Çamurcu, Hükümeti Suriye İle Vurdu

Çamurcu, Hükümeti Suriye İle Vurdu

Suriye konusunda farklı düşünen yazar Kenan Çamurcu, AKP hükümetine sert ifadelerle kullanarak tepki gösterdi...

Kenan Çamurcu

Suriye'nin Türkiye, Ürdün ve Lübnan'a sınır şehirlerinde yaşanan iç savaş, bilmediğimiz bir nedenle Türkiye'nin savaşı haline geldi. Hükümet, Suriye'deki iç savaşta yönetime karşı savaşan silahlı örgütlere lojistik destek sağlamayı bilmediğimiz bu nedene dayandırıyor. Bilmediğimiz bu nedeni gerekçe kabul ederek Suriye'de bombalama, suikast, silahlı baskın ve muhtelif eylemler düzenleyen silahlı terör örgütlerini topraklarımızda barındırıyoruz, Türkiye'nin sınırından Suriye'ye sızmalar için her türlü kolaylığı sağlıyor Ankara ve bu örgütleri TSK kamplarında barınma ve eğitim imkânından yararlandırıyor. Ankara bununla da yetinmiyor, egemen bir ülke olan Suriye'ye karşı kendi topraklarında "Suriye Ulusal Konseyi" adı altında alternatif devlet ve rejim kurulmasına önayak oluyor, mevcut Suriye yönetiminin devrilip yerine bu konseyin geçmesi için elinden gelen çabayı ardına koymuyor.

"Suriye Ulusal Konseyi" isimli oluşum, Tunus ve Mısır'daki isyanlardan farklı olarak Libya'da benzerini gördüğümüz "Geçiş Konseyi"ne benziyor. Libya'daki "Geçiş Konseyi", NATO desteğinde çalışan ve kontrolü altındaki silahlı güçlerin de NATO'nun onlarca masum Libyalının hayatına malolan bombardımanı eşliğinde, İngiliz ve Katar özel kuvvetlerinin komutası altında faaliyet gösterdiği bir organizasyondu. NATO bombardımanlarının desteği ve yabancı askeri güçlerin komutasıyla gerçekleşen darbe ile Kaddafi devrilince bu "konsey" yeni rejimi kurmak üzere işbaşına getirildi. Şimdi de Suriye'de Libya modeli tekrarlanmaya çalışılıyor ama Suriye'nin anlamı Libya ile kıyaslanmayacak boyut, katman ve karmaşıklığa dikkat çektiğinden Amerikalılar bu konuya Libya dosyası gibi yaklaşamıyor. Birinci dünya savaşından sonra bölgesel alt rejimi kuran İngilizler sessizce olan biteni izliyor, Suriye'yi sömürgeleştirmeyi deneyip başarısız olmuş Fransızlar da olabilecek en uzak mesafeden vur-kaç fikirlerle deneysel yoklamalar çekip sorunla ilişkisini sıcak tutmaya çalışıyor.

Bu güçler arasında sadece Türkiye, "Suriye halkının yanında olma" adı verilmiş kocaman bir yalanla yangının ortasına düşüncesizce dalmış tek ülkedir.

Büyük yalanların mimarı Dışişleri Bakanı her ağzını açtığında "halkın yanında olma" ilkesini hatırlatıyor ama Bahreyn'de halk, eli kanlı diktatöre karşı hak ve özgürlük şiarıyla ayaklandığı ve Suriye'dekinden farklı olarak hiç silah kullanmadığı halde Bahreyn, Suud ve diğer sultanların oluşturduğu koalisyon güçlerince sokaklarda katledilirken, camiler yakılıp yıkılırken, Kur'an-ı Kerim'ler yırtılmış ve yakılmış halde yerlerde sürünürken neden sessiz kaldı? Başbakan'ın hamaseti Bahreyn ve Yemen halkı için neden kabarmıyor? ABD ve Suud saltanatının, Yemen halkının canı pahasına verdiği mücadele sonucunda ülkeden kaçmak zorunda kalan diktatör Abdullah Salih'i o kömürleşmiş haliyle tekrar Yemen'in başına dikmesine neden bir çift sözü olmadı Ankara'nın?

Suud saltanatı, halka baskı uygulamak bir yana nefes bile aldırmazken ve Bahreyn isyanının hemen ardından ülkenin doğusunda başlayan ayaklanmayı acımasızca bastırırken Suriye halkının imdadına koşulduğu iddiasıyla kamuoyunu yanıltan iktidar neden ölüm sessizliğindeydi? Hiçbirinde milli irade yönetiminden eser bulunmayan Arap Ligi ülkeleri Suriye'ye demokratikleşme ve reform çağrısı yaparken, ilke için mücadele verdiğini iddia eden Ankara neden onlara önce kendilerine bakmalarını tavsiye etmiyor? Sultanlıklar ve krallıklardan oluşan Körfez İşbirliği Örgütü Bahreyn'e asker sokup milli irade yönetimi için ayaklanmış halkı katlederken, tutuklulara en vahşi yöntemlerle işkenceler yapılırken, insanların evleri basılıp kadın çocuk demeden aileler her türlü zulme maruz bırakılırken "ilkeli" ve "halkın yanında" Ankara nerelerde acaba?

Ankara'nın aylardır Suriye'ye karşı düşmanca faaliyetler yürütmesine öfkelenen Suriyelilerin Şam'daki Türkiye temsilciliğine yaptıkları saldırı ve bayrak yakma eylemi kuşkusuz Türkiye topraklarına yapılmış bir saldırıdır. Tıpkı Türkiye'nin aylardır Suriye topraklarına yaptığı saldırı gibi! Yoksa düne kadar Suriye'nin her yerinde mutlulukla dalgalandırılan bayrağı Suriyeliler durduk yerde neden yaksın? Şam'da bayrağımızın yakılmasına varan öfke, Ankara'nın, tüm uyarılara rağmen, Suriye'nin iç savaşında yüzlerce insanın ölmesine yolaçan silahlı teröre desteğindendir.

Suriye iç savaşında bugünkü bilanço, 3000 protestocuya karşılık 1000'in üzerinde güvenlik görevlisi ve Esed'i destekleyen (sayısı bilinmeyen) sivilin hayatını kaybetmesidir ve bu tablo, Ankara'nın, batılıların beklentisi doğrultusunda iç savaşı tırmandırmaya çalışan silahlı gruplara desteğinin eseridir.

Daha iyi anlaşılması için bir karşılaştırma yaparsak, 20 milyonluk Suriye'de 1000'in üzerinde güvenlik görevlisi, Türkiye'de 4 binin üzerinde güvenlik görevlisinin birkaç ayda silahlı isyancılar tarafından öldürülmüş olması anlamına gelir. Ankara aylardır bu cinayetleri destekliyor. Yani muhafazakâr iktidarın TSK kamplarında barındırdığı, eğitim verdiği, mali kaynaklarla ve topraklarını kullandırarak desteklediği örgüt, müstafi baasçı Riyad Esed'in ifadesiyle 15 bin silahlı gücüyle 20 milyonluk Suriye'de 1000'in üzerinde güvenlik görevlisini öldürdü. Sivil cinayetlerinin sayısını ise bilmiyoruz.

Muhafazakâr Ankara, Suriye'ye karşı faaliyet gösteren silahlı terör örgütüne verdiği destekle 3 bin protestocu, bin küsur da Esed yanlısı insanın öldüğü iç savaşın birinci derecede sorumlusudur. Aylardır Suriye'ye karşı silahlı örgütleri barındırıp destekleyen iktidar, hangi haklılıktan bahsediyor?

Aylardır "özgür Suriye ordusu" isimli terör örgütüne destek verilmesinin haklı gerekçesi Beşar Esed'in halkına baskı uygulaması mı?

Madem Ankara, demokratik değişim için terörü etkili bir araç olarak gören dışpolitika ilkesine evrildi, öyleyse PKK'nın aynı amaçlı teröründen niye şikayetçi? Neden başta Amerikalılar olmak üzere batı cephesinin PKK terörüyle Türkiye'de değişimi zorlamasına itirazı var? Yahut Ankara değişim için terörü kullanma seçeneğini neden sadece Suriye ile sınırlı tutuyor da bu muameleyi Suriye'den daha fazla hakeden İsrail, Suud, Bahreyn, Katar ve diğer saltanatlara karşı da benimsemiyor?

Eksik akıllılar Şam'ın silahlı isyana karşı silah kullanmasını Ankara'nın Suriye'ye karşı teröre destek vermesi için yeterli bulabilir belki ama Ankara bu akılla mı davranıyor?

Muhalefet partileri iktidarın propaganda şerrinden kurtulmak için ve hukuki açıdan bakıldığında haklı olarak Şam'da Türkiye temsilciliğine yapılan saldırıyı kınadılar ama Ankara'nın aylardır Suriye topraklarına yaptığı saldırıları neden sorgulamıyorlar? Erdoğan ve Davutoğlu'na, Suriye'de dökülmesine yolaçtıkları, dökülmesini destekleyip teşvik ettikleri kana doymadıklarını mı soracak bir tek vekilimiz yok mu?

CHP ve BDP, hemen şimdi, mutlaka, iktidara Suriye'de iç savaşı desteklemekle ölümüne sebep olduğu 4 bin canın hesabını sormalıdır. Suriye iç savaşında çözüm diye sadece Esed yönetimine silah kullanmaması seçeneğini dayatmak nasıl makul çözüm olabilir? Neden Türkiye topraklarını karargâh olarak kullanan "özgür Suriye ordusu" isimli terör örgütünün ve onun silahlı 15 bin milisinin Suriye'de saldırılar düzenlemesine kol kanat germekten vazgeçilmesi, iç savaşa katılan veya katılmaya zorlanan sivillerin evlerine dönmesi gibi gerçekçi ve sonuç alıcı önlemler, kanın akması için etkili bir yöntem olarak benimsenmiyor? Başbakan, PKK'nın isyanına karşı bu çözüm önerilerini sürekli tekrarlamıyor mu? Türkiye için planlanan barış süreci neden Suriye konu olunca bir anda çöpe atılıyor da silahlı isyanın iç savaşa dönüşmesi için sorunu kanırtmak temel ilke olarak benimseniyor?

Eğer Suriye, Ankara'nın yaptığını yapıp Türkiye'ye karşı aylarca düşmanca faaliyet yürütse, silahlı bir örgütü destekleyerek iç savaşa katılsa ve Türkiye'de güvenlik güçlerinin ve sivillerin kanını dökseydi Ankara acaba aylarca Şam gibi tepkisiz kalır mıydı? Şam, aylardır Türkiye'nin hatasından dönmesini bekliyor, bu akıl almaz tavrını batılıların baskısıyla sürdürdüğünü söylüyor ve hatasını anlayacağını umuyor. Fakat tam tersine Ankara, hatasından dönmek yerine Suriye'ye karşı saldırgan tutumunu derinleştiriyor, gerilimi tırmandırıyor ve savaş çıkaracak bahaneler peşinde koşuyor.

Bu tehlikeli macerayı kaygıyla izleyen bizim gibi AK Parti'ye oy vermiş vicdanlar kanıyor, yürekler yanıyor, hissiyatımız sarsılıyor, üstesinden gelemeyeceğimiz soruyla yüzleşmekten korkuyoruz: AK Parti'ye; sömürgeciler, istilacılar, namusumuzu talan etmenin pususuna yatmış işgalciler namına ve menfaatine savaş çıkarsın diye mi oy verdik?

Washington-Tel Aviv lobisi, laik ve dindar liberaller, Suud saltanatına biatli tekfir ve nefret lejyonu, eski radikal İslamcılar ve Gülencilik Ankara'nın Şam'la savaşa doğru koşmasını kutluyor, NATO marifetiyle değişim doktrininin adım adım hayat bulmasından duydukları mutluluğu gizlemiyor ama unutmamak gerekir ki sömürgecilerin ülkelerini istilasına direnecek olan Suriyeliler ikinci kurtuluş savaşından galip çıktıklarında yeni koşulların ağır faturasını Amerikalılar veya Fransızlar, ya da onların Türkiye'deki lobileri değil, siyasi iktidarın sahibi Erdoğan ve onun büyük yalanların mimarı olma memuriyetine boyun eğmiş Dışişleri Bakanı ödeyecektir. Lübnan'da İsrail'in Lübnan'a saldırmasıyla başlayan 2006 Temmuz savaşının ağır bedelini Amerikalıların değil, Amerikan politikalarına refakatçilik yapan Saad Hariri ve yandaşlarının ödediği gibi! Amerikalılar, İsrail'i hezimete uğratan ve Lübnan'ı istiladan koruyan Hizbullah'la Temmuz savaşının hemen ardından temas kurmanın yollarını aramaya koyulduğunda, renkli "sedir devrimi" ile iktidara getirilmiş 14 Mart koalisyonunun bozulması ve Hariri'nin hükümetini kaybetmesiyle zerre kadar ilgili değildi.

Washington-Tel Aviv lobisi, laik ve dindar liberaller, Suud saltanatına biatli tekfir ve nefret lejyonu, eski radikal İslamcılar ve Gülencilik, tıpkı 2006'da Arap saltanatlarının Washington ve Brüksel'in Hariri hükümetine yaptığı gibi Erdoğan'ın görkemli iktidarını NATO emellerinin tahakkuku için manivela olarak kullanıyor. Televizyonlarda konuşan, gazetelerde köşe yazan nice isim, eskisi gibi NATO'culuklarını iyiniyet ve yorum kamuflajıyla ambalajlayıp sözlerini örtük dile getirmiyor, gayet açık oynuyor ve NATO marifetiyle değişim doktrinine itikatlarını gizlemiyorlar. Hadi onlar bölgeyi ABD'ye sömürge yapmak için mesaideler de, darbecilere karşı mücadeleye ant içmiş ve bu kararlılıkla partilerine %50 nispetinde görkemli bir iktidar kazandırmış gayret sahipleri de mi karanlık lobilerin şom emellerinin peşinden koşuyor?

Türkiye'nin zihnini istilaya koyulan Washington-Tel Aviv lobisi ve bu lobiye medyatik imkânlarını ardına kadar açmış Gülencilik, Suriye'nin PKK'ya destek verdiği yalanını propaganda ederek Suriye ile krizi derinleştirme istiyor. Oysa Suriye'nin on yıldır PKK'ya destek verdiğine dair bir tek kanıt yok ve hükümet de bu iddiayı hiç dile getirmedi; ama sözkonusu lobiler, Şam'a karşı terör faaliyeti yürüten "özgür Suriye ordusu" isimli silahlı örgüte Türkiye'nin tam desteğinden iftihar duyuyor.

Kendini diktatörlük karşıtı gösteren ve Suriye'ye karşı savaşı Amerikalılardan bile çok destekleyip teşvik ettiği anlaşılan Gülenciliğe, o zaman niye Suud, Bahreyn, Katar ve diğer diktatörlüklere bu kadar sempatik olduğunu sormalıyız. Diktatörlükten hiç hazzetmediği sanılan Gülencilik, 28 Şubat darbesinin öncesi-sırası-sonrası anlarında darbe failleriyle kolkola değil miydi? 28 Şubat darbesinin Baas rejimi kuracağını propaganda eden Gülencilik, darbe sırasında failleri ödül yağmuruna tutmamış mıydı?

"Büyük Türkiye" menkıbeleriyle Türkiye'yi uyutan Dışişleri Bakanımız, Suriye'ye karşı silahlı silahsız tüm güçlerini seferber ettikçe yabancılardan takdir görüyor. Amerika'ya hizmeti tescillenmiş propaganda kanalı El-Cezire, Davutoğlu'nun savaşçı Suriye politikasını "enfes idare" olarak niteliyor.

Dışişleri Bakanı'nın, Suriye'ye karşı en kararlı tutumu alacaklarını söyleyip durmasına ihtiyaç yoktur. Çünkü aylardır iç isyanı destekleyip kan akmasına yolaçması yeterince kararlı olduğunu kanıtlıyor.

Dışişleri bakanımız Suriye'ye kişisel meselesiymiş gibi hücum ediyor. Acaba bunda Esed'in, "Türkiye Dışişleri Bakanı bize her geldiğinde Amerikalıların tehdidini aktardı. Buna gerek yok, Şam'da Amerikalıların sefiri var zaten" Sözünün payı var mı? Esed'in bu ifşasına hiçbir şekilde karşılık verememek mi Dışişleri Bakanımızı Suriye'ye karşı daha saldırgan bir dil kullanmaya sevkediyor? Yoksa batılıların öteden beri havuç-sopa politikasıyla, bir şeytanlaştırıp tahkir etmesi, bir övgüden yere göğe sığamayacak hale getirmesi mi onu Suriye meselesini kişisel kariyerini kurtarmanın güçlü vesilesi saymaya sürüklüyor? Eğer böyleyse Suriye'de dökülen her damla kanın Davutoğlu'nun siyasi istikbalini kurmaya sarfedilmiş sayıldığını akıldan çıkarmamak icap eder ki böyle bir kara sicil hiçbir siyasi ikbalin elde edilmesine değmez!

Suriye meselesinde dert edilen şeyin sokakta dökülen kan olduğuna inanmaya kalktığımızda en samimi iyiniyeti bile bir çırpıda çürüten gerçeklere tosluyoruz. Mesela Suriye'nin Direniş'e destek veren bölgesel rolünü çökertmek isteyen batılı güçlerin, Libya'da olduğu gibi iktidara hazırladığı müstafi Baasçı Hama katili Rıfat Esed'e, bu projenin hayat bulmaması için şimdiden neden büyük tepkiler gösterilmediğini izah edebilen bir açıklama var mı?

1982 Hama katliamının birinci derecede faili Rıfat Esed'in (Beşar Esed'in amcası) Suriye'nin başına geçmesinden bahsedilirken bu devir teslim ihtimali ne Ankara'nın, ne de ona tâbi, mûti, itaatkâr sivil toplumun tepkisini çekiyor. Suriye için şahlanmış tepkiler içinde bu projeye tek kelimeyle itiraz edilmediği sadece bizim gözümüze gözükmüyordur herhalde!

Hep söyledik: Suriye'de müstafi Baasçıların muvazzaf Baasçılara karşı iktidar mücadelesi var ve Rıfat Esed, İsrail'in yayılmacılığına ve Washington'ın bölgesel alt rejimi güncelleme amacına karşı nöbet bekleyen Direniş'i imha sözü verdiğinde müstakbel Suriye rejiminin lider adayı olarak listenin başına yazıldı bile.

Bu gelişmeler gözler önünde alenen ve aşikar biçimde cereyan ediyorken tertemiz bir vicdanın, 1982 Hama katili Rıfat Esed'e manşetlerden isyan etmesi gerekmez mi? Washington benimseyince en kanlı katil sütten çıkmış ak kaşık mı oluyor, Amerikalılar münasip görünce nehirler tersine mi akıyor, akan sular duruyor mu, Hama'da katledilen canların üzerine soğuk su mu içiliveriyor?

Amerikalılar münasip gördüğünde Nusayri/Alevi Baas rejimi de sorun olmaktan çıkıveriyor. Baas'ın kurucularından Nusayri/Alevi Rıfat Esed Amerikancı hedeflerin neferi olmaya karar verdiğinde aklanıp paklanıyor, en temiz mümin sıfatıyla gönüllerde taht kurabiliyor. Yeter ki Direniş'e diz çöktürsün. İktidarın Hama katili Rıfat'a devredilmesine alkış tutmak üzere ellerini kaldırmış güruhun Suriye sokağında ölenleri dert ettiğine inanmamız için geçerli bir neden var mı?

Açık konuşalım: Washington-Tel Aviv lobisi, laik ve dindar liberaller ve Gülencilik, peşlerine NATO'ya asker yazılmaya razı Suud saltanatına biatli tekfir ve nefret lejyonu ile eski radikal İslamcıları takmış Türkiye'yi uçuruma sürüyor. AK Parti iktidarı işte böylesine kusursuz bir felaketin duble yolunu asfaltlıyor!

NATO marifetiyle değişim doktrinine güzellemeler düzseler de kendilerini hâlâ eski ve yeni sömürgeciliğe karşı olmakla tarif etmeye çabalayan eski radikal İslamcılar için NATO'ya asker yazılmadan önce son çıkış kaçırılmak üzeredir. Suriye ile savaş başlarsa "Libyalı devrimciler" karikatüründen farksız hale gelecekler.

Türkiye'de Suriye için gerçek bir tepki göstermek isteyen varsa yapması gereken, Başbakan'ın karşısına dikilip Şam'a karşı neden silahlı terörü desteklediğini sormasıdır.