İlimlerin ve Hayatın Tevhid'i

İlimlerin ve Hayatın Tevhid'i

Modern zamanlarda her şeyden önce insan zihni parçalanmış durumdadır. Nitekim günümüz dünyasında insan tek yönlü-tek boyutlu hale gelmiş bulunuyor...

Atilla Fikri Ergun/İlimlerin ve Hayatın Tevhid'i
Daha önce de ifade ettiğim gibi, modern paradigma parçalayıcı ve indirgeyicidir; her şeyi bölüp parçalar, kendi içinde kategorize eder ve meseleleri birbirinden bağımsız bir biçimde ele alır. Dolayısıyla modern zamanlarda her şeyden önce insan zihni parçalanmış durumdadır. Nitekim günümüz dünyasında insan tek yönlü-tek boyutlu hale gelmiş bulunuyor; düşünce dünyasında ve buna bağlı olarak tutum ve davranışlarında birlik-bütünlük ilkesini gerçekleştiremiyor. İslam Dünyası'nda da durum farksız; varlığa, eşyaya, insana, hayata, tarihe ve topluma modern paradigma çerçevesinde bakan, aslî kaynakları da bu doğrultuda anlamlandıran "Günümüz Müslümanı"nın, düşünce dünyasının yanı sıra kişiliği de parçalanmış vaziyette. Konuyu bilgi sistemi, İlimlerin Tevhid'i (düşünce dünyasında bütünlük) ve buna bağlı olarak tutum ve davranışlarda birlik ekseninde ele almak yararlı olacaktır.

İslam'da bilgi sisteminin temelini vahiy teşkil eder; gerek ferdî gerekse içtimaî açıdan hayatın her alanında belirleyicidir, konuları -varlığı, eşyayı, insanı, hayatı, tarihi, toplumu- bir bütün halinde ele alır, dolayısıyla muhataplarına bütüncül bir perspektif verir. Nitekim ilk nesil Müslümanların inanç ve düşünce dünyalarına ve buna bağlı olarak tutum ve davranışlarına bütünlük hâkimdi. Hz. Peygamber'in yakın çevresinde yer alan, onun sohbetinde bulunan ve rahle-i tedrisatından geçen seçkin sahabiler müfessir-fakih (âlim), zahit ve mücahittiler. Kaynakları incelediğimizde birçok sahabinin hem ilimle meşgul olduğunu hem siyasî-idarî alanda görev aldığını hem de savaşlara iştirak ettiğini görüyoruz. Vahyin ortaya çıkardığı bu insan modeline kısaca "Bütüncül kişilik" adını verebiliriz ki, bu, bir yönüyle "Muvahhid" kavramının karşılığıdır.

Ancak tarihî süreç içerisinde ilim çeşitli dallara ayrıldı ki, başlangıçta düşünce dünyasına etki eden bu kategorizasyon sosyal hayata da az veya çok bir şekilde yansıdı. Kısaca özetleyecek olursak, Kur'an mesajının doğru anlaşılmasına, dolayısıyla ayetlerin tutarlı bir biçimde açıklanmasına yardımcı olmayı amaçlayan Tefsir, hadislerin tedviniyle birlikte bunları değerlendirmeye tabi tutmak için Hadis, ferdî ve içtimaî hayatta ortaya çıkan yeni sorunları şer'i delillerden hüküm istinbat etmek yoluyla çözüme kavuşturmak için Fıkıh, inanç esaslarının sistematik bir biçimde derinlemesine ele alınması ve bunların aklî deliller kullanılarak izah ve ispat edilmesi amacıyla Akaid-Kelâm (İlm-i Tevhid) ve Mu'tezile Kelâm'ının bir uzantısı olarak, temelde "Allah'ı nasıl bilebiliriz?" sorusuna cevap arayan, varlığın hakikatini ve eşyanın bilgisini konu edinen Felsefe ortaya çıktı (gelişti).

Bu durum, kişilerin ekseriyetle belli bir ilim dalı (disiplin) üzerinde yoğunlaşmalarına yol açtı. Ancak Müslüman âlim ve mütefekkirler yine de genel olarak bütün ilim dallarına vakıftılar. Örneğin Gazalî, hem bir fakih hem bir mütekellim hem de bir sûfî idi ve bunun yanı sıra felsefeye de vakıftı. Nitekim ortaçağ Hıristiyan düşünürleri onu bir filozof olarak tahlil ederler; ancak o, hiçbir surette kendisini filozof olarak görmemekte ve bu şekilde tanınmış olmak istememektedir. O, ünlü eseri İhya-u Ulûmi'd-Din'de ilimlerin canlandırılmasının yanı sıra birleştirilmesi ve hayatın bütünlük içerisinde yeniden diriltilmesi gayreti içindedir. Aynı şekilde İbn-i Teymiyye de -ki, Ehl-i Hadis'tir- bir fakih ve mütekellimdi; ancak o da bir kelâmcı olarak görülmek istememiş, ayrıca felsefeyi çok iyi bilmesine karşın onu kendi yaklaşımında kullanmamıştır. Bu konudaki bir başka örnek İbn-i Rüşd'dür. O, hem değerli bir fakih -ki, Malikî Kadı'sı idi- hem de bir filozoftur. Filozof tarihçi İbn-i Haldun da bütün ilimlere vakıftı. O, ünlü eseri Mukaddime'nin son bölümünü "İlimler ve çeşitleri, öğretim ve usûlleri" konusuna hasretmiştir. Örneklerin sayısı bir hayli fazla...

Bunun yanı sıra İslam düşünce tarihini derinlemesine incelediğimizde, yukarıda saydığımız ilimlerin yanında tıp, matematik, astronomi gibi ilim dallarında da otorite konumuna yükselmiş, bir başka ifadeyle naklî ve aklî ilimleri -ki, İslam nokta-i nazarından ilmin naklî-aklî şeklinde kategorize edilmesinin söz konusu olmadığını, ancak meseleyi izah edebilmek için bu terimleri mecburen kullandığımı önemle belirtmeliyim- kendi şahsında bir araya toplamış birçok âlim ve mütefekkir şahsiyetle karşılaşırız.

Bir başka önemli nokta ise, düşünce dünyasının yanı sıra hayatın bütünlüğüdür ki, bu ikisi birbiriyle doğrudan ilişkilidir. İslam Dünyası'nda çöküş dönemine kadar genel olarak hayatın bütünlüğü korunmuş, yaşamın hiçbir veçhesi göz ardı edilmemiştir. İş (geçim temini), ilim tahsili, cihad, zühd ve takva hayatı hep bir arada olagelmiş, bunların hepsi bir bütün olarak görülmüştür.

Ancak ne var ki, bugünün dünyasında aynı şeyleri söylemek mümkün görünmemektedir. Birincisi, modern çağın bir dayatması olarak tek bir konuda uzmanlaşma (specialization) genel kabul görmektedir. Her şey hakkında bir parça bilgiye sahip olmakla bir tek konuda tam teşekküllü bilgi sahibi olmak (yani iki uç nokta) arasında ikincisinin lehine bir tercih yapılmıştır. Tefsir, Hadis, Fıkıh, Kelâm gibi ilimleri tahsil eden bir kimse fizik, kimya, matematik, tıp, astronomi gibi ilim dallarını hiç bilmezken -ki, tersi de söz konusudur- , aynı şekilde Tefsir alanında öğrenim gören bir kimse Fıkıh, Hadis alanında öğrenim gören bir kimse Kelâm, Felsefe alanında öğrenim gören bir kimse Tefsir veya Kelâm alanında öğrenim gören bir kimse Tarih konusunda yüzeysel kalmakta, diğer ilim dallarında pek fazla varlık gösterememektedir.

Hiç şüphesiz uzmanlık yabancılaşmaya yol açan bir durumdur; zira kişi hemen her meseleyi uzmanlaştığı konu ekseninde ele almakta, meselenin diğer boyutlarını göz ardı etmekte, hayatı tek bir veçheden değerlendirmekte, dolayısıyla hayatın diğer alanlarına, toplumun ve insanlığın çok yönlü sorunlarına yabancılaşmaktadır.  

İkincisi, aynı şekilde bugün ekseriyetle hayatın bir yönüne ağırlık verildiği için "iş adamı, siyaset adamı, ilim veya fikir adamı, hareket adamı" gibi bir ayrıma gidilmektedir. Bu ayrım modern çağın -dolayısıyla modern paradigmanın- doğal sonucudur; zira daha önce de defaatle ifade ettiğim gibi, insan zihni, kişiliği ve hayatı derinlemesine parçalanmış durumdadır.

Bu noktada bizim vaziyeti aslına irca etmek için yeni bir yaklaşım denemesinde bulunmamız, ilimlerin ve hayatın Tevhid'ine yönelik bir bakış açısıyla hareket etmemiz gerekir. İslam Dünyası, modern dünyaya esaslı bir cevap vermek, içinde bulunduğu durumdan kurtulmak ve cihanşümul bir uyanış ve devrim gerçekleştirmek istiyorsa, çok yönlü, çok boyutlu, ilimleri ve hayatı Tevhid eden, yeterli ahlakî ve ilmî formasyona sahip, yekpare (komple) insan yetiştirmek zorunda.

Unutmamak gerekir ki, ilk düşen kale zihindir ve düşman bu kaleyi düşürmek için kendi ürettiği muhtelif düşünce ve dünya görüşlerini kullanmakta, esareti altına almak istediği "karşı dünya"ya "alternatifler" sunmaktadır. Nitekim bugün modern cahiliye, bize "akılcılık ve bilimsellik" adı altında kutsal kabul ettiğimiz şeylerin ne kadar basit, sıradan, hayal ürünü şeyler olduğunu anlatmakta, tarihimizi, İslam inancından kaynaklanan kültürümüzü ve medeniyetimizi kötüleyip kendi "ışık saçan" dünyasından söz etmektedir.

Buna mukabil donanımı olmayan ve kendinden kaçmak için fırsat kollayan "Günümüz Müslümanı" bir an dahi tereddüt etmeden kendisini "modern medeniyet"in kollarına bırakmakta, bütün değerlerini elinin tersiyle bir kenara iterek "modern insan" olmayı ve "çağdaş yaşam"a merhaba demeyi tercih etmektedir. Efendileri bir yandan sırtını sıvazlayarak ona "modern medeniyet"i hediye ederken, öte yandan ona ait olan ne varsa silip süpürmektedirler. Örneğin onu "demokrat" yaptılar; kimi zaman kültürel ve ekonomik, kimi zaman da askerî işgal yoluyla. Sömürdüler, soydular, ırzına geçtiler, kanını döktüler ki, iyi bir "demokrat" olsun(!). O, artık bir Batı'lıdır; tarihsiz, kültürsüz, geleneksiz, medeniyetsiz, dinsiz, tamtakır... Dünsüz, bugünsüz ve yarınsız, müflis... "Kendi kendisinin efendisi" olduğunu zannetmektedir ve geriye bu uğurda atacağı son bir adım kalmıştır: İstediği yer ve zamanda intihar etmek! Zira modern çağda Kutsal'ını yitiren insanın kendisini gerçekleştirebilmesinin yegâne yolu budur.  

Şunu özellikle vurgulamamız icap eder ki, elimizdeki malzeme, düşmanın elindeki malzemeden her yönüyle daha kapsamlı ve daha güçlü. Örneğin Asr-ı Saadet bizim için referanstır; çünkü sabit tarihî bir gerçektir, yaşanmıştır ve herkes tarafından bilinmektedir. Merkezî Avrupa'da üretilen ideolojilerin ortaya attığı "yeryüzü cenneti"nin ise herhangi bir karşılığı, herhangi bir gerçekliği yoktur; çünkü ne yaşanmıştır ne de onu gören olmuştur. Aksine bu iddiada bulunan düşünce ve dünya görüşlerinin insanlığı getirdiği son nokta, nefse, maddeye, dünyaya tapıcılıktır.

Dolayısıyla bütün mesele elimizdeki malzemeyi nasıl kullanacağımız noktasında düğümleniyor. Kendi tarihî, ilmî, felsefî, kültürel birikimimizden ve toplumsal tecrübelerimizden hareketle kendimizi yeniden üretmemiz ve gidişatı tersine çevirmemiz pekâlâ mümkün. Bunu yapmadığımız sürece düştüğümüz yerden kalkmamız mümkün olmayacağı gibi, karşı koy(a)madığımız her yabancı yaklaşım, bizi dumura uğratıp teslim alma işlevi gören bir kanser hücresi olarak içimizde yer kaplamaya devam edecektir. Elhâsıl her alanda moderniteyle çatışmak zorundayız. Bu çatışmada itikadî/manevî-ahlakî açıdan yozlaşmamış, geçmişini bilen, kendi düşünce tarihini ve medeniyetini tanıyan, kültürüne sahip çıkan, ilimleri ve hayatı Tevhid eden, akıllı, cesur gençlere ihtiyaç vardır; aksi halde bugün burada, tarihin bu en kritik anında zoraki kahraman olmaktan bir adım öteye gidemeyiz. İşte o zaman eyvahlar olsun!

Son söz: Köpük Kanunu'nu bir an olsun dahi aklımızdan çıkarmamamız icap eder (13/17). Yasa (Sünnetullah) hiç kimseye ayrıcalık tanımaz; her kim ve her ne olursanız olun, her neye inanırsanız inanın, yasaya uygun şekilde hareket etmek ve üzerinize düşeni yapmak zorundasınız; aksi halde atılıp giden o köpük siz olursunuz:

"... Köpük atılıp gider, insanlığa yararlı olan ise yeryüzünde kalır ..." (13/17)    

Umutla ve devrimle...
Not: Çok yönlü bir eğitim anlayışı için ayrıca bkz. Klasik Eğitim(sizlik) Anlayışı başlıklı makale / atillafikriergun.wordpress.com
 
doğuexpress