İslam Dünyası İçin Yeni Bir Dönem
1950'lere gelindiğinde "zulümât", yani karanlıklar, İslâm dünyasının üzerinden en azından en kalın tabakalarıyla sıyrılmaya başlamıştı.
İslâm dünyası, 20'nci asra büyük ölçüde sömürgeler diyarı olarak girmiş de olsa, Osmanlı Devleti, Yılmaz Öztuna'nın değerlendirmesine göre, 1908 yılında hâlâ dünyanın yedinci gücü idi.
Arada yaşanan ve her şeye rağmen Çanakkale savunmasına da, Kurtuluş Savaşı'na da başarıyla sahne olan 15-20 yıllık bir fetret döneminin ardından Türkiye'de bir tarih tasfiyesine girişilirken, aynı tarihin zamanla bütün dünyayı şekillendirecek tohumları da yine Türkiye toprağına düşüyordu. Çünkü bu tarihin motoru olan İslâm, hiçbir zaman zihinlerde ve kalblerde mağlûp edilemezdi ve mağlûbiyet kabûl etmezdi. Sadece, müntesipleri ellerini ondan gevşettikleri için Cenab-ı Allah (cc), kendilerine gelsinler diye belli bir süre bâtılı üzerlerine musallat etmişti. Artık, Kur'an'da "Allah'ın günleri" olarak adlandırılan günlerin nihaî ve en önemlilerinden birkaçının içine girilmişti.