Tek Tipçi Yaklaşımlar

Tek Tipçi Yaklaşımlar

İslam’ın devlet ve imparatorluk haline gelmesiyle birlikte Din, daima siyasî otoritenin hizmetinde olmuş, statükonun devamını sağlamada bir araç olarak...

Atilla Fikri Ergün/Tek Tipçi Yaklaşımlar

İslam'ın devlet ve imparatorluk haline gelmesiyle birlikte Din, daima siyasî otoritenin hizmetinde olmuş, statükonun devamını sağlamada bir araç olarak kullanılmıştır. Bu süreçte Din belirleyen değil, "belirlenen"dir. Zira Kadı'nın yetkileri dahi Sultan tarafından belirlenmiş, Şeriat Sultan'ın emirlerine uygun şekilde yorumlanmış ve açıklanmıştır. Kısacası servet ve iktidar (güç), Din'in sahtesini üretmiş ve onu "Hak" adı altında halka yutturmuştur.

Dolayısıyla İslam tarihinin büyük bölümünde servet ve iktidar sahipleri Din'i kendi çıkarları için kullandılar. Egemen sınıf hiçbir zaman İslam'a hizmet etmedi, bilakis İslam'ı kendisine hizmet ettirdi. Nitekim Din, "yeni dönem"de de iktidara, "yeni zengin sınıf"a ve küresel sermayeye hizmet eder halde. Din'in kaderidir bu; isyanla başlar iktidarla biter. Bu bakımdan Hıristiyanlık Roma'nın, İslam da Emevîler'in başka bir şeye dönüştü. Hâl-i hazırdaki din bizim Din'imiz değil!

Hiç şüphesiz Din'in siyasî otoritenin hizmetine girmesi felaketlerin en büyüğüdür. Bu, zor ve baskıya İlahî meşruiyet kazandırmanın en etkili yöntemidir. Sultan (otorite) emreder, Şeyhülislam fetva verir, itiraz eden Allah'a karşı çıkmış olur; bu haliyle Din, katilin elindeki cinayet aletidir. Maddeler halinde sıralayacak olursak;

1- Din kurumsallaşır-devletleşir,

2- Siyasî otorite yapacağını Din adına yapar,

3- Allah adına işlenen zulmün hikmetinden sual olunmaz.

Bu bakımdan Devlet'in kurumlar aracılığıyla Din'e ve Dinî hayata müdahalesi gayri ahlakî-gayri meşrudur. Ancak ne var ki, Cumhuriyet tarihinde "Diyanet mucizesi" ile kaldığımız yerden devam ediyoruz. Başbakan Erdoğan "kırmızı çizgiler"e "tek bayrak, tek millet, tek devlet"ten sonra "tek din"i de ekledi. Başbakan'ın "Bu bir dil sürçmesidir, eleştiriyi yapanlar haklıdır" şeklindeki düzeltmesi hiç de ikna edici değil; zira "tek vatan" ile "tek din" ifadeleri uzaktan yakından hiçbir benzerlik taşımıyor. Ortada bir "dil sürçmesi" olduğu doğru; ancak bu, kelimelerin yanlış telaffuz edilmesinden kaynaklanan bir "dil sürçmesi" değil, Başbakan'ın bilinçaltını ele veren türden bir "dil sürçmesi".

Nitekim pratiğin gelişimini izlediğimizde, AK Parti iktidarının Diyanet'i kendinden önceki hükümetlerden daha etkili bir biçimde kullandığını görüyoruz. Haziran ayında test yayınına başlayacak olan Diyanet TV, bu konuda atılan en son ve en önemli adımlardan biri. "Tek mezhep"in resmî temsilcisi olan Diyanet'in "Sünnî-Hanefî İslam" propagandasına -ki, gerçek anlamda ne Sünnî ne de Hanefî'dir- bundan böyle daha etkili bir biçimde tanık olacağız.

Öncelikle şunu söylemek gerekir ki, İslam'ın "tek din" talebi yoktur. Kur'an'da din, düşünce ve vicdan özgürlüğünün önemine işaret eden birçok ayet vardır. Allah katında Din İslam'dır (3/19), ancak hiç kimse bunu kabule zorlanamaz; zira Din'de zorlama yoktur (2/256), dileyen inanır, dileyen inkâr eder (18/29), insana doğru yol gösterilmiştir, şükredici ya da nankör olması ise kendisine kalmıştır (76/3). Yine Kur'an'ın ifadesiyle Allah isteseydi hepimizi tek bir ümmet/tek bir topluluk kılardı (5/48) ve yeryüzündekilerin tümü iman ederdi (10/99); ancak O'nun iradesi, indirdiği vahiyler vasıtasıyla insanları sınamak, dolayısıyla mevcut farklılıklar vesilesiyle sosyal ve manevî-ahlakî tekâmülü gerçekleştirmemizi sağlamaktır (bkz. 5/48'in devamı).(1)

Aynı şekilde Kur'an, diğer dinlerin mensuplarını "ortak bir kelime"ye davet eder (3/64) ve aynı Hakikat'i dile getiren önceki kitapların bağlılarına, kendi kitaplarında vazedilen ilke ve değerler doğrultusunda hareket etmelerini salık verir (2/62, 5/44, 47, 62/5). Dolayısıyla İslam, hiç kimseye bir diğerinin dini, inancı, düşüncesi, dünya görüşü üzerinde bekçilik yapma görev, hak ve yetkisi vermemiştir; Peygamber dahi "müjde ve uyarı"yla yükümlüdür.

Hangi inanç, düşünce ve dünya görüşüne mensup olursa olsun, taraflar birbirlerine tebliğde bulunabilmeli, inanç, düşünce ve dünya görüşlerini serbestçe yayabilmeli, ikna temelli faaliyetler içerisinde bulunabilmelidir. Ancak hiç kimse, baskı yapmak şöyle dursun, devlet aygıtını kullanarak, eğitim-öğretim kurumları başta olmak üzere resmî kurum-kuruluşlar aracılığı ile -farklı düşünce ve görüşlere sahip olan Müslümanları da dâhil- diğerlerini değiştirme, dönüştürme, asimile etme vs. yoluna başvurmamalıdır. Aksine tüm inanç ve düşünce grupları kendi bağımsız kurumlarını ihdas etmede serbest olmalıdır.

Bu noktada mezhepler konusuna da değinmekte yarar var. Genel olarak mezheplere nasıl baktığımı "Düşüncenin Mutlaklaştırılması Sorunu" ve "Emevî Sünnîliği'ne Karşı Muhalif Sünnîlik" başlıklı yazılarda ifade etmiştim. Şu kadarını söylemek gerekir ki, tek tipleştirilen, dar kalıplar içine hapsedilen bir İslam düşüncesinin insanlığa verebileceği bir şey yoktur. Bu ve benzeri yaklaşımların kaçınılmaz olarak varacağı yer istibdaddır. İnsanlığın tekâmülü farklı düşünce ve görüşlerin varlığıyla mümkün olmuştur ki, tek tipleş(tir)me, düşüncenin ölümü ve tekâmülün akamete uğraması demektir. Robotlaşma, şartlanmanın, tek bir bakış açısına odaklanmanın ve farklılıkların ortadan kalkmasının doğal sonucudur ve özelde toplum, genelde ise insanlık için yıkımdır. İnsan robot değil ki, tek bir düşünce çip halinde herkese monte edilebilsin veya hazır paket program halinde bütün insanlara yüklenebilsin.

Şu bir gerçek ki, İslam Dünyası'nda düşüncenin gelişimi, her biri farklı birer bakış açısına, metoda/usûle sahip olan, içtihat kapısını açık tutan, fikrî hayatı diri ve canlı hale getiren okullar/ekoller vasıtasıyla mümkün olmuştur. Bu bakımdan tek tipçi yaklaşımları benimsemek İslam düşüncesine yapılacak en büyük ihanettir. Bunun yanında herhangi bir düşünce veya görüşün devlet aygıtı vasıtasıyla "tek doğru" ilan edilmesi, belli bir kişi, grup ya da ekolü Hakikat'in resmî temsilcisi haline getirir ki, bu aşamadan sonra "tek doğru" kabul edilen düşünce veya görüşün aksini savunmak, farklı düşünce ve görüşleri seslendirmek bir nevi intihar girişimi olacaktır.

Sonuç itibariyle şu veya bu şekilde tek tipleş(tir)meye karşı düşünce dünyamızı renklendirmeliyiz. Farklı düşünce ve görüşlere muhalefet edebilir, onları şiddetle eleştirebiliriz, ancak her ne olursa olsun onları yok sayamayız. Düşüncenin gelişimi, dolayısıyla ilerleme kaydetmek ancak bu şekilde mümkün olabilir; aksi halde engizisyonvari bir yaklaşımda bulunmuş oluruz. Bu bakımdan İslam düşünce tarihinin yeni bir okumaya tabi tutulmasını, yok sayılan ve tarihin dışına itilmeye çalışılan düşünce sistemlerinin (ekollerin) etraflıca incelenmesini, yakından tanınmasını ve mevcut doğruların gündeme taşınmasını öneriyorum.

Umutla ve devrimle...
Dipnot:

1- Din, düşünce ve vicdan özgürlüğüne işaret eden diğer bazı ayetler için bkz. 2/119, 272, 3/20, 4/80, 10/41

doğuexpress