Humeyni'nin Rüyası ve Arapların Kabusu
Suudi Arabistan güdümlü El Şark el Avsat gazetesi yazarlarından Mashari el Zeydi'nin "Ayetullah Humeyni'nin Rüyası ve Arapların Kabusu" başlığı altında yazdığı yazı...
AYETULLAH HUMEYNİ'NİN RÜYASI VE ARAPLARIN KÂBUSU
Atasözünün de dediği gibi dürüstlük kalbi temizler. Devrimden sonraki ilk dışişleri bakanı İbrahim Yezdi, geçen Pazar Şark El Evsat gazetesine verdiği röportajda "İran'daki İslam için kaygı duymuyorum çünkü onu koruyacak olan Allah'tır, mollalar değil. Ben ülkemdeki demokrasi ve cumhuriyet için endişeleniyorum" demişti.
Şu sıralar İran'da gerçekleşen hadiseler pek çok insanın sandığından daha önemli. Ulusal İran perspektifinin ve doktriner Şia çerçevesinin, Lübnan'daki kavganın, ülkedeki Amerikan güçlerinin azaltılmasından sonraki Irak manevralarının ve Suriye'nin Arap bölgesel haritasındaki konumunun da ötesine uzanıyor.
İran'da meydana gelen hadiseler dünyanın bu kısmındaki insanların geleceği ve dinle siyasetin ilişkisinin nasıl olacağı hakkında sorular doğurmaktadır. Bu sorular, dinin doğrudan ve açık formuyla bir ilişkisi olmaksızın bölgedeki tüm ihtilaflı noktaların başlangıç ve bitiş noktasını temsil etmektedir.
Örneğin, Araplarla ilgili veya İslami herhangi bir meseleye veya ekonomi, eğitim, politik partiler ve hatta ve dahi edebiyat ve sanatla ilgili derin kökleri olan bir ihtilaflı duruma göz atmak zorunda kalmışsak eğer, tartışmaların ve iddiaların giderek azalarak sonunda tek bir din ve kültür kanalında birleşen değişik suyolları halini aldığını göreceğiz nihayetinde. Tartışma ya duracak ya da bu su değişik dolambaçlı kanallara saçılacaktır.
Arap ve İslam halkları, dini aydınlanma söylemine ve Müslüman atalarının geçmiş zaferlerine dayanmak suretiyle tarihsel gururlarını tekrar inşa etmek ümit ve rüyalarına fazlaca bağlandılar bu güne dek. Bu parlak başarıların politik-dini görevlerine sıkı sıkıya bağlılık göstermelerinin bir sonucu olduğuna ve dini söylemin tüm sorularına cevap verdiğine inanıyorlar. Buraya kadar tüm söylenilenler anlaşılabilir ve doğal bir kimlik gururu, tükenmiş bedeni çöküşten kurtaran hatıralara dayanmak olarak değerlendirilebilir. Bu doğal bir duygu ve kolektif kimliğin savunulmasıdır, fakat bu gerekli psikolojik sevinç duygusu belirli bir güruh veya sınıfın bu rüyayı tecessüm ettirmek için bu başarıları kendi tekeline almak istediğinde felakete dönüşüyor. Bu durumda bu rüya bir kabus halini alıyor ve duygular suiistimal edilerek meşruiyetini, kitlelerin bu düşlerinin tahakkuk ettirileceği şeklindeki fikrin bir lider veya rehber tarafından gasp edilerek temellük edilmesinden alan otoriteler doğuyor.
Kıdemli reformist İbrahim Yezdi İran'daki İslam hakkında kaygılanmadığını söylemek suretiyle Devrim Rehberini çevreleyen gerilimi şeffaflaştırıyor, zira bu mantık bu kişilerin etraflarını kuşatan haleyi dağıtarak kendilerini rehberlik göğünden gerçeklik zeminine indiriyor. Aşırı muhafazakar ve Rehberlik Şurası üyesi Ayetullah Muhammed Yezdi, Ali Ekber Rafsancani'ye işte bu yüzden şiddetli bir şekilde tepki gösterdi. Yezdi, Rafsancani'nin Cuma namazındaki hutbesiyle neden olduğu ihtilaftan dolayı Rafsancani burada geçen ayın tartışmalı seçiminden bu yana İran'da güvenilmeyen bir hükümet olduğunu söylemişti- çok kızgın. Rafsancani, Uzmanlar Kuruluna krize son vermeleri için birtakım öneriler sundu, bunların içinde Rafsancani'ye göre son seçimlerde batan cumhuriyetçi sisteme güvenin tekrar tesis edilmesi önerisi de var. Ayetullah Yezdi Rafsancani'yi "İslami prensipleri" göz ardı etmekle suçladı ve "İslami bir hükümet meşruiyetini halkın desteğinden almaz, meşruiyet yalnızca Allah tarafından verilir" dedi.
Ayetullah Muhammed Yezdi'nin mantığı aslında politik tartışmalarda yer alan dini şahsiyetlerin gerçek düşüncelerini çok iyi yansıtıyor. Buna göre demokrasi gücü elde etmek için kullanılan bir araçtan ibarettir ve halkın oyuna da, en iyi ihtimalle sadece nezaket gereği başvurulur.
Ayetullah Yezdi'nin bu cümleleri Ayetullah Humeyni'nin mantığının takipçisidir aynıyla. Ayetullah Humeyni; zalim, çürümüş ve diktatör Şah rejimini devirmek için Paris'ten Tahran'a vardığında bile içten içe Yezdi gibi bir köktenciydi, demokrasi ve insana dair modern kavramlar onu ilgilendirmiyordu.
Ayetullah Humeyni'nin Velayet-i Fakih teorisinin ve saf ve devrimci İslami yönetim anlayışının tehlikesi politik ve kültürel çevremizdeki negatif ve zamanı geçmiş enerjiler için sıçrama tahtası mesabesini elde etmesidir. Öte yandan bu durum Sünni ülkelerde de bu patlamayı durdurmak için Sünni bir aşırılıkçılığa neden olmuştur. Bir yandan da bu devrim politik İslam'ın sönmüş küllerini yeniden tutuşturmuştur, özellikle Müslüman Kardeşler ve bütün alt birimlerinde; Hizbullah'ı saymıyoruz bile. Aydınlanmacı güçlerin hizipçilikle dolu bir iklime etkide bulunmaları veya sokağın muhalefet misyonunu yüklenen politik İslam'ın güçlerinin saldırılarına direnmeleri çok zordu.
Geçen makalemde de değindiğim gibi bugün İran'da kolayca onarılması mümkün olmayan bir ihtilaf var. Burada sorulması gereken soru şu bu yüzden de: acaba İran'daki Velayet-i Fakih teorisini onarmak veya bundan tamamen kurtulmak mümkün müdür? Tıpkı kıdemli politikacı İbrahim Yezdi'nin korktuğu gibi bunun için çok geç olduğunu düşünüyorum. Belki de geriye kalan şey sadece reform yapmak, tıpkı Gorbaçov'unkiler gibi ve hepimiz bunun sonuçlarını biliyoruz.
İran'daki olaylar niçin Ortadoğu'nun diğer bölgelerinde gerçekleşenlerden daha önemli ve İran'ın Lübnan, Irak ve Körfez'deki dost ve düşmanlarını niçin bu kadar ilgilendiriyor? Cevap bu olayların tesadüfî politik kavgalardan daha fazla bir şey olmalarında yatmaktadır. Burada bir uygarlık savaşından ve İslami kimlik karşısında verilen kolektif bir psikolojik yüzleşmeden söz ediyoruz. Politik İslami hareketlerin felsefesinin şimdiye kadar girdiği en büyük test bu.
Hiç şüphesiz İran'daki İslam devriminin çöküşü veya en azından bitap düşüşü İslam'ı devrimcileştirmek ve bu yöndeki politik enerjiyi belli hareketler ve ülkelerde biriktirmek, yoğunlaştırmak şeklindeki düşünce üzerinde de dramatik ve sürekli bir etkide bulunacaktır ve bu durum İran'daki hadiselerin en iyi sonucu olur.
Bir din, kimlik, uygarlık ve Arap şahsiyetinin varoluş koşulu olarak İslam'a gelince O, bütün hareket, akım, ülke ve imparatorluklardan yücedir. Mekke'nin vadilerinde zuhur ettiği günden bu yana da halkın kalplerindeki sağlam yerini muhafaza etmektedir.
El Şarku'l Evsat'ta yayınlanan bu analiz Kemal Saral tarafından Ruhullah.com için çevrilmiştir.
Atasözünün de dediği gibi dürüstlük kalbi temizler. Devrimden sonraki ilk dışişleri bakanı İbrahim Yezdi, geçen Pazar Şark El Evsat gazetesine verdiği röportajda "İran'daki İslam için kaygı duymuyorum çünkü onu koruyacak olan Allah'tır, mollalar değil. Ben ülkemdeki demokrasi ve cumhuriyet için endişeleniyorum" demişti.
Şu sıralar İran'da gerçekleşen hadiseler pek çok insanın sandığından daha önemli. Ulusal İran perspektifinin ve doktriner Şia çerçevesinin, Lübnan'daki kavganın, ülkedeki Amerikan güçlerinin azaltılmasından sonraki Irak manevralarının ve Suriye'nin Arap bölgesel haritasındaki konumunun da ötesine uzanıyor.
İran'da meydana gelen hadiseler dünyanın bu kısmındaki insanların geleceği ve dinle siyasetin ilişkisinin nasıl olacağı hakkında sorular doğurmaktadır. Bu sorular, dinin doğrudan ve açık formuyla bir ilişkisi olmaksızın bölgedeki tüm ihtilaflı noktaların başlangıç ve bitiş noktasını temsil etmektedir.
Örneğin, Araplarla ilgili veya İslami herhangi bir meseleye veya ekonomi, eğitim, politik partiler ve hatta ve dahi edebiyat ve sanatla ilgili derin kökleri olan bir ihtilaflı duruma göz atmak zorunda kalmışsak eğer, tartışmaların ve iddiaların giderek azalarak sonunda tek bir din ve kültür kanalında birleşen değişik suyolları halini aldığını göreceğiz nihayetinde. Tartışma ya duracak ya da bu su değişik dolambaçlı kanallara saçılacaktır.
Arap ve İslam halkları, dini aydınlanma söylemine ve Müslüman atalarının geçmiş zaferlerine dayanmak suretiyle tarihsel gururlarını tekrar inşa etmek ümit ve rüyalarına fazlaca bağlandılar bu güne dek. Bu parlak başarıların politik-dini görevlerine sıkı sıkıya bağlılık göstermelerinin bir sonucu olduğuna ve dini söylemin tüm sorularına cevap verdiğine inanıyorlar. Buraya kadar tüm söylenilenler anlaşılabilir ve doğal bir kimlik gururu, tükenmiş bedeni çöküşten kurtaran hatıralara dayanmak olarak değerlendirilebilir. Bu doğal bir duygu ve kolektif kimliğin savunulmasıdır, fakat bu gerekli psikolojik sevinç duygusu belirli bir güruh veya sınıfın bu rüyayı tecessüm ettirmek için bu başarıları kendi tekeline almak istediğinde felakete dönüşüyor. Bu durumda bu rüya bir kabus halini alıyor ve duygular suiistimal edilerek meşruiyetini, kitlelerin bu düşlerinin tahakkuk ettirileceği şeklindeki fikrin bir lider veya rehber tarafından gasp edilerek temellük edilmesinden alan otoriteler doğuyor.
Kıdemli reformist İbrahim Yezdi İran'daki İslam hakkında kaygılanmadığını söylemek suretiyle Devrim Rehberini çevreleyen gerilimi şeffaflaştırıyor, zira bu mantık bu kişilerin etraflarını kuşatan haleyi dağıtarak kendilerini rehberlik göğünden gerçeklik zeminine indiriyor. Aşırı muhafazakar ve Rehberlik Şurası üyesi Ayetullah Muhammed Yezdi, Ali Ekber Rafsancani'ye işte bu yüzden şiddetli bir şekilde tepki gösterdi. Yezdi, Rafsancani'nin Cuma namazındaki hutbesiyle neden olduğu ihtilaftan dolayı Rafsancani burada geçen ayın tartışmalı seçiminden bu yana İran'da güvenilmeyen bir hükümet olduğunu söylemişti- çok kızgın. Rafsancani, Uzmanlar Kuruluna krize son vermeleri için birtakım öneriler sundu, bunların içinde Rafsancani'ye göre son seçimlerde batan cumhuriyetçi sisteme güvenin tekrar tesis edilmesi önerisi de var. Ayetullah Yezdi Rafsancani'yi "İslami prensipleri" göz ardı etmekle suçladı ve "İslami bir hükümet meşruiyetini halkın desteğinden almaz, meşruiyet yalnızca Allah tarafından verilir" dedi.
Ayetullah Muhammed Yezdi'nin mantığı aslında politik tartışmalarda yer alan dini şahsiyetlerin gerçek düşüncelerini çok iyi yansıtıyor. Buna göre demokrasi gücü elde etmek için kullanılan bir araçtan ibarettir ve halkın oyuna da, en iyi ihtimalle sadece nezaket gereği başvurulur.
Ayetullah Yezdi'nin bu cümleleri Ayetullah Humeyni'nin mantığının takipçisidir aynıyla. Ayetullah Humeyni; zalim, çürümüş ve diktatör Şah rejimini devirmek için Paris'ten Tahran'a vardığında bile içten içe Yezdi gibi bir köktenciydi, demokrasi ve insana dair modern kavramlar onu ilgilendirmiyordu.
Ayetullah Humeyni'nin Velayet-i Fakih teorisinin ve saf ve devrimci İslami yönetim anlayışının tehlikesi politik ve kültürel çevremizdeki negatif ve zamanı geçmiş enerjiler için sıçrama tahtası mesabesini elde etmesidir. Öte yandan bu durum Sünni ülkelerde de bu patlamayı durdurmak için Sünni bir aşırılıkçılığa neden olmuştur. Bir yandan da bu devrim politik İslam'ın sönmüş küllerini yeniden tutuşturmuştur, özellikle Müslüman Kardeşler ve bütün alt birimlerinde; Hizbullah'ı saymıyoruz bile. Aydınlanmacı güçlerin hizipçilikle dolu bir iklime etkide bulunmaları veya sokağın muhalefet misyonunu yüklenen politik İslam'ın güçlerinin saldırılarına direnmeleri çok zordu.
Geçen makalemde de değindiğim gibi bugün İran'da kolayca onarılması mümkün olmayan bir ihtilaf var. Burada sorulması gereken soru şu bu yüzden de: acaba İran'daki Velayet-i Fakih teorisini onarmak veya bundan tamamen kurtulmak mümkün müdür? Tıpkı kıdemli politikacı İbrahim Yezdi'nin korktuğu gibi bunun için çok geç olduğunu düşünüyorum. Belki de geriye kalan şey sadece reform yapmak, tıpkı Gorbaçov'unkiler gibi ve hepimiz bunun sonuçlarını biliyoruz.
İran'daki olaylar niçin Ortadoğu'nun diğer bölgelerinde gerçekleşenlerden daha önemli ve İran'ın Lübnan, Irak ve Körfez'deki dost ve düşmanlarını niçin bu kadar ilgilendiriyor? Cevap bu olayların tesadüfî politik kavgalardan daha fazla bir şey olmalarında yatmaktadır. Burada bir uygarlık savaşından ve İslami kimlik karşısında verilen kolektif bir psikolojik yüzleşmeden söz ediyoruz. Politik İslami hareketlerin felsefesinin şimdiye kadar girdiği en büyük test bu.
Hiç şüphesiz İran'daki İslam devriminin çöküşü veya en azından bitap düşüşü İslam'ı devrimcileştirmek ve bu yöndeki politik enerjiyi belli hareketler ve ülkelerde biriktirmek, yoğunlaştırmak şeklindeki düşünce üzerinde de dramatik ve sürekli bir etkide bulunacaktır ve bu durum İran'daki hadiselerin en iyi sonucu olur.
Bir din, kimlik, uygarlık ve Arap şahsiyetinin varoluş koşulu olarak İslam'a gelince O, bütün hareket, akım, ülke ve imparatorluklardan yücedir. Mekke'nin vadilerinde zuhur ettiği günden bu yana da halkın kalplerindeki sağlam yerini muhafaza etmektedir.
El Şarku'l Evsat'ta yayınlanan bu analiz Kemal Saral tarafından Ruhullah.com için çevrilmiştir.