Ahmet Taşgetiren
Kanal Çok Su Götürür
Kanal ile ilgili en temel konu, kanalın yapılmasının ne tür olumsuzluklar doğuracağı değil, neden gerekli olduğu ile ilgilidir. Ne demek bu? O belli değilse başka ne belli olabilir ki!
Bir ara “siyasi sükse” sözü girdi devreye. Yani kanalın öyle de bir boyutu olabileceği ifade edildi. Neydi “siyasi sükse”? Acaba son zamanlarda her alanda gündeme giren stratejik bir hesabı mı ifade ediyordu?
İşin içinde altına birçok ülkenin imza attığı Montrö sözleşmesi vardı. Montrö’yü benimsiyor muyduk, karşı mıydık, çok net değildi. Bir ara “Bakalım Montrö ne getirdi ne götürdü?” gibi sözler edildi. Sanki sözleşmeye eleştirel bakılıyordu da kanal, Montrö’yü ıskalayacak bir arayıştı. Sonra Montrö’yü tartışmaya açmanın Türkiye’nin yararına olmadığı, Amerikan savaş gemilerine kapı aralama sonucu doğuracağı ve bundan Rusya’nın rahatsız olacağı değerlendirmeleri ortaya konuldu, iktidar cenahı bir düzeltme yaptı, kanalın Montrö düzenlemesi kapsamında olacağı ifade edildi.
***
O zaman kanalın başka gerekçesi olmalıydı. Şimdilerde “Boğaz’ın güvenliği” gerekçesi üzerinde duruluyor. Gemiler Boğaz yerine kanaldan geçirilir, böylece boğaz korunmuş olur. Ayrıca bir gelir de elde edilir. Buna yönelik eleştiriler de var. Boğaz’ın inşa edilecek kanaldan çok daha geniş olduğu, güvenlik için farklı tedbirler alınabileceği, gemileri kanaldan geçmeye zorlamanın mümkün olmadığı vs. gibi.
Kanalın “çılgın proje” olma niteliğine bir şey söylemek mümkün değil. İstanbul – Çanakkale Boğazı gibi jeolojik hareketlilik içinde doğmuş yapılara alternatif üretme hamlesi, hakikaten kolay akla gelir ya da kolay cür’et edilir bir hamle değildir. Jeolojik yapıya müdahale niteliği taşıyan bu hamle, iyi gerekçelendirildiği takdirde tarihe geçer.
Ancak şu ana kadar gerekçelendirme yeterince inandırıcılık taşımıyor.
Ne öne çıkıyor?
Kanal şehri. 500 bin diye hesaplanan bir yeni şehir. Biraz ilerlendiğinde bu şehrin sosyolojisi de tartışılmaya başlanacak.
Aslında ucun ucun o tartışma da gözükmeye başlamış bulunuyor.
Kanal şehri muhtemelen epey zamandır pazarlanmış durumda. Katar Emiri’nin annesi, durup dururken oradan 44 bin dönümlük arazi almaz. Bölgeden arazi alan üç büyük şirketin Arap kaynaklı olduğu bilgisi de kamuoyuna yansıdı. Kanala nazır villalar, köşkler, saraylar… Neden olmasın! “Hans ve George olsa tepki olur muydu?” diye soruluyor. Kimbilir belki dikkat çekerdi, ama Arap petrol baronları oraları parsellediğinde de dikkat çeker. Ayrıca Hans ve George mesela Antalya’da arazi almak istediğinde “Hayır sen buradan arazi alamazsın” deniyor mu?
Bir şehir doğacak orada, ve belli ki ultra zenginlerin yerleşeceği bir şehir doğacak. Bugün arazi sahibi olan köylülerin vs’nin oralarda kalamayacağı açık. Tıpkı Suriçi sakinlerinin oralarda kalamadığı, ya da gecekondusunun yerine inşa edilen gökdelenin aidat ve doğalgaz parasını ödeyemediği için satıp, mütevazi semtlere göç edenler gibi… Ya da şimdilerde, babadan – dededen miras kalmış konutunun değerli konut vergisini ödeyemediği için malını mülkünü satmak zorunda kalacak insanlar gibi.
Katar’la ilişkiler kanal şehrinde satın alınan yerler sebebiyle bir kere daha gündeme gelecek. Uçak hediyesi o dosyada bir sayfa olarak duruyor.
Kanal şehri, “Araplar” konusunu da besleyecek. Öyle bir duygu bagajı çok eskilerden beri geliyor. Suriye’liler konusu, ensar – muhacir değerlendirmelerini epeyce aştı ve geniş toplum kesimleri için negatif algıları besledi. Suudi’lerin ve BAE’nin karşıt duruşları negatif algıyı besleyen başka sebepler oldu. Kanal çevresinde oluşacak “Zengin Arap Kolonisi” medyatik bir ilgi alanı olacak.
İktidar kamuoyu tepkisi sebebi ile bir çok adımından geri dönüyor. Bacalara filtre işinden geri dönüldü.
Simit Sarayı’ndan geri dönüldü.
Değerli konut vergisinden muhtemelen geri dönülecek.
Kanal? Arazi alanlara kanal sözü verildi mi, ondan geri dönülebilir mi? Bekleyelim göreceğiz.