Kardeşlerimiz Nerede?

Kardeşlerimiz Nerede?

Suriye Devrimi Propagandası, Bizi Ne Kadar Daha Savurmaya Devam Edecek…?

Suriye'deki olaylarla ilgili olarak ortaya koyduğumuz yayın politikası ve yaptığımız analizler üzerine, her tür sübjektif suçlama, ön yargı ve karalama kampanyalarına karşın, "aykırı" düşen görüşlerimizi kamuoyu ile paylaşmaya devam edeceğiz.

Bu vesileyle birkaç nokta üzerinde daha durmak istiyoruz.

Geçenlerde Suriye'deki gelişmeler üzerine iki İslamcı kardeşimizle tartışırken, kendilerine "Suriye muhalefeti" adı altında Antalya'da bir konferans düzenleyenlerin İhvan temsilcileri dışındakilerin "laik rejim" taraftarı olduklarını hatırlattığımda aldığım cevap "Suriye'de zalim, katil ve baas düzeninin yerine laik bir rejimin kurulması evladır" şeklinde olmuştu. O kardeşlerime "yani, "Esad yönetimi gitsin de isterse laik bir rejim gelsin' mi demek istiyorsunuz?" sorusuna "evet" cevabını almıştım.

Bu kardeşlerimiz bu tezlerini, "Esad yönetiminin yıkılması durumunda, onun yerine başka bir laik rejim kurulsa da Müslüman Suriye halkının daha rahat olacakları, en azından Esad yönetiminde karşılaştıkları zulüm ve baskılarla karşılaşmayacakları, sonuçta daha özgür bir ortamda İslami varlıklarını daha iyi sunma ve geliştirme fırsatını yakalayacakları" düşüncesine dayandırmaktadırlar.

Bu tez bir noktadan anlaşılabilir olsa da, diğer yandan "Suriye halkı İslami bir mücadele veriyor" tezini de çürütmektedir. İslami bir mücadele veren bir halkın yıkılan bir rejimin yerine "laik bir rejim" ikame edecek olması nasıl izah edilebilir? Acaba bu halk İslami bir mücadele verirken, onlar adına "Suriye muhalefeti" adı altında ülkemizde ve başka platformlarda kendilerini gösterenler, bu halkın kanını, acısını, haklı ve meşru taleplerle Baas rejimine karşı mücadelesini istismar etmiş olmuyorlar mı?

Eğer böyle bir durum söz konusu ise, o zaman "Suriye halkının devrimi"ni bayraklaştıran kardeşlerimizin bu istismarcılara karşı hiçbir itirazı, tepkisi ve muhalefeti olmayacak mı? "muhalefet" denilince akla sadece "Esad yönetimine muhalefet" mi gelmeli, yoksa bunun yanı sıra, "İslam dünyasında yeni oyunlar ve planlar peşinde olan emperyalizm ve siyonizmin güdümündeki tüm güçlere ve odaklara karşı muhalefet" de kendini göstermeli değil mi?

"Suriye halkı ile dayanışma" adı altında eylem ve etkinlik düzenleyen ya da bu konuda değişik vesilelerle kamuoyu oluşturan kardeşlerimiz acaba bu noktada niçin itirazlarını yükseltmiyorlar?

Acaba, Müslüman hakların özgürlüğü, her şeyden önce haçlı Amerikan emperyalizminin her türlü siyasi, askeri, ekonomik, kültürel ve psikolojik savaşları, entrika ve komploları karşısında güçlü bir direniş hattı ve cephesi oluşturmaktan geçmiyor muydu? Bu ümmetin, genelde bütün insanlığın öncelikli düşmanı Amerika değil miydi? İslam ümmetinin karşı karşıya bulunduğu mazlumiyetin, aşağılanmışlık ve esaretin başlıca sorumlusu bu Amerika değil miydi?

Şimdi bizler, Amerikan emperyalizmini "göreceli bir düşman" olarak mı görüyoruz; Amerika'ya olan düşmanlığımız değişken bir enstrüman mı, yoksa tüm ümmet özgürleşinceye, dünya istikbarının tüm kale ve burçlarında "Tevhid bayrağı dalgalanınca kadar kesintisiz sürecek olan ibadi bir cihad ve mücadele" mi?

Örneğin Amerikan büyükelçisi Robert Ford'un muhalefetin kalesi olarak tanımlanan Hama kentine gidip orada birtakım planlar çevirmesine, Suriye'deki Esad yönetimi taraftarları ABD elçiliğini basma şeklinde karşılık verirken, bizim buradaki kardeşlerimizin de "ey haçlı, emperyalist ve Müslümanların en büyük düşmanı Amerika! Ey Müslüman hakların katili, Siyonist rejimin hamisi, Ebu Gureyb ve Guantanamo'ların mimarı Amerika! Ey ellerinden yüz binlerce müslümanın kanlarının damladığı işgalci, katil Amerika! Ey büyük şeytan! Suriye'den elini çek, Hama'dan elini çek!" diye en yüksek sesle haykırmaları gerekmez mi?

Ya da İslami özgürlük mücadelesi verdiğine inandığımız Suriye'deki göstericilerin "bizim mücadelemizi üzerimize gölgeni düşürerek kirletemezsin, bizim acılarımızı ve kavgamızı kendi şeytani planların için istismar edemezsin! Bizim yanımızda ve arkamızda görünerek dünya Müslümanları ve özgürlük yanlıları nezdinde bizi "işbirlikçilik" bataklığına sürükleyemezsin! Buna izin vermeyiz, içimize ve aramıza uzanan ellerini kırarız!" demesi gerekmez mi?

Suriye'de halkın meşru taleplerini dillendirip onların vicdanı olma sorumluluğunu gösteren samimi kardeşlerimizden, Suriye üzerindeki Amerikan planlarına ve hesaplarına karşı buradaki Amerikan elçiliğini basmalarını değil, Amerika'nın şeytanca girişim ve entrikalarına karşı kamuoyunu duyarlı kılmalarını zulme ve diktaya karşı gösterilen tepkilerinin yanında emperyalizmin planlarını bozma yönündeki girişimleriyle de aktif olmalarını bekliyoruz"

Bir başka örnek:

yine Velfecr'de detaylı olarak anlatmaya çalıştığımız üzere, "Suriye halkı ile dayanışma" adı altında Türkiye'ye gelip protesto gösterilerine katılan, Hatay'a gidip ellerindeki dürbünlerle Suriye tarafına göz atarak oradaki mülteci Suriyelilere "mücadele dersi" vermeye kalkan Dr. Velid Tabtabai öncülüğündeki Kuveytli milletvekillerine, buradaki kardeşlerimizin, "biz Suriye'deki zalim rejime karşı olduğumuz kadar Bahreyn'deki Amerikan kuklası Al-i Halife diktatörlüğüne de karşıyız. Biz Suriye halkının özgürlük, onur ve adalet mücadelesini desteklediğimiz gibi Bahreyn halkının özgürlük mücadelesini de destekliyor ve savunuyoruz. Ama siz Kuveyt parlamentosunda, Kuveyt hükümetinden Bahreyn'e tank gönderip özgürlük mücadelesi veren sivil halkın üzerine ölüm yağdırmasını istediniz, bundan da öte, bu halkın meşru mücadelesini "şii komplosu" diye tanımlayıp aynı zamanda mezhep düşmanlığı ve kışkırtması da yaptınız. Sizin bu yaptığınız halklara, Müslümanların kardeşliğine ihanettir. Bizden uzak durun, aramızdan çıkın gidin!" demesi gerekmiyor muydu?

Yine aynı şekilde, "asrımızın en büyük İslam zaferi olan İslam Devrimi'nin önderlerinin; Beheşti'lerin, Recai'lerin, Bahoner'lerin, Kuddusi'lerin, Medeni'lerin, Destigayb'ların katili "halkın mücahidleri" adlı teröristleri savunanlarla, İslam Cumhuriyeti nizamının yıkılması için sürdürülen kampanyalara aktif olarak katılanlarla, Suriye yönetimine muhalefet zemini olarak aynı safta yan yana bulunmayız, biz bu katillerin destekçileri ile kol kola vermeyiz..!" diyen/diyecek kardeşlerimiz nerede?

Böylesi adamları Türkiye'ye davet edip onlara kılavuzluk ve hemrahlık edenler hangi vicdanları kanattıklarını ve nasıl da onulmaz yaralar açtıklarını fark etmiyorlar mı?

Bir başka örnek:

Yine geçenlerde Paris'te Bernard Henri-Levy adlı meşhur siyonistin davetine katılan 300 kadar "Suriye Muhalefeti" temsilcisi bu görüşmede, Batılı ülkelerin Suriye yönetimine karşı daha sert önlemler almasını istediler. Bunların başında ise, "Demokratik Değişim Konferansı"nın icra kurulu üyesi Radvan Badini geliyor.

Radvan Badini'nin kim olduğunu biraz olsun tanımak gerekirse, bu kişi, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ülkelerini ziyaret ederek Suriye'deki rejim karşıtı muhalefete destek arayışlarını başlatan, bu amaçla Moskova'ya da giden heyette Şam İnsan Hakları Merkezi Başkanı Radvan Ziyade, Müslüman Kardeşler Örgütü temsilcisi Mulham Ad Drubi, "Şam Deklarasyonu Komitesi temsilcisi Salim Monem ve Kürt kökenli gazeteci Radvan Badini yer alıyordu.

Paris'teki 300 kadar "Suriye muhalefeti" temsilcilerine ev sahipliği yapan Bernard Henri-Levy kim?

Fransız bir entelektüel olarak bilinen Bernard-Henri Lévy adlı siyonist ile ilgili yapılan tanımlamalar şunlar:

- Merhametsiz bir şekilde emperyalizm ve siyonizmin destekçisi

- Entelektüel dolandırıcı

- İran hakkında uydurma suçlama ve iftiralar

- Savaş kışkırtıcılığı,

- Yalan haberler yayarak Müslümanlar ve hristiyanlar arasında sosyal ve dinsel ayrışma tohumları ekme

Bu suçlardan dolayı uluslar arası ceza mahkemesinde yargılanması istenen bir siyonist..!

Kendilerini Suriye muhalefetinin yüzde doksanını kapsadığı ileri sürülen "Demokratik Değişim Konferansı" adlı yapının temsilcileri olarak tanıtan bu kişiler Bernard Henri-Levy gibi siyonistlerle el ele verip Suriye üzerine projeler üretiyorsa, gerçek anlamda Suriye halkının yanında olan kardeşlerimizin "sizin bu girişimleriniz Suriye halkının meşru mücadelesine ihanetten başka bir şey değildir. Müslüman bir halkın mukadderatı siyonist mahfillerde değil, mümin ve muhlislerin, adil ve mücahidlerin meclislerinde konuşulur. Siyonistlerle baş başa verip hesap yapanların Suriye halkını hançerlemesine fırsat vermeyiz, böylesi ihanetleri hoşgörü ile karşılamayız. Siyonistlere uzanan ellere saygı göstermez, onları kırarız..!" diyerek bu kirli suratları tokatlaması gerekmez miydi?

Ancak samimi ve dost kardeşlerimizin sadece belli bir noktaya odaklanıp tüm komplo ve ihanetler karşısındaki ölüm sessizliğini anlamakta gerçekten güçlük çektiğimizi belirtmek istiyoruz. Niçin bu sessizlik ve tepkisizlik, niçin..?

Emperyalist ve siyonistlerin planlarına karşı bizleri "zalim ve katillerle aynı safta bulunmak"la itham eden kardeşlerimize sormak istiyoruz: sizin saflarınıza bulaşan bu habis kirler karşısında ne kadar hassas ve müteyakkızsınız? Mazlumun acısı ve kanı üzerinden bize "vicdan" hatırlatması yapanlar, acaba, tüm tarih boyu ümmetin kanına bulaşan, ümmeti her zaman arkadan vurup İslam'ın mukaddesatını ayaklar altına alanların meşum gölgesinden ne kadar rahatsızdırlar?

Bir başka örnek:

Yine saygı duyduğumuz ve değer verdiğimiz bazı dostlarımız, Suriye olaylarını konuştukları oturumlarda söze hemen İran ile başlayıp bir "Şii hilali" projesinden söz ediyorlar!

Bu sevgili dostlara şunu sormak isteriz:

"Ürdün kralı Abdullah'ın, Suud Meliki'nin ve devrik Hüsnü Mübarek'in, El Arabiya, el Şark el Evsat gibi yayın organların ağzı ile konuşmak, onların kaygı ve söylemlerini paylaşmak ve Müslümanları toplayıp onları bu yönde kaygıya sevk etmeye çalışmak size yakışıyor mu?"

Acaba, ABD ve Batı emperyalizminin, onların bölgedeki karakolları olan ve "ılımlı rejimler" diye tanımlanan işbirlikçi rejimlerin gerçekleştirmeye çalıştığı tüm planları boşa çıkartan "direniş ekseni" ne zamandan beri "Şii hilali" olarak görülmeye başlandı.

Şerm el Şeyh'te toplanıp Filistin ve Lübnan'daki İslami direnişi "terörizm" diye tanımlayanların, Beyaz Saray'ın eşiklerini öpüp "çift devletli çözüm" adı altında siyonist rejimin varlığını güvence altına almaya kalkanların, siyonizme karşı mücadele sahnesinde kazanılan o büyük zaferleri İslam ümmetine armağan edenlerin oluşturduğu güçlü ittifak ve cephenin adını "Şii hilali" diye koyanların argümanları ne zamandan beri bizim de söylemlerimiz oldu? Bunu kimler kulaklarınıza fısıldadı, kimler size bu söylemleri dile getirmeye ikna ve teşvik etti? Bütün bunlar neyin bedeli, ya da neyin diyeti..?

Bizler, bölge Müslümanlarını, direniş hareketleri ve mücahidlerini mezhebi aidiyetlerine göre değil, emperyalist ve siyonist projeler karşısındaki duruşlarına göre tanımlıyoruz; buna göre ya destekliyor, ya da karşı çıkıyoruz. Ya takdir ya da takbih ediyoruz. Acaba sizin de ölçünüz bu değil miydi? O halde, ne oldu da, şimdi, mezhebi ayrım ve tanımlamaları öne çıkartmaya başladınız?

Biz diyoruz ki;

"Emperyalizm ve siyonizmin genelde İslam dünyası, özelde de bölge üzerindeki planlarına karşı çıkan, direnen bütün halklara, bütün direniş hareketleri ve mücahidlerine selam olsun; bunlar ister Şii olsun, ister Sünni. Her kim ki, emperyalist projelere destek verip onların planlarının gerçekleşmesine yardımcı oluyorsa, her kim onların direniş karşısındaki savaşına katkı sağlıyorsa onlara da lanet olsun, ister Şii ve isterse Sünni..!"

Siz de aynısını söylüyor musunuz?

Birilerinin bunun adını "hilal" ya da "dörtgen" veya "beşgen" koyması neyi değiştirir? Önemli olan biz hangi saftayız, hangi projelerin karşısında, hangi hedeflerin peşinde ve hangi kavganın yanındayız..!

Rabbimiz, kitabında bizlere "en şiddetli düşman" olarak Yahudileri tanıtmadı mı? Yine Rabbimizin İsra süresinde buyurduğu/müjdelediği üzere, tüm tarih boyu ihanetleriyle, zulüm, tuğyan, azgınlık, işgal, katliam ve cinayetleriyle, Müslümanların en azılı düşmanı olan bu "ben-i İsrail"i tarih sahnesinden silmek üzere, bölgesel bir direniş hattı oluşturulduysa, bunun için tarihin en destansı direnişleri sergilenip bu kan içici düşmana ölümcül darbeler indirildiyse ve şimdi ise kanser tümörü olan bu siyonist varlığı tamamen söküp atmanın her tür stratejik ve askeri planları yapılıp ümmet için en büyük zaferin kapısı aralandıysa, şimdi biz, dünya Müslümanlarının makus talihini değiştirip yenilgiler dönemini kapatanların, direniş ve cihadın bereketiyle ümmetin asumanını zaferlerle dolduranların hangi hilalin içinde bulunduğuna, hangi mezhebin mensubu olduğuna mı bakacağız..?

Yani Rabbimizin İsra Süresi müjdesini doğrularken, "ama" deyip bir vakfeden sonra yaptığımız birtakım tevillerle bu müjdenin gerçekleşmesinin ardında yatan Müslümanları "mezhep süzgeci"nden geçirip bir "eleme"ye mi tabi tutacağız?

Ramazan için bir başlangıç ve bitişe işaret eden "hilal" kelimesi, diğer yandan siyasi terminolojide bir jeo-politik tanımlama için kullanılıyorsa, biz bu hilalin içinde dışında, yanında veya kenarında olmaya değil, "Kudüs'ün özgürlüğünün, siyonizmin zevalinin neresindeyiz?" ona bakarız. Eğer bu "hilal" bizi Kur'an'ın ve Resulüllah'ın tebşirine, ilahi risaletin vaadi ve ümmetin kurtuluşuna götürecekse, o zaman biz de bu hilalin kenarında, uzağında veya yanında değil, ta ortasındayız"!

Peki sizin başka ölçünüz var mı?

O halde, Suriye olaylarını değerlendirme toplantılarında "Şii hilali" vurgusu yapan "direnişçi" kardeşlerimiz nerede duruyorlar? Dün, yani bundan tam beş yıl öncesinde, Lübnan İslami direnişi Hizbullah'ın Siyonist düşman karşısındaki tarihi direnişine destek verdiklerini açıklayanların, siyonist rejiminin "Hizbullah ve Hamas" tarafından yenilgiye uğratıldığını vurgulayanların söylem ve duruşlarındaki bu büyük değişiklik nedendir? Acaba, gerçekte sevip desteklemediğiniz halde, öyle gözükmek miydi duruşunuz, yoksa ödemek zorunda bırakıldığınız birtakım bedel ve diyetler mi geçmişte savunduklarınızla sizi böylesine çeliştiriyor şimdi?

Siz dün Lübnan İslami direnişi Hizbullah'ı takdir edip desteklerinizi sunarken, Ürdün Kralı Abdullah'ın "Şii hilali" uyarısından da haberdardınız! Halbuki tüm bu uyarılar Hizbullah'ın yükselişi ile başlamıştı ve siz de, "direniş" eksenli bir tercih yapıyordunuz. Ne oldu da, Kral Abdullah'ı, Hüsnü Mübarek'i, Melik Abdullah'ı doğrulama durumuna geldiniz?

Öyle ya da böyle.

Kısacası, bu Suriye olayları bize daha çok şey öğretecek ve çok şey gösterecek. Adına ister savrulma diyelim, ister örtülü yüzlerin açığa çıkması. Bugünün tarihi yarınlarda okunduğunda, yüzyıllar öncesinin tarihindeki sayfalarla olan benzerlik karşısında insanlar bir kez daha ibretli ibretli düşünecek...

Meğer olaylar ve isimler değişse de, roller hiç değişmiyor"

Fereci anlamlı ve gerekli kılan en önemli nokta ise, bu oyunun son bulmasıdır"

Yüzyıllar değil, bin yıllar da geçse intizar, yine intizardır, yine intizardır. Bu intizar niçin ibadet olmasın ki"?

EDİTÖR

HEYET

Suriye Muhalefeti temsilcileri Moskova'da: Soldan ikinci Radvan Ziyade, (heyetin başkanı, George Washington Universitesi Ortadoğu Etüdleri Enstitüsü Öğretim üyesi) Soldan üçüncü Suriye Müslüman Kardeşler Örgütü'nün temsilcisi Mulham Ad Drubi.

 

Velfecr