Kenan Çamurcu'dan Şok Yazı

Kenan Çamurcu'dan Şok Yazı

Sormadan edemiyoruz: ‎1998'de TSK'yı Suriye ile savaşa kışkırtan lobinin Ergenekon olduğunu kayıtlara geçenler, 2011'de aynı işi yapan lobi hakkında ne düşünüyor acaba?

AK Partililer, Türkiye'de tek parti rejiminden ancak 12 Eylül 2010 referandumuyla birlikte gerçek manada kurtulmaya başladığımızı hatırlatıyor ve bu sürecin öyle sanıldığı kadar kolay yürümediğine dikkat çekiyorlar. AK Partililerin bu savunması, 2006'dan beri radikal ve kalıcı reformlarda geç kalındığı eleştirileri yapan ve anayasa dahil birçok alanda yapısal reformların bir an önce hayata geçirilmesi gerektiğini direten bendeniz gibi yazarlara yöneliktir. Haklılar, tek parti rejiminden kurtulmak o kadar kolay değildir. Türkiye'de 50'li yıllarla birlikte çok partili rejime geçilmiş olmasına rağmen aslında tek partinin olanca ağırlığıyla siyasi rejimde, toplumsal hayatta ve ekonomik rejimde varlığını sürdürdüğünü, ürkütücü bir hayalet gibi milletin ve değişim yanlısı siyasetçilerin peşini bırakmadığını biliyoruz. Askeri darbeler, ara rejimler ve en son 28 Şubat gibi müdahalelerle her türlü çılgınlığı bile göze alan tek parti rejiminin askeri darbeler sırasında ya da sivil yönetimlerde kıydığı canlar, faili meçhuller, gözaltında işkence ve cinayetler, kayıplar, tutuklamalarla yüzbinleri bulan bir kara sicilin sahibi olduğunu hiç unutmamalıyız. Zaten bu tecrübenin sahibi olduğu için AK Parti liderinin, Suriye meselesinde reformlara vurgu yaptığı oranda bu işin güçlüğünü de teslim ettiğini görebiliyoruz. Beşar Esed'in Suriye'nin tek parti rejiminden kurtulmak için çaba gösterdiği, ama tek parti rejiminin buna güçlü biçimde direndiği değerlendirmelerini hatırlayalım. AK Parti lideri, üstelik de seçimle ve halkın desteğiyle oluşmuş iktidarının 9. yılında hala tek partinin baskısı altındayken, Esed'in serbest seçimlerin düzenlenmediği ve saray darbeleriyle işlerin yürüdüğü Suriye'de 10 yıldır sınırlı ölçüde ilerleme kaydedebilmesi doğal karşılanıyor.

Fakat bu yılın Mart ayında önce reform talebini dile getiren barışçı gösteriler olarak başlayan, ama bir anda ülkenin sınır şehirlerinde silahlı eylemlerle rejim karşıtı ayaklanmaya dönüşen olaylarla birlikte Suriye hakkındaki iyimser değerlendirmelerin tamamı bir kenara bırakıldı. Tek parti rejiminin güvenlik sektörü, silahlı eylemcilerle çatışmaya girmekten ibaret kalmayan bir tutumla, sokak gösterilerine ateş açmaya ve göstericileri öldürmeye başladı. Sokaklarda insanların öldürülmesi, yayın yaptığı Katar'ın saltanat rejimi tarafında desteklenen (ve CIA merkezinin yanıbaşında faaliyet gösteren!) el-Cezire ve batılı medya tarafından dünyaya propaganda yöntemleriyle duyuruldu, duyurulmaya devam ediyor. Servis edilen görüntülerin ne kadarının gerçek, ne kadarının mizansen olduğunu ayırdetmek kolay değil. Burada sorulması gereken soru, Suriye'de tek parti rejiminin sokak gösterilerine ateş açtığı gerçeği zaten yeterince büyük bir faciayken neden bununla yetinilmediği ve mizansen görüntülerle de desteklenen bir propaganda faaliyeti yürütüldüğüdür.

Batı medyasında bazı yorumlar, Suriye'de rejimin yıkılması için bütün Suriye'nin ayaklanmasını beklemenin zaman kaybı olduğunu bile söyleyebiliyor. Onlara göre silahlı isyancılar, Libya'da olduğu gibi Suriye'de de sınır bölgesini (Ürdün, Lübnan ve Türkiye) ülkeden koparmak için harekete geçmelidir. Buna güçleri yetmiyorsa BM Güvenlik Konseyi'nden Suriye'ye müdahale kararı çıkmalı, o da olmadı NATO müdahale etmelidir!

Bütün bu hesap kitabın ve belirlenmiş ajandanın aslında Suriye'nin bölgesel stratejik anlamıyla ilgili olduğunu biliyoruz. Suriye yönetimi eğer İran-Hamas-Hizbullah'tan oluşan ittifakın içinde yeralmasa ve bu ittifaka destek vermese batı dünyası Suriye yönetimine karşı tavır almamak bir yana, üstelik rejimi sokaktaki gösterilere karşı cansiperane savunurdu.
Nitekim Bahreyn ve Yemen'de öyle olmuyor mu? Bahreyn ve Yemen'de ülkenin tamamı sokaklarda ve aylardır rejimin gitmesi için gösteri yapıyor ama ABD başta olmak üzere batı dünyası ve Arap saltanatları halkın talebine ve sokaklarda yapılan katliamlara rağmen bu ülkelerdeki tek parti veya saltanat rejimlerini destekliyor. Bu ağır çelişkinin Türkiye'de Suriye için ayağa kalkmış heyecan ve hissiyat tarafından hiç algılanamadığını şaşırtıcı biçimde görüyoruz.

Suud başta olmak üzere Arap dünyasındaki saltanat rejimlerinin ve ABD başta olmak üzere batı dünyasının Suriye'yi konu alan hareketliliğinin, şimdilik medya üzerinden organize ettiği güçlü bir halkla ilişkiler faaliyetiyle Suriye'ye karşı duyarlılık oluşturmayı önemsediği anlaşılıyor. Görünen o ki, eğer Suriye yönetimi İran-Hamas-Hizbullah ittifakıyla ilişkisini kesmez ve İsrail'in güvenliğini eksen alan bir yeni politik çizgi benimsemezse şu anki medya harekatı askeri harekata da dönüşebilir.

Türkiye'deki Suriye karşıtı faaliyetin de Arap dünyasının saltanat rejimleri ve batılı başkentlerden destek alan uluslararası medyatik propagandayla eşzamanlı ve uyum içinde yürüdüğü gözlemlenebiliyor.

Ama bir farkla, Türkiye'de yakın zamana kadar Suriye yönetimini yere göğe sığdıramayan çevrelerin şu sıralarda Suriye aleyhindeki faaliyetlerine bakılırsa biraz aceleleri var. Batı dünyasının yaptığı gibi medya marifetiyle yürütülen halkla ilişkiler savaşıyla Suriye yönetiminin köşeye sıkıştırılmasını ve siyasi pazarlıklarla mesafe alınmasını bekleyecek durumda değiller, bir an evvel Suriye'ye savaş açılmasını istiyorlar!

Bir zamanlar kemalistlerin ellerinden düşürmediği "ordu göreve" pankartı şimdi bu kesimlerin elinde ve her ağızlarını açtıklarında TSK'nın Suriye'ye müdahale etmesi talebini dile getiriyorlar!

Dünyagörüşü körelmiş, tefrik ve temyiz yeteneğini kaybetmiş ve dolayısıyla furkan ihsanını yitirmiş nicelerinin oluşturduğu kör kalabalık sormuyor, soramıyor: 1 Mart tezkeresi geçmesin ve Irak'a savaş açılmasın diye çırpınanlar neden şimdi Suriye'ye savaş açılsın diye çırpınıyor? Dünden bugüne ne değişti de "ordu göreve" pankartı kemalistlerin elinden kapılıp göklere yükseltilir oldu?

Dün Irak'a savaş açılmasın diye çırpınan insaf ehli, bugün de Suriye'ye savaş açılmasın diye çırpınıyorken, dün Irak'ı savunan kampanya sırasında Saddam zulmüne destekten bahsetmeyenler, bugün ne değişti de Suriye'ye savaş açılmasın diye çırpınanları Esed zulmüne destekle suçlayabiliyor?

Saddam'ın zulmü Suriye Baas'ının zulmüne rahmet okutacak boyutlardaydı ama dün Irak'a savaş açılmaması için kampanyalar düzenlenirken şimdi Suriye'ye savaş açılsın diye kampanya düzenlenmesinin büyük hikmeti nedir? Saddam'ın Sünni, Esed'in Alevi olması mı yoksa?

Sormadan edemiyoruz: ‎1998'de TSK'yı Suriye ile savaşa kışkırtan lobinin Ergenekon olduğunu kayıtlara geçenler, 2011'de aynı işi yapan lobi hakkında ne düşünüyor acaba? 1998 lobisi tutuklanmış yargılanıyorken 2011 lobisi neden Ergenekon dosyasına iliştirilerek yargılanmıyor?

Üstelik 2011 lobisi bir adım daha ileri gidiyor ve Alevi vatandaşların yaşadığı Suriye sınırına "dayanmak"tan sözediyor!
1993'te Madımak'taki faciayı Ergenekon'un ateşlediğini yüksek sesle dile getirenler 2011'de aynı faciayı yaşatma potansiyeli hayli yüksek bir eyleme nasıl göz yumabilir?

Suriye sınırına koşulması için yapılan heyecanlı kampanya ile Madımak önüne adam toplama kampanyası arasında ne fark var!

Suriye sınırındaki Alevi/Nusayri Türkiyeliler, kendilerine internet ortamındaki binlerce mesajda "sürü", "köpek", "sapık" diye hakaret eden tekfirci/mezhepçi bir topluluğun şehirlerine çıkarma yapmaya geldiklerini yakından takip ediyor. Buralarda yaşayan Aleviler, hükümeti ve âkil insanları sürekli uyarıyor. Suriye sınırına dayanmanın sonuçlarının neler olabileceğini Madımak faciasının sonuçlarından çıkarmak mümkündür. Bu facia, sadece insanların hayatlarını kaybetmesinden ibaret değildir, Madımak önünde gösteri yapanların şahsında ülkenin bütün dindarları da zan altında kaldı ve bu yara hala da kapatılamadı.

Bu sebeple Türkiye'nin âkil insanları, hükümet, yetkililer "Suriye sınırına dayanma" adı altında Alevi/Nusayri toplumunu taciz eylemine mani olmalıdır. Tekfirci/mezhepçi tedhişin, Suriye sınırında Alevi/Nusayri toplumunu kışkırtıp Türkiye topraklarında Suriye mizanseni yaratacak operasyonu Türkiye'yi berhava eder.

Suriye sınırına dayanıp savaşın lojistik siperlerini kazan kampanyacılar, 1969'da Amerikan 6. filosunu denize dökmeye çalışmış sosyalistlere saldıran sağ güçlerin reenkarnasyonu gibi hareket ediyor adeta!

Irak'a savaş açılmasın ve 1 Mart tezkeresi geçmesin diye sokağa dökülüp Meclis'i ablukaya alanlar, şimdi Suriye'ye savaş açılsın diye hükümeti ablukaya almaya çalışıyor.
Biz bu konulardaki binlerce çelişkiye işaret eden sorular sorduğumuzda da cevap vermek yerine, muhtelif yardım kuruluşlarının fakir fukaraya yardım olarak topladıkları paralarla finanse ettikleri kabarık bütçelerle bize ve sorularımıza karşı "Baas rejimine destek" adı altında kara propaganda yürütüyorlar.

Suriye'ye askeri harekat düzenlenmesi seçeneğinin Libya'dakinden farklı bir amacı yoktur.
Üstelik böyle bir amacın Türkiye'yi de içine alacak bir anafor yaratma emeli hiç gizli değildir. Amerikan ve İsrail bayrakları altında kutlanan Güney Sudan modeli, USrail'in menfaat iştahını doyurmanın sınırı olmayacağının kanıtıdır. USrail'in iştahı, Suriye'yi ve Lübnan'ı bölmek, Hamas ve Hizbullah direnişini kırmak ve nihayet bölgeye tamamen egemen olmak istiyor.

O halde yapılması gereken, Türkiye'yi zaafa uğratabilecek "sınıra dayanma" gibi tehlikeli eylemler değil, Suriye'yi işgalden ve bölünmekten koruyacak, Suriyelilerin haklı taleplerine destek verecek ve USrail'in iştahını kaçıracak bir "insaf" duyarlılığı oluşturabilmektir.

"İnsaf" duyarlılığı; Suriye rejiminin halkın haklı reform taleplerine insafla yaklaşmasını  istemeli ve Türkiye'de Aleviliğe, Şiiliğe karşı husumeti bayraklaştıran kampanyacıları da insaflı davranmaya davet etmelidir.

USrail'in iştahını kaçıracak savaş karşıtı insafı harekete geçirmeliyiz. Liberal demokrasinin sömürgesi olmayı değil milli-iradeye dayalı değişimi savunmalıyız.

Yeni bir 1 Mart insafı için; Suriye, İran, Lübnan'a saldırılmasına mani olacak insaf için USrail'in sancağı altında Suriye sınırına dayanmaya hayır! Kaçınılmaz biçimde Alevi/Nusayri toplumunu hedef alacak tedhiş girişimlerine hayır! "Ordu göreve" histerisiyle TSK'yı Suriye'ye kışkırtan insafsızlığa hayır!

Kenan Çamurcu