Bu sistemin iki amentüsü var

Bu sistemin iki amentüsü var

Atatürk'ün kızı ve oğlu da olsanız bile Kürt sorununu çözemezsizin. Çünkü bu sistemin iki amentüsü var. İşte o iki amentü ve Erdoğan'ın ilginç tavrı...

Vatan'dan Mine Şenocaklı'nın Abdülmelik Fırat'la yaptığı röportajın üçüncü ve son bölümü

Bu sistem baki kaldıkça Kürt sorununun çözülmesi zor. Çünkü bu sistemin iki amentüsü var; biri bölücülük, biri gericilik. Gericilikten 'Müslümanlığı' kastediyorlar, bölücü deyince de 'Kürtleri'... Siz Atatürk'ün kızı ve oğlu da olsanız, 'Biz Kürt meselesini çözelim' deseniz, sistemin amentüleri olduğu sürece çözemezsiniz. Bu sorun Türkiye AB'ye girerse ve Anayasa değişirse çözülebilir belki...

Sizce Kürt meselesini çözecek akil adamlar kimler olmalı?

Ortadadır... Sistem her ne kadar bölgeyi dejenere etmişse de Kürtler'in hâlâ aydın insanları, makbul adamları, akıl şahitleri, kanaat önderleri vardır. Kendi kültürünü, dinini, aşiretini bilen Kürtler vardır.

Murat Karayılan, İlter Türkmen'in adını verdi... Sizin kafanızda hangi isimler var?

Şimdi isim söylemeye lüzum yok. Ben bin isim söylerim, söyledim mi hepsini yazabilir misin?

Yazamam ama olmazsa olmazlar kimler sizce?

Devlet bilir... Bakın ben Erdoğan'ı genç bir insanken, 20 yaşındayken Milli Selamet'in teşkilatındayken tanıyordum. Bana saygısı vardır. Erdoğan'ın geçmişi nedir? Rize'nin bir köyünden Kasımpaşa'ya gelmiş. Orada büyümüş, İmam Hatip'te okumuş, güzel ezberi var, hafızasında tutuyor, konuşması etkili... Necmettin Hoca'nın da talebesidir. Necmettin Hoca'nın duası da onunla beraberdir. Artık duasını geri çevirse de...

Bugün Türkiye'de partisine bu kadar hükmeden hiçbir lider yok. Bugüne kadar da olmamıştı. Onun 400 milletvekili, 'Otur, kalk!' durumuna gelmiş halde. Hiçbirinin bir gücü yok... Erdoğan, Başbakan olduğu zaman ben Hak ve Özgürlükler Partisi Başkanı'ydım. Resmen iki defa müracaat ettim. Konuşmaya tenezzül bile etmedi. Ona özel bir mektup gönderdim onun bir milletvekiliyle... Dedim ki, 'Grupta her hafta görüyorsun, bunu ver kendisine.' Üç ay sonra milletvekili dedi ki, elimi de öpen bir milletvekiliydi, 'Kusura bakma, korktum veremedim.' Bir mektubu veremedi. Sonra o mektubu aldım, bizim sekretere verdim, dedim ki, 'Başbakanlığa, özel kalem müdürlüğüne götür ve kaydettir.' Erdoğan'ın Özel Kalem Müdürü bana telefon etti, 'Sayın milletvekilim mektubunuzu aldık' diye. Dedim, 'Maşallah, aferin! İki sene içinde iki defa müracaat ettim. Erdoğan Diyarbakır'a gittikten sonra kendisine hitaben gazetelerde açık mektup yazdım. Hiç cevap vermedi.' Özel Kalem Müdürü dedi ki, 'Biz sizi ararız!' O kadar. Erdoğan, benimle konuşmaya korkuyor. Bana karşı bir düşmanlığı yok ama korkuyor.

Erdoğan tehlikede!

Niye?

Çünkü benim sırtımda iki yük var; biri dedem Şeyh Said, diğeri Kürt meselesi. Yoksa aramızda başka bir şey yok. Eğer onun inancı sahte değilse, onun inancına yüzde 80 benim yakınlığım var, onun da benim inancıma yakınlığı var. 'Ben konuşursam, Şeyh Said'in torunuyla konuştum diye derin devlet beni mimler' diyor. Bunun hesabını yapıyor. Oysa ben kendisine dedim ki, 'Seni zehirleyecekler.' Yani ondan sonra dava açıldı, parti kapanmaya kadar geldi. Şansı da var. Önüne atılan takozların üzerinden atlayarak geçiyor. Tabii hâlâ tehlikededir durumu.

Neden tehlikededir?

Çünkü derin devlet ona güvenmiyor. Diyor ki, 'Değişikliği yapabilir. Bunu bir tarafa itersek yeni gelen gruplar bu değişikliği yapamaz.' Ben ona iki sene önce, görüşme talebimi kabul etmediği için, beş-altı satırlık mektup yazdım. Dedim ki, 'Sana oyunlar hazırlanıyor, önünde kuyular açıyorlar, uyanık olman lazım. Seninle bir siyasi kişi olarak Yassıada'da yargılanan, zindanlardan gelen, sürülen bir Kürt olarak uzunca konuşmak istiyorum.' Çünkü biz hep ezildik, sürüldük ama vatanımızı seviyoruz. Zalimleri sevmiyoruz. Onlara baş eğmiyoruz. Öyle geldik, öyle gideceğiz, başımız dik. Biz bir tek Azrail'e 'Eyvallah' deriz. Onun dışında zalimlerin safında hiç olmadık, çok mahrumiyetler yaşamamıza rağmen... Allah'a da hamdediyorum ki, beni korudu, zalimlere ortak olmadım...

Son bir sözünüz var mı?

Ben bu toplumun huzura kavuşmasını herkesten çok isterim. Özetle söylemek istediğim şu; bu sistem baki kaldıkça Kürt sorunu çözülemez. Bu sistemin iki amentüsü var, biri bölücülük biri gericilik. Gericilikten Müslümanlığı kastediyorlar, bölücü deyince de Kürtleri... Siz Atatürk'ün kızı ve oğlu da olsanız, 'Biz Kürt meselesini çözelim' deseniz, sistem kabul etmez. Sistemin amentüleri olduğu sürece bu sorunu çözemezsiniz... Sistemin ideolojisi bu çünkü.

Siviller iktidarsızdır

Peki Erdoğan Kürt meselesini çözebilecek mi?

Sistem bu şekilde devam ettiği sürece hayır. İktidar halkın seçtiği AKP'de değil ki, halkın seçtiği iktidara derin devlet hiçbir zaman inanmamıştır, itibar etmemiştir. Türkiye'de siviller iktidarsızdır. Halk onlara istediği kadar güç versin, onlar iktidarsız oldukları için iktidar olamıyorlar. Fırsat buldukça da askeri darbe yapmışlardır. Ama dünya sistemi değiştiği için, artık askeri darbe mümkün olmadığı için, belki anayasayı değiştirirlerse, AB'ye girerlerse bu sorunu çözebilirler. Şimdi ancak palyatif tedbirler alınır. TRT Şeş gibi...

GÜL, ERDOĞAN'DAN DAHA CANA YAKIN, DAHA KİBAR!


Abdullah Gül, 'Kürt meselesinde sevindirici gelişmeler olacak' derken Anayasal değişikliği mi kastetti sizce?

Kastetmiş olabilir. Ben de diyorum ki, reisicumhurdur, bizim gibi bir kenarda değildir. Ama bizimle konuşmaya dahi korkuyor.

Cumhurbaşkanı'ndan da randevu istediniz mi?

Hayır. Ama Gül, Erdoğan'a nispetle daha cana yakın, daha kibar bir insandır. Belki randevu istesem kabul eder ama kendiliğinden davet etmiyor. Oysa madem ki Kürt sorununu çözmek istiyorlar, konuşmalılar... Ama benimle konuşmazlar, Şeyh Said'in torunuyum diye... Oysa Öcalan'ın, Karayılan'ın dışında da Kürtler var. Onlarla da konuşulsun. DTP'nin Genel Başkanı bile 'Bizim dışımızdaki Kürtler'le de konuşun' dedi. Onlar da biliyorlar ki başka Kürtler de var. Ama devlet PKK'den başka muhatap tanımıyor. Çünkü ikisi de aynı kaynaktan su içiyor.