İlker Başbuğ"un “savunma”sına dair

İlker Başbuğ"un “savunma”sına dair

Genelkurmay Başkanı "asker dili" ile söylersek "tedafi" yaptı. İşte Org. Başbuğ'un dünkü konuşması ve arka planı üzerine derinlemesine bir analiz..

Cengiz Çandar - Referans

İlker Başbuğ'un "savunma"sına dair...

Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un merakla beklenen basın toplantısında neler dediğinden Mardin'de 4 Mayıs günü şu yüzkızartıcı katliamın yapıldığı Bilge (Zanqirt) köyünden dönüşte haberdar oldum.

Mardin'e vardığımda, oturup dikkatle sözcük sözcük inceledim. İlk izlenimim güçlendi: Genelkurmay Başkanı "asker dili" ile söylersek "tedafi" yani "savunma amaçlı" bir konuşma yaptı.

Gerçi, bizim medya postal kokusunu yasemin kokusu gibi teneffüs edenlerle doludur ve bunların "Başbuğ'dan çok sert mesajlar" gibisinden değerlendirmeler yapacağından eminim ama yine de Başbuğ'un konuşması, esas olarak, bir "savunma" konuşması.

Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Arnavutluk'a giderken askeri savcılık kararı hakkında söylediklerine bir cevap niteliğinde, hatta biraz üstü kapalı bir "polemik" gibi sayılabilecek cinsten bir "savunma" konuşması. Konuşması ve sorulara verdiği cevaplarda, kuşkusuz, bir dizi haklı ve doğru husus da var. Ama tekrar edelim; konuşma, esas olarak, bir "savunma" konuşması.

Başbakan, kanaatini "Sivil yargının bundan sonraki süreci ele alacağı" nokta olarak ifade etmiş, "Burada bizler, hükümet olarak gerekli olan çalışmaları yapıyoruz... İnanıyorum ki Silahlı Kuvvetlerimiz de gerekli çalışmaları yapacak. Çünkü Silahlı Kuvvetler'in içinde bu tür gayret, çaba var mı yok mu, orada da bu çalışmaların yapılması gerekiyor" sözlerine yer vermişti.

Tayyip Erdoğan'ın sözleri, TSK içinde bu çabaların bulunduğuna ilişkin bir "kuşku"yu üstü kapalı olarak ifade ediyor ve neyin "gerektiğine" işaret ediyordu.

Genelkurmay Başkanı'nı içindeki sivri sözcükler ne olursa olsun, esas olarak, "savunma amaçlı" basın toplantısına yöneltenin, Başbakan'ın bu çıkışı ve kanaat önderlerinin askeri savcılık kararını "mızrağın çuvala sığmayacağı"na işaret eden ve eleştiri oklarını Genelkurmay'a çevirmesi olduğu anlaşılıyor.

Tam bu noktada İlker Başbuğ'un başlıca iki "mesajı" dikkati çekiyor:

1.    TSK, demokrasi ve hukuk devletine bağlıdır. Yani, bünyesinde darbe hazırlığı olmaz ve darbecileri barındırmaz; bunun güvencesi bizzat benim;

2.    Siz de TSK'nın üzerinden ellerinizi çekin, bu hukuken "kağıt parçası" değerinde olan "Belge" üzerinden üzerimize gelmeyin.

 

***               ***              ***

Keşke, mesele Genelkurmay Başkanı'nın kaldığı sınırlar içinde çözülebilse ve bu konu hiçbir devlet kurumuna zarar vermeden, ülkenin selameti doğrultusunda kapatılabilse.

Ama öyle değil.

Niçin değil?

Çünkü, Genelkurmay Başkanı, kurumunun birliğini ve dirliğini korumak için gösterdiği anlaşılabilir duyarlılığı, kurumu yaralayan ve bizzat kurum içinden kaynaklanan önceki örneklere ilişkin gösterdiğini ortaya koymadığı, bunlara ilişkin bir duyarlılık TSK tarafından gösterilmemiş olduğu için.

Yine 1998 Andıçı ile başlayalım. Bunun "gerçek" olduğu bizzat Genelkurmay tarafından itiraf edildi. Yanlış olduğu Başbuğ'un selefi tarafından ifade edildi ve özür dilendi. Sorumluları hakkında bugüne dek ne yapıldı? Hiçbir şey.

İlker Başbuğ'un "kağıt parçası" dediği "Belge"ye ilişkin olarak TÜBİTAK'ın fotokopi üzerinde bir tahrifat olmadığına yani, fotokopinin "aslı"nı yansıttığı şeklinde anlaşabilecek bir raporu var. Bu gereğince dikkate alınmadığı gibi, o "Belge"nin altında imzası olan Albay Dursun Çiçek, Sivil Toplum Kuruluşları'na ilişkin 2006 tarihli bir andıç hazırlamıştı. Buna ilişkin olarak Genelkurmay'dan de bir yalanlama geldi, ne bir soruşturma başlatıldı, ne bir işlem yapıldı.

Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek'in "Darbe Günlükleri" hakkında bunlara Genelkurmay kayıtlarında rastlanmadığı açıklandı ama bunlar Ergenekon dava dosyası kayıtlarına alındı.

TSK bünyesinde JİTEM diye bir örgüt bulunmadığı söylendi, JİTEM'in mevcudiyetini bilmeyen, özellikle Güneydoğu'da yok.

İstanbul Beykoz sırtlarında toprak altından çıkartılan silahlara ilişkin Genelkurmay kaynaklı açıklamalar ile ortaya dökülen gerçeklerin birbirini tutmadığı herkesin gözü önünde cereyan etti.

Ergenekon soruşturmasına konu olan neredeyse tüm üst rütbeli emekli subaylar, Tayyip Erdoğan-İlker Başbuğ görüşmesi ardından ya salıverildi veya sağlık gerekçeleriyle tahliye edildi.

İlker Başbuğ, Genelkurmay Başkanlığı koltuğuna oturunca ilk icraatlarından biri olarak bir generali, hapishaneye Ergenekon tutuklusu emekli generalleri ziyarete gönderdi.

Bu kadar "bulgu" ardarda sıralanınca, "TSK'dan elinizi çekin" mesajı, ister istemez, "TSK'ya el atın" mesajına dönüşmek zorunda kalıyor.

Bununla birlikte, İlker Başbuğ'un "demokrasi ve hukuk devletine bağlılık" vurgusunu olumlu karşılamak gerekiyor. Ancak, darbeciliğe karşı İlker Başbuğ'un "şahsi kefaleti"nden memnun olunsa da, asıl "kefalet"in hukuk yoluyla sağlanması gerektiğini söylemeye mecburuz. Bu "Belge" konusunun can alıcı yanı da zaten bu.

Öyle olduğu için, "kağıt parçası" gibisinden "polemik sözcükleri" uygun düşmüyor.

Peki, yine Taraf gazetesinde "Belge"den kısa süre imzalı bir manşet haber olarak yayımlanan bir emekli orgeneralin "Belge'den 2009 Ocak ayından beri haberim vardı. Bunu İlker Başbuğ'a söyledim" açıklamasına niçin hiç değinmiyorsunuz?

Niçin bugüne dek yalanlamadınız?

***              ***            ***

Bu arada, dün, İlker Başbuğ'un basın toplantısı kadar önemli bir gelişme Sivil Savcı Zekeriya Öz'ün Albay Dursun Çiçek'i ifade vermek üzere İstanbul'a çağırması idi. Albay Çiçek, "bilgi almak" maksadıyla ifade vermeye davet edilmiyor. Dikkat, işin burası önemli; "suç işlediğine ilişkin hakkında şüphe bulunan kişi" olarak yani "şüpheli" sıfatı ile çağrılıyor. Bu "sanık"tan bir önceki konum.

CMUK'un 2. Maddesi "şüpheli"yi "soruşturma evresinde suç şüphesi altında bulunan kişi" olarak tanımlıyor. Albay Dursun Çiçek'in tarifi böyle.

Yani, Genelkurmay Başkanı'nın "Belge"yi "kağıt parçası" olarak niteleyen sözleri, meseleyi kapatmıyor; besbelli ki sivil yargı Dursun Çiçek'e "şüpheli" muamelesi yaparak, "Belge"yi sadece bir "kağıt parçası" olarak görmediğini ortaya koymuş oluyor.

Ahmet Altan'ın dediği gibi "'Elde sadece fotokopi  var' diyerek meseleye sırtımızı dönemeyiz. Bunun bir de 'aslı' var çünkü ve o 'aslını' birisi yazdı."

İlker Başbuğ, sözleri dikkatle incelendiğinde bunu reddetmiyor. Yazılanın "TSK'ya karşı komplo olduğunu" öne sürüyor.

Kendisiyle ayrıldığımız nokta burası.  Bu tür şeyler TSK içinde yazılageldi. TSK'da adeta bir "andıç yazma özgürlüğü" bulundu. Bunu yapanlara hiçbir şey yapmazsanız ve yapmamışsanız, benzer bir "metin"in "TSK'ya karşı komplo" olduğu iddiasında "inandırıcılık zaafı"nı kendiliğinden taşırsınız.

Hal böyle olunca, düzenli aralıklarla "savunma" konuşmaları yapmak zorunda kalırsınız. Dün yaptığınız gibi.

Oysa kurumunuzun bünyesinde gerçekten "demokrasi ve hukuk devletine bağlılık"ın "gereği"ni yaparsanız, düzenli aralıklarla "savunma" konuşmaları yapmak zorunda kalmazsınız.

Dediğimiz bu.

 


 

Etiketler: TSK JİTEM  örgüt mevcudiyet Güneydoğu