Milli Anayasa ve (Cumhur)Başkanlık Rejiminin Seçimi

Milli Anayasa ve (Cumhur)Başkanlık Rejiminin Seçimi

Adalet ve Kalkınma Partisi'nin taraftarları veya karşıtları, 12 Haziran 2011 seçimine ilişkin nesnel bir değerlendirme yapacaklarsa ortaya çıkan...

Milli anayasa ve (cumhur)başkanlık rejiminin seçimi

Adalet ve Kalkınma Partisi'nin taraftarları veya karşıtları, 12 Haziran 2011 seçimine ilişkin nesnel bir değerlendirme yapacaklarsa ortaya çıkan sonuçta yeni anayasaya ve Erdoğan'ın Türkiye'nin (cumhur)başkanı olarak onaylandığına verilen desteği bulacaklardır. Liberal ve kemalist batılılaşma dünyasından yorumcuların kendi temennilerini ambalajladıkları "seçmenin mesajı" okuma biçimlerinde Erdoğan'ın Türkiye'nin (cumhur)başkanı olmasına gösterilen direncin seçimden sonra keskinleşmesini de yine bu seçimin doğrudan sonucu olarak kayda geçmek lazımdır.

Başkanlık rejiminin hayata geçmesi ve Erdoğan'ın Türkiye'nin (cumhur)başkanı olması durumunda siyasi rejim üzerindeki vesayet ve nüfuzlarının tamamen ortadan kalkacağını kestiren kesimler, ellerine geçirdiklerini düşündükleri bütün ipuçlarını başkanlık rejimine ayak direme vesilesi yapıyor; ama bununla da yetinmiyor, AK Parti'nin anayasa değişikliğini referanduma götürme sayısından birkaç sandalye az milletvekili çıkarmasını bile, ne kadar hayali bir düşünce olduğuna bakmaksızın, seçmenin başkanlık sistemine geçilmemesi için hesaplı kitaplı oy verme stratejisine bağlayabiliyorlar.

"Seçmenin mesajı" şablonu oldukça kullanışlı gözüküyor. Herkes kendi niyet, temenni, beklenti ve talebini bu potaya atarak son derece sade ve anlaşılır gerçeği tahrif etmeyi deneyebiliyor. Fakat bu çabaların hiçbiri, toplam seçmenin AK Parti'ye oy veren yarısının onayladığı o sade ve anlaşılır gerçeği değiştiremez.

"Seçmenin mesajı" şablonu, "balkon"a sıkışmış Erdoğan karşıtlığının, temennileri icraata dönüştürme tezgahı veya imalathanesi işlevi görüyor. Erdoğan karşıtlığının birkaç metrekarelik "balkon"a sıkışması, muhalifliğin entelektüel içeriksizliğindendir. O nedenle siyasi edebiyata dahil edilen "balkon" menfezi veya mecrasından kendi temennilerini nüfuza dönüştürmenin imkanını her defasında yokluyorlar. Oysa bu seçimlerden birinde Erdoğan'ı alaşağı etmeyi başarsalardı "balkon konuşması" seçeneği kimsenin aklına bile gelmeyecekti. Var güçleriyle devirmeye çalıştıkları kişiye diş geçiremediklerinde yücelttikleri "balkon konuşması", kimileri için iltica talebi, kimileri için beyaz bayrak, kimileri için de sözde yeni bir şans verme manasına geliyor. Her seçim binbir gayretle alaşağı edilmeye çalışılan Erdoğan'ın yerinde durduğunu görenlerin stepnesi, sığınağı, maçta iyice köşeye sıkışmış rakibin mola işaretiyle ortaya fırladığı simgedir "balkon konuşması". Ama asıl dikkat kesilmek gereken nokta, "seçmenin mesajı" ve "balkon konuşması" kodlarını kullanarak dolaşıma sokulmaya çalışılan talepler, temenniler ve beklentilerdir. Kemalist batılılaşma taraftarları ,Türkiye'de bundan böyle "din olgusu"nun (Evet, nüfusun neredeyse tamamının Müslüman olduğu, kültür ve medeniyeti İslam'a dayalı bu uzun tarihli ülkedeki tartışmasız hakikatten bahsederken onu nesneleştirip "din olgusu" diyorlar!) öne çıkacağından kaygı duyduklarını; bunun yanısıra liberal batılılaşma taraftarları da Erdoğan'ın Putinleşmeye başlamasından endişeli olduklarını hep "balkon konuşması" ve "seçmenin mesajı" meşruiyetinin içine boca ediyorlar.

Hulasa aslında kemalist batılılaşmacıların da, liberal batılılaşmacıların da söylediği, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının imar ve bayındırlık alanlarıyla sınırlanması, ama zinhar ülkenin felsefi ufkuna ve yönelimine dokunmamasıdır. Erdoğan ve arkadaşları ekonomiyi yönetebilir, ama ekonominin felsefesine ve rejimine dokunamaz. Devlet aygıtını yönetebilir, ama Avrupa'nın Aydınlanma geleneği içinde ve pozitivist icaplara göre inşa edilmiş idarenin dünyagörüşüne dokunamaz. Liberal batılılaşmacılığın kemalist batılılaşmacılığı kovmak istemesi, Darwinizmle alakalıdır ve evrimin zorlu koşullarına ve yürüyüşüne ayak uyduramayan Kemalist batılılaşmacılığın seleksiyona ve tasfiyeye boyun eğmekten başka seçeneği yoktur! Dinî dünyagörüşünü yokedebilmek için kendilerini Darwinizm'e adamış Kemalistlerin yaşadıkları bu akıbet acıklıdır kuşkusuz! Ama gayet iyi bilecekleri gibi, Aydınlanma devrimi Avrupa'nın muhtelif örneklerinde nasıl kendi evlatlarını yediyse, Türkiye'de de liberal batılılaşmacılık eliyle Kemalist evlatlarına aynı muameleyi reva görmesinde şaşılacak bir şey yoktur. İşte bütün bu macera batılılaşmacılık evreninde cereyan etmektedir ve bu nedenle de Kemalist ve liberal batılılaşmacılık birbirinden ayrılmaksızın "eski Türkiye"dir. Başbakan Erdoğan eğer "yeni Türkiye"yi kurma kararlılığındaysa Avrupa'nın Aydınlanma geleneğini yegane kültürel kimlik olarak bellemiş ve onu da Türkiye'ye zorla giydirmeye çalışan Kemalist ve liberal batılılaşmacılara ve bunların muhafazakar hoparlörlerine karşı ihtiyatı elden bırakmamalıdır.

Toplumun Erdoğan'a sevgisi, onunla özdeşliği ve benzeşikliği üzerine söylenen her söz, bilerek veya bilmeyerek, Erdoğan'ın Avrupa'nın Aydınlanma geleneği dışındaki kültürel evrenine ve kimliğine, ama aynı zamanda toplumun da cumhuriyet boyunca kendisine dayatılan batılılaşmaya direncinin Erdoğan'da tecessüm etmesine vurgu yapıyor aslında. O yüzdendir ki Erdoğan'a muhalefette CHP ve MHP'nin kullandığı dilin, yeni meşruiyet çerçevesinin içinde kalmayı başaramadığını, 12 Haziran seçimlerinde CHP ve MHP'nin büyük başarısızlığının da bundan kaynaklandığını düşünmek mümkündür. Çünkü Adalet ve Kalkınma Partisi'ne seçmenin yarısının oy verdiği mevcut koşullar siyasi tarihteki kitle partileri modeliyle açıklanamayacak stratejik anlamlar içeriyor ve Türkiye'de yaşanan bu toplumsal değişimin kültür haritasında kendisine yer bulamayan hiçbir siyasi seçenek, ne AK Parti'ye muhalefetinde sonuç alabilecektir, ne de iktidar adayı olabilecektir.

AK Parti'nin iktidar yorgunluğu ve yıpranması yaşayacağını bekleyenler veya iç yapısında çözülme umanlar, bu partiyi laik sağ geleneğin partisi sayma hatasına düşerek bu yorumları yapıyorlar. Halbuki Adalet ve Kalkınma Partisi, CHP içinden çıkmış ve onunla aynı kültür evreninde varolmuş, laik sol siyasete karşı laik sağ siyaset geleneğinin değil, Tanzimat'tan bu yana, batılılaşma siyaseti karşısında yerliliği; bu toprakların kültürel aidiyetine bağlılık siyaseti ile batılılaşma emeline bağlılık siyasetinin paradigmal rekabetinde yerli olanı temsil ediyor. Böylesine güçlü bir toplumsal gerçeklik ve sosyolojik meşruiyet üzerinde siyasi temsil yeteneği kazanmış AK Parti'nin iktidar yorgunluğu gibi bir sorunla karşılaşması beyhude beklentidir.

Bazı ülkelerde yaşanan 20-30 yıllık uzun iktidar ve istikrar dönemlerinin Türkiye'de AK Parti ile hayat bulacağına ilişkin emareler belirmeye başladı. 12 Haziran seçimleri bunun önemli göstergelerindendir. 2011 döneminde sosyal adalet ve yeni anayasa meselesinde etkileyici adımlar atılabilir ve başkanlık rejimi uygulamaya konabilirse Başbakan Erdoğan'ı 2023'e kadar ülkenin yöneticisi olarak göreceğiz demektir.

Seçimlerden önce, eğer AK Parti yüzde 48, CHP ise yüzde 25 alırsa muhalefetin uzun süredir propagandasını yaptığı "milletin anası ağlıyor" teorisini çöpe atacağımı söylemiştim. Kendi hesabıma seçim sonucundan çıkardığım ilk sonuç budur ve bu yazı itibariyle bu teoriyi çöpe atmış bulunuyorum.

Kenan Çamurcu