Sistemin Kontrolünden Çıkan Türkiye
Batı kontrollü sistemin bir parçası olan eski siyasi yapının, Ergenekonvari illegal unsurlarla münasebetlerinin tasfiye edilmesi ülkeye kazandırdı...
Vedat Bilgin/ Bugün
Sistemin kontrolünden çıkan Türkiye
Türkiye, Batı sisteminin kontrolünden çıkıp ilişkilerini normalleştirdikçe, sadece kendisi değil bütün Ortadoğu dünyası için de daha anlamlı bir yerde durmaya başladı.
İmparatorluk sonrasında ayakta kalabilmek için Batı ittifakının içerisine girmeye can atan Türkiye, bu sistem tarafından zaman zaman açıkça istismar edilen durumlarla karşı karşıya kalmıştı.
ABD İttifakı, NATO, Dünya Bankası İMF ve AET'den başlayarak AB'ye kadar bir dizi kurumsal yapı, aslında bütünüyle Türkiye'nin bu bağımlılık ilişkileri içerisindeki konumuna göre şekillenen bir ilişki sürecini yönetmişlerdir, ülkemizin yaklaşık 1000 yıl iç içe yaşadığı bir coğrafyadan siyasal olarak kopmasının da nedenini burada aramak durumundayız.
Hangi toprağa bastığını bilmek
Türkiye Batı'yla ilişkilerinde eşit konumda bulunan bir siyasal zâtiyet olarak rol almadığı için, doğrudan doğruya Batı'nın Ortadoğu ve komşu ülkelerle belirleyiciliği esasında bir ilişki modeli çerçevesinde davranmak zorunda kalmıştır. Bilhassa tarih ve kültür coğrafyamızın dünyası, Türkiye'nin emperyal, cihan şümul kimliğine yakıştırmadığı bu model içerisindeki konumuna karşı hep mesafeli bir tutum geliştirmiştir.
Türkiye bir anlamda uzun yıllar kontrol altındaki bir ülke olarak her şeye rağmen ekonomisiyle, insan kaynaklarıyla, modernleşme dinamizmiyle önemli gelişmeler kaydetmiştir. Yaşadığı değişim nihayetinde onu uluslararası sistemdeki bağımlı konumunu sarsacak bir noktaya taşımıştır.
1 Mart tezkeresiyle başlayan süreç, ilk bakışta Türkiye'nin ABD ile ilişkilerini kötüleştirdiği iddiasıyla eleştirilmiştir. Oysa bozulduğu söylenilen ilişkiler, kontrol altındaki Türkiye'nin davranışlarını biçimlendiren ilişkilerdir. Zaten o eski ilişkiler sağlıklı değildir ve tasfiye zamanı gelmiştir. Türkiye bunun için harekete geçme gücünü kendinde bulmuştur.
Son yıllarda Balkanlar'dan Türk dünyasına ve Ortadoğu'ya uzanan yeni Türkiye vizyonunun oluşmasında, yalnızca bu coğrafyada yaşayan toplumların geçirdiği değişimlerin rolü yoktur. Türkiye'nin emperyal kimliğine uygun tavrının, bu vizyonu taşımasındaki rolü çok daha önemlidir. Bu tavır, Türkiye'yi İran'dan Turan'a kadar koca bir coğrafyada hem halkları nazarında hem de mecburen yönetimleri nazarında, siyasal itibarı artan ve aynı zamanda işbirliği projeleri çoğalan, ekonomik ilişkileri yoğunlaşan bir yere getirmiştir.
Yeni bir konum
Türkiye dün, 1 Mart tezkeresiyle ABD'nin yedeğinde Irak'a girmeyi reddederken, bütün bölgeye başka yollardan çok farklı ilişkilerle derinlemesine girmiş bulunmaktadır. Bunun diğer bir yansımasının, Batı ile ilişkilerde, farklı bir boyutta da olsa, ortaya çıktığını asla gözden kaçırmamak gerekir. Artık Batı bugün Türkiye'ye eski konumu üzerinden hitap etmeme çabası içerisindedir. Başka bir ifadeyle Batı Türkiye karşısında pozisyon kaybetmiştir.
İran'a karşı Bush yönetiminin tehditkâr tavrının, bir saldırıya dönüşmemesinde, Irak dersinin payı büyük olmakla birlikte, burada Türkiye'nin kararlılığının payı küçümsenemez. Zaten bütün bunlar olmamış olsaydı, daha dün Mısır'da, Tunus'ta, Libya'da ve bugün Suriye'de ve diğer ülkelerde ne söylediği dikkate alınan bir ülke olabilir miydi? İsrail karşısında bu kadar dik durabilir miydi?
Batı kontrollü sistemin bir parçası olan eski siyasi yapının, Ergenekonvari çeşitli illegal unsurlarla münasebetlerini tasfiye ederek, siyasal yapıyı normalleştirmesinin de bu bağlamda ülkeye kazandırdıklarını düşünmek gerekir. Kısaca kontrolden çıkan Türkiye, içeride değil dışarıda da sorun çözme kabiliyeti artan, gündem belirleyen bir konuma yükselmektedir.