Sorumsuzca ve Gayri Adil Bahreyn İddiaları

Sorumsuzca ve Gayri Adil Bahreyn İddiaları

Bahreyn Diktatörü ve Katil Suudiler Ehl-i Sünnet'in Temiz Yüzüne Leke Vuramaz.

Bahreyn halkının ülkedeki diktatörlük rejimine karşı sürdürdüğü intifada üzerine yapılan birtakım tartışma ve spekülasyonlar, sanki ülkede "Şiilerle Sünniler arasında bir çatışma" varmış gibi bir görüntü vermeye çalışıyor.

Tunus, Mısır, Libya ve Yemen'de sürmekte olan mücadelenin temel talepleri her ne ise, Bahreyn halkının Hamad Bin İsa el Halife krallığına karşı talepleri de odur. Ülkede adil ve meşru bir yönetimin oluşturulması, ülkenin dış politikasının ümmetin menfaatlerine göre belirlenmesi, ülkedeki Amerikan vesayeti ve askeri varlığına son verilmesi Bahreyn halkının temel talepleridir.

Bunları biraz açacak olursak:

İster Ehl-i Sünnet ve isterse Şia olsun, İslam siyaset hukukunda, bir İslam beldesinde yönetim halkın iradesine göre oluşur. Literatürümüzde "Şura" "Ehl-i Hal Vel Akd" gibi terimlerle ifade edilen mekanizmaların günümüzdeki karşılığı "seçim"lerdir. Müslümanlar kendi aralarında şura ve seçim ile yöneticilerini belirlerler. Müslüman halkın iradesinin dışında, cebir, dikta, gasp vb. yöntemlerle kurulan yönetimlerin meşruiyeti de yoktur.

Bugün Bahreyn'deki krallık rejimi halkın iradesine göre oluşmadığı gibi, aksine halkın üzerinde bir dikta rejimi olarak durmaktadır ve emperyalizmin hizmetinde olan bir hanedanın baskıcı egemenliğinden başka bir şey değildir.

Bu rejimin karşısında, halkın özgür iradesine dayalı meşru ve adil bir yönetimi savunmak belli bir mezhebin siyasi duruşunu değil, Müslüman olan herkesin görev ve sorumluluğunu ifade eder. Diğer yandan, böylesi bir rejimin yanında durmak, onu savunmak da, hangi mezhepten olursa olsun, onun İslami şahsiyetten yoksun olduğunu gösterir.

Dolayısıyla, Bahreyn'deki halkın özgürlük ve adil yönetim mücadelesinin yanında yer almak, mezhebi bir tercih ve tavır değil, aksine İslami ve ahlaki bir sorumluluktur.

Bugün günümüzde alimlerin ve Müslüman aydınların Bahreyn'deki ayaklanmayı "Şiilerin Sünnilere karşı isyanı" gibi sunması, oradaki devrimin Tunus, Mısır, Libya, Yemen gibi ülkelerdeki halk ayaklanmalarından farklı olduğunu ileri sürmesi, her şeyden önce, İslam'ın temel ilke ve esaslarına, özelde de İslami siyaset hukukuna tamamen aykırı, gayri adil ve sorumsuzca ifadelerdir.

Bahreyn diktatörlüğünü ve bu zalim diktatörlüğün yıkılmasını önlemek için ülkeye tank taburları ve 3.500 asker gönderip katliamlar yaptıran Suud hanedanını "Ehl-i Sünnet" olarak görmek, bu rejimin ve Suud askerlerinin zulüm ve cinayetlerini "Ehl-i Sünnet" adına aklamak anlamına gelir ki, Ehl-i Sünnet'e karşı bundan daha büyük bir töhmet vurulamaz.

Emevi diktatörlüğüne karşı Ehl-i Beyt imamlarının kıyamlarına destek veren, Abbasi diktatörlüğünün zindanlarında işkence gören İmam Ebu Hanife'nin nezdinde bu Bahreyn krallığını nasıl bir meşruiyeti olabilir, ya da bu rejim Ehl-i Sünnet'e nasıl nisbet edilebilir? Böylesi bir kanaat ve tutum, her şeyden önce İmam Ebu Hanife'nin kutlu hatıratına bir saygısızlık ve tecavüz değil midir?

"Körfez Savunma Konseyi İşbirliği Ülkeleri" bölgede Amerikan emperyalizminin jandarmalığını yaparken, Amerika'nın Ortadoğu'daki üslerinin büyük bir kısmı bu ülkelerde bulunurken, İslam Ümmeti'nin zenginlikleri bu ülkelerdeki krallıklar tarafından yağmalanıp Batılılara peşkeş çekilirken, İslam'a ve Müslümanlara karşı sergilenen bu büyük ve affedilemez ihanete Ehl-i Sünnet zaviyesinden verilecek cevap, İmam Ebu Hanife'nin tavrı gibi olması gerekmez mi?

Tarihle günümüz arasında bir mukayese yapacak olursak, Abbasi diktatörlüğüne karşı ayaklanan İmam Zeyd'in talepleri ile, Bahreyn'deki muhalefetin talepleri arasında, meşruiyet nazarından bir farklılık mı var? İmam Zeyd'in talepleri ne kadar meşru ise, Bahreyn muhalefetinin talepleri de o kadar meşrudur! Eğer aksi ise, bunun delili nedir?

O halde, Ehl-i Sünnet adına konuşan, Ehl-i Sünnetin vaizliğini ve hatipliğini yapan alim ve aydınlar da, İmam Ebu Hanife'nin yolunu izlemek durumundadırlar. İmam Ebu Hanife Hz. Zeyd'in kıyamı için "Onun çıkışı ceddi Resulüllah'ın çıkışı gibidir" demiş, taraftarlarını da bu kıyama destek olmaya çağırmıştı. Kendilerini Ehl-i Sünnete nisbet edip Ehl-i Sünnet adına konuşup yazanların da, eğer fiilen bu ayaklanmaya destek olamıyorlarsa da, en azından sözleriyle dualarıyla yanlarında durmaları gerekmez mi?

Bahreyn halkının üzerinde İran'ın veya Lübnan Hizbullah'ının tesiri ve nüfuzu olduğundan söz ediliyor. Bugün İran İslam Cumhuriyeti ve Hizbullah, "emperyalist ve Siyonist cephenin karşısında bir direniş" ekseni oluşturuyorsa ve Bahreyn halkı da bu direniş ekseni içinde yer almak istiyorsa -ki bundan en çok korkacak olanlar Amerika ve siyonistlerdir- Bahreyn halkının bu tercihini takdir etmek gerekmez mi? Bahreyn'in Amerika'nın vesayetinden kurtulup emperyalizm ve siyonizme karşı mücadelede bir "direniş üssü"nedönüşecek olması Müslüman olan bir kişiyi niçin tedirgin etsin?

Eğer Bahreyn'de de bir "Hizbullah" yükselecek olursa, bu "Hizbullah"ın ABD-İsrail-İngiltere eksenli Hizbuşşeytan Cephesi"nden başka kime zararı dokunur?

Amerika'nın Bahreyn diktatörlüğünü korumak için ne kadar telaşlandığnı apaçık ortada. ABD Merkez Kuvvetler Komutanı Mike Mullen ve Pentagon Bakanı Robert Gates'in Bahreyn'e giderek rejimin ayakta durması için, Bahreyn krallığına açık desteğini vermesi ve ardından Körfez Savunma Konseyi Ülkeleri'inin Bahreyn'e asker gönderme kararı alması, Suud tanklarının barışçıl gösteriler düzenleyen Bahreyn halkının üzerine sürülmesi neyin ifadesidir?

Tüm bunlara karşın, Bahreyn'deki halkın özgürlük ve adalet mücadelesini gölgelemeye çalışmak, Amerikan emperyalizminin yanında durmaktan, körfez krallıklarının İslam'a ve Müslümanlara karşı sergiledikleri ihanetleri aklamaktan başka bir anlama gelmeyecektir.

Adı ve sanı ne olursa olsun, kimse bunu "Ehl-i Sünnet" adına yapmaya kalkışmasın. Zira ne Bahreyn diktatörü ne de Suud katilleri sahte kisvelerle, "İmam Ebu Hanife'nin örneklediği Ehl-i Sünnet"in temiz yüzüne leke vuramayacaktır. İster Ehl-i Sünnet, ister Şia, İslam'ın izzeti, Müslümanların birlik ve vahdeti, Filistin'in özgürlüğü hedeflerini kuşanmış bütün Müslümanlar, bu hain ve katilleri cezalandıracak, Müslüman halklar kendi iradeleriyle meşru ve adil yönetimlerini kuracaklardır..!

Kuşkusuz ki Ortadoğu'da yükselen devrim dalgaları Al-i Suud'un ihanet duvarlarına çarpıp Haremeyn-i Şerifeyn'e de özgürlük getirecek, Mekke'miz, Medine'miz bu habis rejimin kirli çizmelerinden temizlenecektir.

Onun içindir ki Bahreyn'deki devrim, aynı zamanda Hicaz'daki devrimin de bir müjdesidir.

Suud rejimi, Şehid Cuheyman el Oteybi liderliğindeki Kabe kıyamını müslümanların zihinlerine "Kabe saldırısı" şeklinde sunmuş, Batılı güçlerin desteğiyle bu kıyamı bastırmıştı. O dönemde iletişim imkanları bu gerçeğin anlaşılmasının önüne perde çekmişti. Artık bundan sonra Suud rejimi ve yandaşları, böylesi saptırma ve karartmalarla gerçeklerin üzerini örtemeyecek, İngilizlerin nutfesinden doğup Amerikan kucağında büyüyen bu habis varlık tarihin çöplüğüne atılacaktır.

Bizler Türkiyeli müslümanlar, ümmetimizin tüm güçleriyle, temiz fıtratlar ve özgür vicdanlarıyla birlikte, elimizi bu hain ve zalimlerin yakasından bir an olsun çekmeyecek, onların tüm despotluk ve zulümlerini bütün dünyaya ifşa edeceğiz...

Suud rejimi sırtını ABD ve batı emperyalizmine dayayarak, İslam Ümmetine ve özgürlük aşıklarına savaş ilan ederek tüm barbar ve kan içici yüzünü bir kez daha gösterdi. O halde bunun karşılığını da görecek ve tüm yaptıklarına pişman olacaktır.

KABE'NİN RABBİNE AND OLSUN Kİ,

KABE'MİZ ÖZGÜRLEŞENE VE HİCAZ RESULÜLLAH VE ÜMMETİNE DÖNÜNCEYE KADAR DA BİZLER DE BU REJİMLE SAVAŞACAĞIZ...

 velfecr