştirdiklerinin üzerine sünger çekme noktasına geldik. Yoksa tüm bunları yapanlar Batılılar değil miydi? Peki ne zaman unuttuk o tüm kurbanlarımızı? Ne zaman unuttuk baştan başa kan gölüne dönen yurtlarımızı? Ne zaman unuttuk, Beyaz Saray ve Londra'nın o kanlı haydutlarını"?
Suriye'deki zulmü ve halkın mazlumiyetini konuşurken bunları unutmamız mı gerekirdi? Dera'da dökülen kanları konuşurken, Necef, Felluce, Ramadi ve Bakuba'da dökülen kanları, Kandahar ve Celalabad'da dökülen kanları unutmamız mı gerekirdi? Suriye zindanlarını konuşurken, Ebu Gureyb, Bagram ve Guantanamo'ları unutmamız mı gerekirdi? Nasıl oldu da şimdi bizler onların yanına düştük, aynı cephenin bir parçası haline geldik..?
Bazı kardeşlerimiz hemen tepki vererek, birilerinin haksız bir şekilde Amerikancı ve NATO'cu olmakla suçlandığını belirtiyor. Evet bu tepkilerinde haklılar. Zira bir Müslüman asla ve asla Amerikancı ve NATO'cu olamaz. O zaman bu kardeşlerimiz, ABD ve NATO'nun, emperyalist haçlı batının kollarına atılanlar hakkında niçin bir şey söylemiyorlar? Onları alkışlayıp şarkı besteleyenlere, onlara çiçek atıp davetiye gönderenlere neden bir şey söylemiyorlar..?
Bir kuyudan çıkarken içi yılan dolu çok daha büyük kuyulara düşmenin anlamı ne?
İslamcı dost ve kardeşlerimize sorumuz şu:
İstanbul'u kendilerine üs edinen ve kendilerini "Suriye Ulusal Konseyi" olarak tanımlayan bu kişilere, söyleyecek bir sözünüz bile mi yok..?
Yelkenleri reel-politik rüzgarıyla şişirerek, neredeyse direklerimize Amerikan bayrağı çekerek İslamcılık yapacaksak eğer, o zaman biz de deriz ki; "batsın bu İslamcılık"!"
Bir İslamcı olarak İslamcılığa ağlıyorum...
velfecr / editör